tag:blogger.com,1999:blog-45790757210149378352024-03-13T03:08:36.453+02:00VETERINARY RUMINANTRUSTEM BAYRAM OGLUhttp://www.blogger.com/profile/14717989559050705971noreply@blogger.comBlogger45125tag:blogger.com,1999:blog-4579075721014937835.post-82912327559394103842015-09-23T23:30:00.001+03:002015-09-23T23:30:17.767+03:00<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
</div>
RUSTEM BAYRAM OGLUhttp://www.blogger.com/profile/14717989559050705971noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4579075721014937835.post-29263217808605291932012-08-14T14:30:00.001+03:002015-09-23T23:30:03.055+03:00SÜT SIĞIRI AHIRLARININ PLANLANMASI <div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<b></b>
SÜT SIĞIRI AHIRLARININ
PLANLANMASI<br />
Prof. Dr. İsmet ARICI
Yrd. Doç. Dr. Ercan ŞİMŞEK
Araş. Gör. Erkan YASLIOĞLU
U.Ü. Ziraat Fakültesi
Tarımsal Yapılar ve Sulama Bölümü
1.<br />
GİRİŞ<br />
Ülkemiz süt sığırı işletmelerinin en önemli sorunlarından biri ahırların yapımıdır. Üreticilerimiz
çoğu zaman pahalı damızlık hayvan almakta, beslemeye yeterince özen göstermekte, hastalıklara
karşı duyarlı davranmakta, ancak sağlıklı ahır yapımına gerekli özeni göstermemektedir. Halbuki
verimli ve sağlıklı hayvanların modern ahırlarda barınma zorunlulukları vardır.
Hayvancılığa barınakların yapımı ile başlanır.<br />
<br />
Barınak sağlıklı olursa başarı şansı artar. Tersine
ilkel ve yanlış yapılırsa sorun üreticinin baş belası olur. Hatalı barınakların sonradan
düzeltilmesi çok zor ya da imkansızdır.
Gelişmiş ülkelerde planlı ve sağlıklı barınak, üreticinin altyapısı, üretimin sigortasıdır.<br />
Üretimin
düzgün bir biçimde yapılmasının sağlanması ve ucuzlatılmasında ilk düşünülen konu modern
barınak yapımıdır.<br />
Süt sığırları için planlı ve uygun ahır yapımı oldukça önemlidir. Çünkü
işletmenin değerli ve hassas olan hayvanlarını belli bir disiplin altında uzun süreli barındırmak,
gerekli olan bir çok işlemi belli bir düzen içerisinde gerçekleştirmek zorunluluğu vardır<br />
. Ahır
planlaması denilince sadece sağılır ineklerin barınacağı yapı düşünülmemelidir. İşletme bir
bütün olarak ele alınmalı sağılır inek ahırı yanında, buzağı, dana, düve ve kuru ineklerin
barınacağı ahırlar ile ot, silaj, katı-sıvı gübre depoları, çeşitli koruma yapıları işletme sahibi ya
da çalışacak işçinin barınacağı evin de birlikte düşünülmesi gerekir. <br />
<br />
Başlangıçta planlanan sürü büyüklüğünün ilerde değişebileceği mutlaka ele alınmalıdır. Bu<br />
nedenle süt sığırı ahırı planlamasına başlanırken önce ölçekli bir yerleşim planı yapılmalı, bu<br />
plan üzerinde neyin nerede olacağına bu tesislerin ilerde nasıl büyüyebileceğine ve işletme için<br />
<br />
alt yapı ve ulaşımın nasıl karşılanacağına karar verilmelidir. Yerleşim planı ve yerleşim planı<br />
üzerinde düşünülen yapılardan hangilerinin öncelikle yapılacağına ve nasıl bir ahır sistemi inşa<br />
edileceğine karar verilirken uzman kişilere danışılmalı, plan ve projelerinin özel özenle<br />
hazırlatılması sağlanmalıdır.<br />
<br />
<br />
Süt sığırcılığı işletmelerinde inek adedinin belli bir sayının üzerinde olması arzu edilir. Avrupa<br />
Topluluğunda işletmelerin sağılır inek adedi 40 olarak hedeflenmiştir. Ülkemizde de bu tür<br />
işletmelerin ticari işletmelere dönüştürülmesi, örneğin inek sayısının en az 20'ye çıkarılması<br />
hedeflenmelidir. Böylece işletmelerde modern sağım yerinin kurulması ve modern ahır<br />
sistemlerinin yapılması mümkün olacaktır.<br />
Başlangıçta inek sayısı az olsa bile ilerideki<br />
gelişmeler dikkate alınarak en az 20 sağılır ineğe göre ahırlar planlanmalı, böylece işletmelerin <br />
gelişmelerinde teknoloji kullanılmasına olanak yaratılmalıdır.<br />
Uygun süt sığırı ahırları planlanır ve yapılırken;<br />
1. Barınacak hayvanların temiz hava, sıcaklık ve nem gibi çevre isteklerinin en iyi biçimde<br />
karşılamasına,<br />
2. Hayvanların yaşam tarzına ve davranışlarına uygun olmasına,<br />
3. Ahır içerisinde esas olan yemleme sağım, gübre temizliği ile diğer bakım işlerine yönelik<br />
işlerin kolayca yapılmasına ve işgücü gereksinimin en aza indirilmesine,<br />
4. Ahır ve elemanlarının yapım maliyetinin ucuz olmasına,<br />
5. Ahır içerisinde sürü yönetiminin kolay yapılmasına,<br />
6. Ahır tipinin mekanizasyon ve teknoloji uygulamasına yatkın olmasına özel özen<br />
gösterilmelidir.<br />
<br />
<br />
</div>
RUSTEM BAYRAM OGLUhttp://www.blogger.com/profile/14717989559050705971noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4579075721014937835.post-28013157361978360482011-03-30T14:30:00.001+03:002015-09-23T23:29:43.209+03:00KOYUN - KEÇİ ÇİÇEKKOYUN - KEÇİ ÇİÇEK<br />
Dr. Öznur YAZICIOĞLU<br />
Uzm Vet.Hekim<br />
<br />
<br />
Koyun-Keçi Çiçek, koyun ve keçilerin ateş, deri ve müköz membranlarda papül ya da nodül şeklinde lezyonların oluşumu ve sistemik enfeksiyon halinde özellikle akciğerlerde fokal pnömoni ile karakterize ölümle sonuçlanabilen akut ya da kronik viral bir hastalığıdır. <br />
<br />
Etiyoloji<br />
Virus, Poxviridae familyası Capripoxvirus genusunun bir üyesidir. Virusun, sadece bir serotipi vardır. Fakat sadece koyun ya da keçilerde daha şiddetli klinik hastalık meydana getiren suşlar olduğu gibi her iki tür için eşit patojenik olan suşları da vardır. Virus, serolojik olarak sığırların nodüler ekzantemine (lumpy skin disease) sebep olan virustan ayırt edilemez.<br />
<br />
Virus, çürümeye, asit ve alkali koşullara dirençlidir. Kuru kabuklarda yıllarca, yünde 2 ay ve bulaşık yüzeylerde 6 ay canlı kalabilir. İodofor ve klorin dioksit gibi genel dezenfektanlara duyarlıdır. <br />
<br />
Epizootioloji<br />
<br />
Koyun-Keçi çiçek hastalığı, Sentral ve Kuzey Afrika’da, Orta Doğu ve Hindistan’da endemiktir. Son yıllarda Güney Avrupa’da (İtalya, Kıbrıs, Yunanistan ve Bulgaristan) salgınlar bildirilmiştir. <br />
<br />
Koyun ve keçiler, başlıca duyarlı konakçılardır. Virus, sığırlarda çoğalabilir ancak klinik hastalığa sebep olmaz. Yabani çift tırnaklılarda hastalık bildirilmemiştir. Virus, insanlar için enfeksiyöz değildir. <br />
<br />
Hastalık, koyun ve keçiler arasında direkt temas ile bulaşır. Virusun ana kaynağı, deri lezyonlarıdır. Başlıca bulaşma yolları;<br />
<br />
Akut enfekte hayvanların çıkardığı virusun damlacık enfeksiyonu şeklinde solunum yoluyla alınması, <br />
<br />
Derideki çiçek lezyonları ya da kabukları ile direkt temas sonucu derideki sıyrıklar vasıtasıyla, <br />
<br />
Daha az olarak insektler aracılığıyla, <br />
<br />
Deneysel olarak intravenöz, intranasal ya da subkutan inokülasyon yoluyladır. <br />
<br />
Hastalığın genç hayvanlarda yüksek morbidite ve oldukça yüksek mortaliteye sebep olması, verim düşüklüğü, yün ve kıl kalitesinin düşmesine yol açarak ciddi ekonomik kayıblara neden olması ve birçok yolla bulaşabilmesi özellikleri, onun güçlü bir biyolojik silah olarak önemini arttırmaktadır. <br />
Klinik Bulgular<br />
<br />
Koyun-Keçi Çiçek, deride papülo-veziküler ya da nodüler formda gözükebilen akut ya da kronik seyirli viral bir hastalıktır. Hastalığın şiddeti, virus suşuna, hayvanın yaş ve ırkına bağlı olarak değişir. 1 aylığın altındaki kuzu ve oğlaklar şiddetli generalize hastalıktan ölürler. Yaşlı hayvanlarda klinik bulgular daha az şiddetli ve ölüm nadirdir. Ölüm, çoğunlukla iç organların ve özellikle akciğerlerin enfeksiyonunu izler. Yetişkinlerde morbidite, birkaç subklinik enfeksiyon ile birlikte yaklaşık 80%, mortalite yaklaşık 50%’dir. Bir aylığın altındaki duyarlı kuzu ve oğlaklarda ise morbidite 100%’e ulaşabilir and mortalite 95% kadar yüksek olabilir. Eşlik eden PPR enfeksiyonunun varlığında mortalite oranı, 50%-90%’lara kadar çıkar. Ayrıca kötü beslenme, ağır parazitizm ve şiddetli iklimsel koşullar da mortaliteyi arttıran faktörlerdir. <br />
<br />
Klinik olaylar, hafiften şiddetliye kadar değişir. Hastalığın inkübasyon periyodu, enfekte ve duyarlı hayvan arasındaki teması takiben 8-13 gündür. Ancak insektler tarafından mekanik bulaşmayı ya da deneysel intradermal inokülasyonu takiben 4 gün kadar kısa olabilir. Bazı Avrupa koyun ırkları, deri lezyonları gelişmeden önce akut enfeksiyon sonucu ölürler. İlk bulgular, ateş, depresyon, konjunktivitis, lakrimasyon ve rinitistir. Bu bulguların görülmesini takiben 2-5 gün içinde perineum, inguinal bölge, skrotum, meme, koltuk altları ve burun ucu gibi derinin pigmentsiz ve yünsüz kısımlarında daha kolay seçilebilen deri lezyonları gelişir. <br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Deride ve kuyruk iç yüzünde koyun çiçek lezyonları. (Patoloji Bölümü. BVKAE)<br />
<br />
Makulo-papular deri lezyonlarının oluşumu<br />
<br />
Deride önce makula denilen küçük eritem bölgeleri oluşur ve bunu tüm vücutta ya da kasık, koltukaltı ve perineuma sınırlı olan ve orta kısmında ödemli eritem bulunan 0.5 -1cm çapında kabarık ve hafifçe rengi açılmış papül denilen sert şişkinlikler izler. Papüller nadiren içleri sıvı dolu veziküller ile örtülebilir. Hastalığın akut fazını atlatan hayvanlarda papüller, papül tabanındaki kan damarlarında şekillenen trombozlara ilgili olarak işemik nekroza uğrar. Böylece lezyon, çevresi hiperemik bir saha ile çevrili ve orta kısmı çökük ve nekrotik bir hal alır. Hastalığın seyrinin sonunda lezyonlar kurur ve kabuklaşır. Çiçek lezyonunun karakteristik özelliği, lezyonların tüm epidermis ve dermisi kapsaması ve subkutan dokuya penetre olmasıdır. Deri lezyonlarının şiddetine bağlı olarak, iyileşmeden sonra yerlerinde yünden yoksun bir nedbe dokusu gelişebilir. Sekunder bakteriyel enfeksiyon, iyileşmeyi komplike edebilir. Generalize papüllerin oluşumunu takibeden 24 saat içinde hayvanda rinitis, konjunktivitis ve tüm yüzlek ve özellikle preskapular lenf düğümlerinde büyüme görülebilir. Göz kapaklarındaki papüller, değişen şiddette blefaritise sebep olur. Göz ve burun mukozalarındaki papüller ülserleştikçe akıntılar mukopurulent bir hal alır. Ağız, anüs, prepusyum veya vagina mukozası nekroze olur. Ağız lezyonları yemeyi engellemedikçe iştahsızlık görülmez. Akciğer lezyonları ve şişkin bölge lenf düğümlerinden dolayı solunum güç ve gürültülüdür. Abortus nadirdir. <br />
<br />
Makroskobik Bulgular<br />
<br />
Akut enfekte hayvanların post-mortem muayenesinde; deri lezyonları, canlı hayvandakinden daha az belirgindir. Göz, ağız ve burun müköz membranlarında şiddetli olaylarda birleşebilen çiçek lezyonları oluşabilir. Tüm vücut lenf düğümleri büyümüş ve ödemlidir. Genellikle abomasum mukozası ve bazen rumen ve kalın bağırsak duvarında, ayrıca dil, yumuşak ve sert damak, trakea, ösefagus, vulva, prepusyum, meme ve meme başlarında da ülserleşebilen papüller bulunabilir. Karaciğer ve böbrek yüzeyinde ve hatta testislerde soluk görünüşlü alanlar seçilebilir. Akciğerlerde ve özellikle diyaframatik loblarda çok sayıda fokal beyaz-gri renkte odaklar bulunabilir. <br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Deri ve dudakta papüler lezyonlar (Patoloji Bölümü. BVKAE)<br />
<br />
<br />
<br />
Dilde papüler lezyonlar (Patoloji Bölümü. BVKAE)<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Akciğer ve abomasumda çiçek lezyonları (Patoloji Bölümü. BVKAE)<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Ayırıcı Teşhis<br />
<br />
Hastalığın teşhisinde; bulaşıcı ektima, mavi dil, PPR, fotosensitizasyon, dermatofilozis, uyuz, insekt ısırmaları, paraziter pnömoni, kazeöz lenfadenitis gibi benzer hastalık ve lezyonların ayırt edilmesi gerekir.<br />
<br />
Teşhis<br />
<br />
Derinin çoğunlukla pigmentsiz ve yünsüz kısımlarında gözlenen papül şeklindeki lezyonlar, ateş, lenfadenitis ve sıklıkla pnömoni bulguları, klinik teşhis için tanıtıcı niteliktedir. Klinik teşhis, laboratuvar muayeneleri ile teyid edilir. <br />
<br />
Laboratuvar teşhisi; virus izolasyon ve identifikasyon teknikleri ile karakteristik histopatolojik bulgulara dayanır. Virus izolasyonu ve antijen tespiti için deri papülleri, akciğer lezyonları ve lenf düğümlerinden örnekler alınmalıdır. Virus izolasyonu ve enzime-bağlı immunosorbent assay (ELISA) için örnekler, nötralizan antikorların gelişiminden önce, klinik bulguların ortaya çıkışının ilk haftasında alınmalıdır. Nötralizan antikorlar bulunduğunda polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ile örneklerden genom tayini yapılabilir. Hastalığın başlangıç döneminde alınan lenf düğümü örneklerinde, agar jel immunodiffuzyon test (AGID) ile presipitan antijen identifiye edilebilir. Ayrıca doku kültüründe hematoksilen-eosin boyama ile intrasitoplazmik inkluzyonlar görülebilir ve yine spesifik serumlar kullanılarak ve immunoperoksidaz ya da immunofloresan teknikleri ile antijen belirlenebilir. <br />
<br />
Histolojik muayeneler için biyopsi ya da nekropsi materyallerinden lezyonlu deri kısımları ve ayrıca bulguların gözlendiği iç organ örnekleri (akciğer, böbrek, rumen) 10% formalin solüsyonu içinde gönderilmelidir. <br />
<br />
En spesifik serolojik test, virus nötralizasyon testidir. AGID ve indirekt immunofluorescence testler, diğer poxviruslar ile kros reaksiyonlardan dolayı daha az spesifiktir.<br />
<br />
Mücadele ve Kontrol <br />
<br />
Endemik bölgelerde hastalığı kontrol etmenin en etkili yolu, aşılamadır. Enfekte bir bölgeden hastalıksız bir bölgeye enfekte hayvan ve hayvansal ürünlerin hareketlerinin kısıtlanması, hastalığın girişini önlemede esastır. <br />
<br />
Ülkemizde mücadele amacı ile hastalık çıkan yerlerde tamamen iyileşmeden yada son ölümden sonraki 60 gün süresince karantina uygulanmakta ve hastalık çıkan bölgelerde hastalığı takip eden iki yıl, yılda bir kez olmak üzere mihrak bölgesindeki bütün koyun ve keçiler aşılanmaktadır. <br />
<br />
Koyun-Keçi çiçek aşısı; kuzu böbrek hücre kültürlerinde hazırlanan liyofilize, canlı, attenüe bir aşıdır. Aşılamaların sonbahar mevsiminin başlarında yapılması ve hastalık çıkmayan yerlerde gebeliğin son 6 haftası ile doğumdan sonraki ilk ayda, koruyucu aşılama yapılmaması önerilir. Aşıya ilgili bağışıklık 21 günde tam olarak oluşur, bağışıklık süresi 8 aydır.<br />
<br />
<br />
<br />
Kaynaklar<br />
<br />
CIDRAP.Sheep Pox and Goat Pox. http://www.cidrap.umn.edu/cidrap/content/biosecurity/ag-biosec/anim-disease/sgp.html, June 24, 2003. <br />
<br />
OIE (2004). Manual of Diagnostic Tests and Vaccines for Terrestrial Animals, 5 th edition, Paris, France, 153-162. <br />
<br />
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı. Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü. 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu. Ankara. 1995 <br />
<br />
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı. Pendik Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü. Ürünler. Aşılar. Koyun-Keçi Çiçek Aşısı. www.pendik.vet.gov.trRUSTEM BAYRAM OGLUhttp://www.blogger.com/profile/14717989559050705971noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4579075721014937835.post-55107890747804800112011-03-30T14:27:00.000+03:002011-03-30T14:27:55.302+03:00SIĞIR VEBASI<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on"><br />
<br />
<br />
<br />
SIĞIR VEBASI<br />
Dr. Öznur YAZICIOĞLO<br />
Uzm Vet.Hekim<br />
<br />
<br />
<br />
Sığır vebası, sığır ve mandaların sindirim kanalı mukozalarında nekrotik, erosive ve hemorajik lezyonların meydana gelmesi ve tüm lenfoid organlarda lenfositlerin yıkımı ile karakterize çok bulaşıcı ve mortalite oranı yüksek bir viral hastalıktır<br />
<br />
Etiyoloji<br />
<br />
Sığır vebası virusu, Paramyxoviridae familyasının Morbillivirus genusunda yer alır. Virusun sadece bir serotipi olmasına rağmen, izolatlar arasındaki farklar monoklonal antikorlar kullanılarak gösterilebilir ve bu izolatlar enfekte hayvanlarda hastalık oluşturma yetenekleriyle de ayrılırlar.<br />
<br />
Sığır vebası virusunun virulansında, Doğu Afrika’da enzootik olan hafif virulanslı suşlardan Orta Doğu ve Hindistan’da prevalant olan ve duyarlı konakçılarda %100 mortaliteye sebep olabilen oldukça virulant suşlara kadar değişen varyasyon bildirilmiştir. Hipovirulant suşlar, daha az şiddetli klinik tabloya neden olur ve daha az bulaşıcıdırlar. Bu suşlara ilgili olaylarda, enfekte bir hayvandan virusun atılması çok zayıftır. Bu da hastalığın yavaş ve sinsi bir şekilde yayılmasına yol açar. <br />
<br />
Virus, çevre şartlarına karşı oldukça hassastır. Yüksek ısı, ışık, kurutma, kokuşma, aşırı pH ve kimyasallar etkeni kolayca inaktive eder.<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Epidemiyoloji<br />
<br />
Hastalık, evcil hayvanların 4. yüzyıldan beri bilinen en eski vebalarından biridir. Virusun filtrelerden geçen bir ajan olduğu ilk defa 1902 yılında gösterilmiştir. Hastalık, 18. ve 19. yüzyıllarda Avrupa’ya yayılmış ve 1762 yılında Fransa’da ve daha sonra diğer Avrupa ülkelerinde ilk Veteriner okullarının kurulmasına neden olmuştur. Türkiye’de 1. Dünya ve Kurtuluş Savaşı yıllarında yaygın olan sığır vebasının eradikasyonundan 37 yıl sonra hastalık, 1969’da Van İlinde görülmüş ve son olarak da 1991 yılında tespit edilerek hastalık kısa sürede kontrol altına alınmıştır. <br />
<br />
Son 10 yılda Afrika ve Asya’da hastalığa sebep olan genetik olarak farklı 3 virus hattı tanımlanmıştır. Ancak FAO’nun 1992 yılında organizasyonunu yaptığı ve 2010 yılına virusun eradikasyonunu hedefleyen Global Sığır Vebası Eradikasyon Programı sonucunda; Afganistan, Hindistan, Iran, Irak, Kuveyt, Oman, Pakistan, Rusya, Suudi Arabistan, Türkiye, Sri Lanka and Yemen’de kaydedilen ve virusun Asya hattı denilen hat 3 ile Etopya ve Sudan’a sınırlı olan hat 1. günümüzde global olarak eradike edilmiştir. <br />
<br />
Sığır ve mandalar hastalığa en duyarlı türler olmakla birlikte koyun, keçi, domuz ve yabani ruminantlar da enfeksiyonu alabilirler. Günümüzde Hindistan’da koyun ve keçi epizootileri bildirilmektedir. Yabani ruminantların evcil hayvanlar için enfeksiyonun bir rezervuarı olarak etki yaptığı bulgusu yoktur. Ancak bu hayvanlar bir salgın durumunda hastalığın yayılmasında rol oynayabilirler. Bugüne kadar elde edilen bulgular, evcil hayvanların genellikle yabani türler için enfeksiyon kaynağı olduğunu göstermiştir. <br />
<br />
Sığır vebası, hastalıksız bir bölgeye hastalığın enzootik görüldüğü bir bölgeden canlı hayvanların ithalatıyla sokulur. Et gibi enfekte materyaller ile bulaşma çok nadirdir ve düşük bir risk olduğu düşünülür. Sığır vebası virusunun en tehlikeli kaynakları, subklinik enfekte hayvanlardır. Koyun, keçi ve muhtemelen diğer ruminantlar, sığır vebası ile subklinik olarak enfekte olabilir ve enfeksiyonu sığırlara geçirebilirler.<br />
<br />
Hastalığın sürekliliğinde önemli olabilen diğer bir faktör, bazı enzootik bölgelerde subklinik enfeksiyonlara sebep olan hafif virulanslı suşların varlığıdır. Bu suşlar, sığır populasyonunda yıllarca farkedilmeden kalabilir ve hastalık, hayvanların stress altına girdiği durumlarda klinik olarak patlak verebilir.<br />
<br />
Enzootik hastalığın görülmediği bölgelerde sığır vebası her yaşta görülebilir. Enzootik bir bölgede bulunan bir sığır sürüsü 3 tip dirençli hayvan kapsar:<br />
<br />
1- Hastalığı geçirmiş ve iyileşmiş olanlar. Bunlar hayatları boyunca hastalığa karşı korunurlar.<br />
<br />
2- Canlı aşı ile aşılanmış olanlar. Bunlar da ilk grup kadar iyi korunurlar.<br />
<br />
3- Bağışık analardan doğan buzağılar. Bunlar kolostrumdaki maternal anti-virus antikorları alırlar ve bu pasif bağışıklık yaklaşık 6-8 ay sürer.<br />
<br />
Virus, bir sığır sürüsüne girdiğinde bu 3 dirençli hayvan grubu semptomları göstermeyecektir. Sürüde böyle bağışık hayvanların sayısı ne kadar yüksek olursa hastalığın şiddeti ve bulaşıcılığı da o kadar zayıf olacaktır. Böyle olaylarda Sığır vebasının, benzer semptomlara sahip Mukozal hastalığı ve İnfeksiyöz rhinotracheitis gibi hastalıklarla karıştırılması kolaydır. <br />
<br />
Virus, enfekte hayvanların tüm sekresyon ve ekskresyonları ile çıkarılır. Bulaşma, sindirim ve solunum yoluyladır. Ancak virus, ısı, güneş ışığı ve kimyasal inaktivasyon gibi çevresel faktörlere oldukça duyarlı olduğundan, başarılı bir bulaşma için enfekte bir hayvan ile yakın temas gerekir. Bu nedenle hastalık çıkan yerlerde tam bir karantina ve kesim tedbirleriyle birlikte hayvan hareketlerini düzenleyerek hastalığı kontrol etmek nispeten kolaydır. <br />
<br />
Sığır vebası virusu, oldukça lenfotropiktir ve enfekte hayvanlarda geçici bir immunosupresyona sebep olur. Virusun fazla virulant suşları ayrıca epitel dokular için de kuvvetli bir tropizme sahiptirler ve dökülmüş epitelle yüksek titrede virus atıldığından bu durum, hastalığın temas yoluyla yayılmasına yardım eder. Hafif suşlar, epitel yüzeylerde kolayca replike olmaz ve daha az mukozal lezyonlar meydana getirirler. Bu nedenle, bu suşlarla olan enfeksiyonda temas yoluyla bulaşma daha güçtür.<br />
<br />
Klinik Bulgular<br />
<br />
Sığır vebası, alınan virusun miktarına ve virulansına bağlı olarak perakut seyirden subakut seyre kadar değişen bir klinik tablo gösterir. Klinik semptomların şiddeti, hayvanın direncine ve virusun virulansına bağlı olarak değişir. Sığır vebasında morbidite oranı %100’e yakın, mortalite oranı %80-90’dır. Klasik sığır vebasında klinik seyir 5 devreye ayrılır:<br />
<br />
1 - 3-5 günlük kısa bir inkübasyon periyodu. Hafif suşlara ilgili olaylarda inkübasyon periyodu 15 güne kadar uzayabilir. Bu dönemde virus, organizmaya giriş yoluna en yakın lenf düğümlerinde primer enfeksiyonu meydana getirir.<br />
<br />
2 - Temperatürde hızlı bir yükselmenin olduğu Prodromal faz. Bu faz, 40-41.5oC’ye ulaşan yüksek ateşle başlar ve ağızda ilk lezyonların ortaya çıkmasına kadar devam eder. Ağız, burun ve vagina mukozaları ile konjonktiva konjesyone ve hiperemiktir. Göz ve burun akıntıları artar ve serözdür. <br />
<br />
3 - Şiddetli nekrotik-erosiv ağız lezyonlarının görüldüğü Mukozal faz. Bu fazda, bol mukopurulent göz ve burun akıntıları vardır. Hastalığa yakalanan hayvanlar düşkün ve iştahsızdır. Otopside, sindirim sistemi boyunca ve lenfoid organlarda lezyonlar görülür. Mukozalarda önce nekroz şeklinde başlayan bu lezyonların yerinde nekrotik mukozanın ayrılması sonucu erozyonlar ortaya çıkar. Ağız mukozasında görülen nekrozlar ağıza kepek serpilmiş manzarası verir. <br />
<br />
4 - Kanlı diyarenin görüldüğü Diyarik faz. İlk mukozal lezyonların görülmesinden 2-3 gün sonra ateş düşer ve diyare başlar. Mukoza parçaları ve kanlı nekrotik dokuları ihtiva eden gaita, koyu kahve renkte ve kötü kokuludur. Şiddetli diyare hızlı bir dehidrasyona sebep olur. Hayvan bitkin ve yere yatmıştır. Ölüm, dehidrasyon ve zayıflama sonucu olur.<br />
<br />
5 - Öldürücü olmayan olaylarda, bu fazları birkaç hafta sürebilen ve bu dönemde gebe hayvanların abort yapabildiği İyileşme fazı izler. Enfeksiyondan iyileşen hayvanlar yaşam boyu bağışık kalırlar. İyileşen hayvanlarda persiste ya da taşıyıcı bir devre yoktur.<br />
<br />
Perakut olaylarda hastalık aniden yüksek ateş ile başlar ve 1-2 gün içinde mukozal lezyonlar başlamadan ölüm şekillenir. Bu klinik şekle genç buzağılarda ve ekzotik bölgelerde rastlanır. <br />
<br />
Subakut olaylar hastalığın enzootik seyrettiği bölgelerde görülür. İnkübasyon süresi uzun ve klinik semptomlar belirgin değildir. Mortalite oranı düşüktür. Latent patojen enfeksiyonlar özellikle protozoon enfeksiyonları aktivasyona uğrar. Aktive enfeksiyonlar ve süper enfeksiyonlar sığır vebasının klinik semptomlarını maskeleyerek hastalığın klinik teşhisinde önemli karışıklıklara sebep olurlar. <br />
<br />
Makroskobik Bulgular<br />
<br />
Sığır vebası, immun sistemde yetersizliğe yol açan bir lökopeniyle izlenir. Bu durum sıklıkla latent ya da diğer eş zamanlı enfeksiyonların aktivasyonuna sebep olur. Sekonder bakteriyel enfeksiyonlar da yaygındır. Bu faktörler, hem klinik hem de patomorfolojik bulguları komplike edebilir. <br />
<br />
Sindirim sisteminde ve özellikle ağız mukozasında görülen lezyonlar nekrotik ve erosiv tabiattadır. Şiddetli seyreden olaylarda ise pseudomembranlı bir yangı görülür. Oral lezyonlar dudakların iç yüzlerinde, dişetlerinde, yanak papillalarında, sert damakta ve dilin ventral yüzünde yerleşir. Şiddetli olaylarda ağzın hemen her tarafında lezyon görülebilir. Ancak kaide olarak dilin dorsal yüzünde lezyona rastlanmaz. <br />
<br />
<br />
<br />
Sığır vebasında, lökopeni erosiv mukozal faz süresince çok barizdir. Ösefagusun üst 1/2’sinde uzunlamasına erozyonlar görülür. Ön midelerin lezyonları hafiftir. Ancak abomasumun özellikle pilorus mukozasındaki nekrotik odaklarda erozyon ve ülserler gelişir. İnce bağırsaklarda görülen lezyonlar da hemorajik ve erosiv yapıdadır. İleosekal valvül ve bunu çevreleyen sekum mukozası hiperemik, şişkin ve erosivdir. Hiperemik olan kolon ve rektum mukozası üzerinde de nekroz odakları ve erozyonlar vardır. Sığır Vebası ve PPR ile enfekte hayvanların sekum, kolon ve rektumunda genellikle zebra ya da kaplan çizgilerine benzetilen çizgisel lezyonlar bulunur. Bu çizgisel lezyonları, aşırı konjesyone kan damarları oluşturur. Bağırsağın lenfoid plaklarında da nekrozlar oluşur. Bu nekrozların dökülmesiyle yerlerinde derin ülserler gelişebilir. Ayrıca vagina ve idrar kesesi mukozalarında hafif bir erozyon şekillenebilir. Bazı olaylarda özellikle mandalarda deride, memelerde ve skrotumda ıslak ekzamaya rastlanabilir.<br />
<br />
Koyun ve keçilerde sığır vebası, sığırlardaki hastalığa çok benzer. Ancak farklı olarak salivasyon daha az şiddetlidir. Ağızda lezyon, yalnız yumuşak damakta lokalize olur ve erozyon halinde görülür. Tonsillerde apseler şekillenir. Lakrimasyon, hastalık için özel bir belirti sayılmaz. Ösefagusta da bir lezyon görülmez. Akciğer komplikasyonuna fazla rastlanır. Hastalık çoğu zaman hafif seyreder ve hayvan iyileşir. <br />
<br />
Teşhis<br />
<br />
Hastalığın ortaya çıkış şartları, klinik ve otopsi bulguları, genellikle sığır vebasından şüphe edilmesi için yeterlidir. Uzun süre hastalığın görülmediği bölgelerde hayvan hareketlerini takiben hızlı bir yayılma vardır. Mortalite oldukça yüksektir. Enzootik bölgelerde ise semptomlar daha az belirgindir. Hastalığın komplikasyonları ve benzer semptomlarla seyreden hastalıklar klinik teşhiste önemli karışıklıklara neden olabilir.<br />
<br />
Sığır vebası, klinik semptom olarak ağız lezyonları ve diyarenin birlikte görüldüğü BVD, Koriza ve IBR’dan, sadece ağız lezyonlarının görüldüğü Şap ve Bovin papüler stomatitisten ve sadece diyarenin görüldüğü Salmonellosis, Koksidiosis ve bazı toksikasyonlardan ayırdedilmelidir.<br />
<br />
Kesin teşhis çeşitli laboratuvar muayeneleriyle mümkün olur. Klinik ve makroskobik bulguların laboratuvar teyidi, virusun varlığının, virus spesifik RNA veya presipitan antijenlerin doku örneklerinde gösterilmesine dayanır. Virolojik muayeneler için ateşli dönemdeki hasta hayvanlardan alınan antikoagülantlı kan örneklerinin, ölen veya öldürülen hayvanlardan ise özellikle dalak, mezenteryal lenf düğümleri ve tonsillerin steril soğuk şartlarda; histopatolojik muayeneler için lezyonlu ağız mukozası kısımları ve tonsillerin %10 formalin solüsyonu içinde laboratuvara gönderilmesi gerekir. <br />
<br />
Kontrol <br />
<br />
Hızlı ve doğru ayırıcı teşhis, bir sığır vebası salgınını kontrol etmede başarının anahtarıdır. Virus, güneş ışığı, yüksek ısı, düşük ve yüksek pH ve kimyasallara karşı duyarlı olduğundan salgınlar, uygun karantina ve hijyenik tedbirlerle kolayca kontrol edilebilir. Aşılama, hastalıkları kontrol etmede etkili bir araçtır. Sığır Vebasının doku kültürü aşı suşu, evcil hayvanlarda aşılamayı takiben klinik bir bulguya sebep olmaksızın emniyetle kullanılır. Çünkü virus epitel yüzeylerde replike olmaz ve temas yoluyla bulaştırılamaz. Aşılama sonucu oluşan bağışıklık, en az 1 yıl sürer. <br />
<br />
<br />
<br />
Kaynaklar<br />
<br />
Barrett, T. (1994) Rinderpest and Distemper Viruses. In. Encyclopedia of Virology. Academic Press, London. <br />
<br />
OIE (2004). Manual of Diagnostic Tests and Vaccines for Terrestrial Animals, 5 th edition, Paris, France, 142-152. <br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
</div>RUSTEM BAYRAM OGLUhttp://www.blogger.com/profile/14717989559050705971noreply@blogger.com11tag:blogger.com,1999:blog-4579075721014937835.post-3512989547737681062011-03-30T14:23:00.000+03:002011-03-30T14:23:34.724+03:00BOVINE SPONGIFORM ENCEPHALOPATHY (Deli İnek Hastalığı)<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on"><br />
<br />
BOVINE SPONGIFORM ENCEPHALOPATHY<br />
(Deli İnek Hastalığı)<br />
Dr. Öznur YAZICIOĞLU<br />
<br />
<br />
Günümüzde "Deli inek hastalığı" olarak da bilinen Bovine spongiform encephalopathy (BSE), ergin sığırların sentral sinir sistemini etkileyen yavaş seyirli, ilerleyici ve öldürücü nörodejeneratif bir hastalığıdır. Hastalık, ilk kez İngiltere'de Kasım 1986'da hasta sığırlara ait beyinlerin histopatolojik muayenesiyle tanımlanmıştır. Hastalık, sinir hücrelerinde beynin süngerimsi görünüşüne sebep olan vakuol şeklinde boşlukların oluşmasıyla karakterizedir.<br />
<br />
İngiltere dışında az sayıda BSE olayları (yaklaşık 1500 olay), Belçika, Danimarka, Fransa, Almanya, İrlanda Cumhuriyeti, İtalya, Liechtenstein, Lüksemburg, Hollanda, Portekiz, İspanya ve İsviçre'de yerli sığırlarda görülmüştür. Kanada, Falkland adaları ve Oman'da ise sadece İngiltere'den ithal edilen sığırlarda çok az sayıda olay bildirilmiştir.<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Scrapie ve scrapie benzeri hastalıklar, uzun bir inkübasyon süresine sahip olmaları ve hastalığın enfekte sinir dokularının alımı yoluyla başka bir canlıya bulaştırılabilmesi nedeniyle "transmissible spongiform encephalopathy'ler" adıyla da anılırlar. Koyunlarda Scrapie hastalığı, minklerde Transmissible Mink Encephalopathy (TME), geyik ve elklerde Chronic Wasting Disease (CWD), insanlarda Kuru, Creutzfeldt Jakob Disease (CJD) ve Gertzmann-Straussler-Scheinker (GSS) hastalığı bu grub hastalıklardandır. BSE de transmissible spongiform encephalopathy'ler olarak bilinen bu öldürücü nöyrodejeneratif hastalıklar grubunda yer alır.<br />
<br />
İnsan ve hayvanlarda transmissible spongiform encephalopathy'lere neden olan ajanlar, filtrelerden geçebilir ve en küçük viruslardan 100 kat daha küçüktürler. Boyutlarıyla ilgili en büyük değerler, onları küçük virus partikülleri sınıflaması içine sokar. Virusların aksine bu ajanların enfektivitesi; formaldehid, b-propiolaktan, proteazlar, nukleazlar ve ısı gibi birçok fizikokimyasal muamelelere, iyonize ve ultraviyole radyasyona ve virus ya da bakterileri normalde inaktive eden dezenfektanlara oldukça dirençlidir.<br />
<br />
Bu ajanlar, konakçıda spesifik bir immun ya da yangısal cevaba neden olmazlar. Bu yüzden canlı hayvanlarda serolojik tekniklerle bu ajanların varlığını saptamak mümkün değildir. Enfekte hayvanlar, sadece klinik hastalığı geliştirdiklerinde identifiye edilebilirler.<br />
<br />
Ajanların yapısı konusunda 3 temel teori ileri sürülmüştür:<br />
<br />
Prion ya da nükleik asitten yoksun ve hücrenin daha anormal bir protein oluşturmasına sebep olabilen "proteinaz K'ya kısmen dirençli anormal bir protein", <br />
<br />
Alışılmamış bir virus, <br />
<br />
Virino ya da konakçı proteinleri tarafından korunan çıplak nukleik asitten oluşmuş "tam olmayan bir virus". <br />
<br />
Ancak son 10 yıl boyunca elde edilen bulgular, prion teorisini desteklemiştir. Scrapie ve benzeri hastalıklarda; enfeksiyöz ajanın nükleik asitleri yıkıma uğrattığı bilinen işlemler ile enfektivitesini kaybetmemesi, araştırıcıları ajanın, genetik materyal kapsayan bir virus ya da bilinen diğer bir ajan tipinde olmadığı düşüncesine itmiştir. Sadece proteinleri denatüre eden işlemler enfektiviteyi düşürdüğünden proteinin, ajanın esas komponenti olduğu kanısına varılmış ve "prion" terimi ile adlandırılmıştır. Prion "nükleik asitleri modifiye eden uygulamalarda inaktivasyona dirençli olan küçük protein yapısında enfeksiyöz partiküller" olarak tanımlanır. Bu hastalık sınıfını, virus, bakteri, mantar ve bilinen diğer patojenlerden ileri gelen hastalıklardan ayırmak için de "Prion hastalıkları" terimi kullanılmıştır.<br />
<br />
Prion protein (PrP), vücutta birçok dokuda ve özellikle beyinde bulunan normal bir membran glikoproteinidir. Bu normal proteine, selüler prion protein (kısaca PrPC) denir. Proteaza dirençli enfeksiyöz forma ise scrapie prion protein (kısaca PrPSC) denir. PrPSC, insan ve hayvanlarda tüm prion hastalıklarının patojen komponentidir ve normal prion proteinden (PrPC) köken alır. Normal bir hücreye giren bir molekül PrPSC, bir molekül PrPC ile temas eder ve kimyasal ya da şekilsel modifikasyon gösterebilen ve henüz tam olarak bilinmeyen moleküler bir mekanizma ile onun PrPSC yapısına dönüşmesine yol açar. Dönüşen her yeni molekül, diğer normal PrPC moleküllerinin yapısını değiştirir. Bu olay, PrPSC tehlikeli seviyelerde birikinceye kadar devam eder ve PrPSC beyinde fibriller halinde kümelenmeye meyleder.<br />
<br />
Bu nedenle BSE dahil tüm prion hastalıklarında; taze beyin ekstratları, elektron mikroskobik muayenelerde kolayca tespit edilebilen ve scrapie'ye ilgili fibriller denen (scrapie-associated fibrils=kısaca SAF) karakteristik anormal fibrillerin birikimini kapsar. SAF, prion proteinin patolojik kümeleridir. Prion proteinin tek bir konakçı geni (PrP geni) tarafından kodlandığı bulunmuştur.<br />
<br />
Epidemiyolojik çalışmalar, İngiltere'de scrapie'li koyunların rendering materyalinde kullanılması sonucu sığır populasyonunun, et-kemik unu şeklinde ruminant orijinli protein kapsayan yemler vasıtasıyla scrapi benzeri bir ajana maruz kaldığını göstermiştir. <br />
<br />
Epidemiyolojik bulgulara göre BSE'nin inkübasyon periyodu, 2 yıldan 8 yıla kadar değişebilir. En yüksek yaş insidansı 3-5 yaş arasındadır. <br />
<br />
Olayların çoğu Holstein-Friesian ırkı süt ineklerinde gözlenmiştir. Sütçü sürülerdeki hastalık insidansının etçi sürülere göre daha büyük olmasının nedeni, sütçü sürülerde buzağıların yaşamın ilk 6 ayı süresince et-kemik unu kapsayan konsantre yemlerle beslenmesidir.<br />
<br />
BSE olaylarının saptandığı çiftliklerin %50'sinde koyunların bulunmaması, scrapi ajanının koyunlardan sığırlara direkt ya da indirekt temas yoluyla bulaşamayacağını göstermiştir. Her olay primer bir olaydır. Enfeksiyonun sığırdan sığıra ve diğer türlere yatay bulaşma bulgusu yoktur. İngiltere Tarım Bakanlığının araştırma sonuçları, BSE'de maternal bulaşmanın olabileceğini göstermiştir.<br />
<br />
Çeşitli aşılar, hormonlar, antelmentikler, herbisitler, pestisitler gibi çeşitli farmasötik ürünlerin ya da tarımsal kimyasalların kullanımı yoluyla da bulaşma tanımlanmamıştır. Ayrıca BSE'nin çıkışı ile sürüler arsındaki hayvan hareketi ya da sığır ithalatı arasında da bir ilişki kurulamamıştır. <br />
<br />
BSE deneysel olarak aktarılabilen bir hastalıktır. Günümüzde BSE; sığır, fare, koyun ve keçilere oral yolla ve inokülasyon ile, domuz ve marmoset maymunlarına sadece inokülasyon ile bulaştırılmıştır.<br />
<br />
BSE olayları, nörolojik ve genel bulguların bir kombinasyonunu kapsar. Nörolojik bulgular, 3 kategoride toplanır.<br />
<br />
Davranış ya da huy değişiklikleri; ençok korku ve sinirlilik hali olarak gözlenir. Hayvan kendisine yaklaşıldığında ya da bir yere sıkıştırıldığında hemen reaksiyon gösterir. Sağım odasına girmeye ve kapı aralarından geçmeye isteksizdirler. <br />
<br />
Duruş ve yürüyüş anormallikleri; ençok arka bacak ataksisi, tremorlar ve düşme gözlenir. Ataksi, hayvan hızlı yürütüldüğünde belirginleşir ve yürüyüş sallantılıdır. Bazen arka bacak eklemlerinde gelişen hiperfleksiyon, hayvan yürütüldüğünde arka bacakların sürüklenmesine ve inkoordinasyona sebep olur. Bu yürüyüş anormallikleri, hayvan her iki yönde dairesel bir tarzda döndürüldüğünde şiddetlenir. Topuklara vurulduğunda sendeleme hatta düşme meydana gelebilir. <br />
<br />
Duyumdaki değişiklikler; sese ve dokunmaya karşı reaksiyon gözlenir. Özellikle baş bölgesindeki muayene girişimleri hayvanı şiddetli kızdırır. Sağımda da dokunmaya karşı şiddetli tekmeleme eğilimi gösterebilirler.<br />
<br />
BSE'li sığırlarda en sık görülen genel klinik bulgular; kilo kaybı ve süt veriminin düşmesidir. Ancak çoğu hayvanda iştiha iyidir. Haftalar süren bir periyod boyunca klinik bulgular giderek kötüleşir. Sonunda hastalık, uzanıp yatma ve ölümle sonuçlanır. İlk bulgulardan ölüme ya da kesime kadar klinik hastalığın süresi, 2 haftadan 6 aya kadar değişebilir.<br />
<br />
Başlangıçtaki klinik bulgular, kısa bir klinik seyre sahip olan hipomagnezemi ve ketosisin sinirsel formu ile karıştırılabilir. Genelde belirli bir süre nörolojik bulgulara sebep olan serebral listeriosis, kuduz, beyaz derili mumifikasyon, kurşun zehirlenmesi, sentral sinir sistemi tümörleri, çavdar otu sendelemesi (rye grass staggers), Aujesky hastalığı ve serebro-kortikal nekroz gibi hastalıklar ayırıcı teşhiste dikkate alınmalıdır.<br />
<br />
Enfekte sığırları teşhis edecek immunolojik ya da serolojik bir diagnostik test yoktur. BSE'nin teşhisi, klinik bulguların tanımına ve beynin histolojik muayenesine dayanır. Yaklaşımsal klinik ya da kesin olmayan histolojik teşhis (örn. otoliz nedeniyle); elektron mikroskobik olarak beyin ekstratlarında SAF'ın identifikasyonu ya da immunokimyasal (polyacrylamide gel electrophoresis, Western blotting) ve immunohistokimyasal teknikler ile anti-PrP antikorları kullanılarak modifiye proteinaz-K dirençli PrPSC'nin tayini ile doğrulanabilir.<br />
<br />
Sığırlar için BSE enfeksiyonunun bilinen tek kaynağı, süt sığırı rasyonlarına katılan kontamine et ve kemik unudur. Enfeksiyonun bu yolu, İngiltere'de temmuz 1988'de sığır ve diğer ruminantların yemlerine ruminant deriveli protein katılmasını yasaklayarak etkili şekilde kesilmiştir. 1990 yılında tüm hayvan ve kanatlı yemlerinde, spesifik sığır organlarının ya da bunlardan derive alan proteinin kullanılmasını önleyen özelleşmiş bir sığır sakatatları yasağı konulmuştur. <br />
<br />
Özelleşmiş sığır sakatatları, 6 aylığın üzerindeki tüm sığırlarda beyin, spinal kord, timus, dalak, tonsiller ve Peyer plaklarının bulunmasından dolayı bağırsakları kapsamıştır. Bu tedbirlerin bilimsel temeli, scrapie'li koyunlarda yapılan enfektivite çalışmalarının sonuçlarına dayanmıştır. 6 aylığın altındaki buzağılara ait materyaller, az ya da hiç tayin edilebilir enfektivite kapsamayacağı düşüncesiyle yasak içine alınmamıştır. <br />
<br />
İnsanlar için başlıca sağlık riski, BSE ile enfekte sığırlardan hazırlanan gıda ürünleri olduğundan, insan gıda zincirinden yüksek enfektivite seviyelerine sahip sığır sakatatlarını uzaklaştırmak amacıyla bu yasak bir yıl önce çıkarılmış ve hasta hayvanlardan elde edilen süt dahil ürünler ile daha sonra sağlıklı hayvanlardan alınan materyal de dahil özelleşmiş sığır sakatatlarını, büyük lenf düğümlerini ve sinirleri kapsamıştır. Bu koşullar altında, İngiltere'den Avrupa Komisyonunun diğer üye ülkelerine et ihracatına izin verilmiştir. 1996 yılından başlayarak İngiltere'den diğer ülkelere sığır eti kapsayan gıda ve gıda ürünlerinin satışı ile sığır dokularından derive alan kuyruk yağı ve jelatin gibi ürünlerin satışı yasaklanmıştır. Ancak 1999 yılında Avrupa Birliği özel şartları yerine getiren etlerin yasağını kaldırmıştır (örn. hiçbir BSE olayının görülmediği ve 30 aylık yaştan küçük hayvanların kesildiği çiftliklerden kemiksiz sığır eti vs.). İngiltere'de diğer bir tedbir olarak hastalık, haziran 1988'de şüpheli hayvanların zorunlu kesimini gerektiren şekilde ihbarı mecburi yapılmıştır.<br />
<br />
BSE'nin görülmediği ülkeler, hastalığı canlı hayvanların ya da kontamine et ve kemik ununun ithalatıyla kazanabilirler. Avrupa Komisyonu, İngiltere'den diğer üye devletlere gıda yasağının etkili olduğu tarih olan haziran 1988'den sonra doğan hayvanlara kadar canlı sığırların ithalatını sınırlamıştır. Daha sonra 6 aylık yaştan önce kesilmeleri kaydıyla sadece besi buzağılarının ithalatına izin verilmiştir. Avrupa Komisyonu, Nisan 1990'dan itibaren de BSE'yi ihbarı mecburi bir hastalık yapmıştır. Bu tarihten beri birçok ülke, ulusal sürülerinde BSE bulgusunu aramak için surveylans programları başlatmıştır. <br />
<br />
Creutzfeld-Jakob'un yeni formunun (vCJD) ortaya çıkışından sonra bir diğer bulaşma riski, prionlar ile enfekte bireylerden alınan kan ve plazma ürünleri vasıtasıyla enfeksiyon olasılığıdır. Bu nedenle İngiltere Sağlık Bakanlığı, İngiliz vericilerden alınan kanların, farmasötik ürünler için kullanılmayacağını bildirmiştir. Bazı ülkeler de İngiltere'de 6 aydan fazla ya da bir yıldır oturan kişilerden kan alınmasını yasaklamışlardır<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
</div>RUSTEM BAYRAM OGLUhttp://www.blogger.com/profile/14717989559050705971noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4579075721014937835.post-85185050144726402262011-03-19T00:34:00.000+02:002011-03-19T00:34:46.267+02:00VÜCUT KONDİSYON SKORU (Vücut Yapısının Değerlendirilmesi)<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on"> <br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; mso-outline-level: 1;"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><span style="font-family: Calibri;">VÜCUT KONDİSYON SKORU (Vücut Yapısının Değerlendirilmesi)</span></span></b></div><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><span style="font-family: Calibri;"></span></span> <br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Vücut kondisyon skoru süt sığırlarının vücut yapılarının zayıf ve aşırı yağlanmış durumlarına göre 1-5 arasında sınıflandırılmasıdır. Kondisyon skorunun düzenli olarak takip edilmesi; sağlıklı ve verimli bir sürünün elde tutulmasını sağlar. Hayvanların çok zayıf veya çok yağlı oluşu, beslenme yetersizlikleri, sağlık sorunları ve sevk idaresinin yerinde olup olmadığını anlamamıza yardım eder.</strong></span><br />
<a name='more'></a></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Vücut kondisyon skoru süt ineklerine uygulanan beslenme programının etkinliğinin belirlenmesinde kritik öneme sahip bir ölçüdür. İneğin yeterli vücut yağı rezervine sahip olması<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>süt üretimini ve döl verimi etkinliğini iyileştirir, sürü ömrünü olumlu yönde etkiler.</strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong><span style="mso-spacerun: yes;"> </span><u>Aşırı yağlı veya aşırı zayıf inekler metabolik hastalıklara karşı oldukça duyarlılık gösterirler. Bu hayvanlarda süt verimi azalır, gebelik oranı düşer ve buzağılama sorunları gözlenir. Laktasyon başlangıcında uygün vücut kondisyon skorunun sağlanamaması veya skordaki hızlı değişimler sürünün sağlığında veya besleme programında bir sorun olduğunun göstergesidir. Vücut kondisyon skorunun buzağılama aşamasında, doğum sonrası<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>muayenelerinde, laktasyonun son döneminde ve kuru dönemde sürekli kontrol edilmesi gerekir. </u></strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Doğum ile laktasyonun ilk 30.-40. günleri arasında vücut kondisyon skorunun 1/2 si ile 3/4 'ü kaybedilebilir.</strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>İkinci laktasyonunda veya daha yaşlı ineklerde süt veriminin pik döneminden sonra haftada 1.8-<metricconverter productid="2.25 kg" w:st="on">2.25 kg</metricconverter> canlı ağırlık artışı gözlenir. </strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Ergin sığırlarda bir vücut kondisyon skoru yaklaşık <metricconverter productid="54.5 kg" w:st="on">54.5 kg</metricconverter>'a eşdeğer<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>olduğundan ineğin pik döneminde kaybettiği kondisyon skorunun tekrar kazanılması yaklaşık 6 aylık bir süre gerektirir. </strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Büyüme sürecinde olan düvelerin tam bir vücut kondisyon skoruna ulaşabilmeleri için <metricconverter productid="73 kg" w:st="on">73 kg</metricconverter> canlı ağırlık kazanmaları gerekir. </strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Doğumu izleyen ilk 1-2 haftada bir vücut kondisyon skorunun kaybedilmesi hızlı bir kayıp olarak değerlendirilir ve beslenme programının uygün olmadığını gösterir.</strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Laktasyonun ilk 4-5 haftalık sürecinde 1/2'lik kondisyon kaybı normal kabul edilir. </strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Yüksek verimli süt sığırlarının laktasyonun 60-90 günlük döneminde yüksek süt üretimini sağlayacak, ağırlık kaybını önleyecek kadar kuru madde tüketmedikleri bilinmektedir. </strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Bu itibarla yüksek süt verimi için vücut yağları mobilize olmak zorundadır. </strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Buzağılamada 4-5 vücut kondisyon skoruna sahip yağlı ineklerde yüksek süt verimi ile yüksek kuru madde tüketimine geç ulaşıldığı, negatif enerji dengesinin uzadığı gözlenmiştir. </strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Yüksek kondisyon skoruna sahip inekler buzağılamada daha fazla kondisyon kaybetmektedirler. Diğer yandan buzağılama aşamasında daha düşük kondisyonda (3) olan ineklerin daha fazla yem tüketimi ile yüksek süt veriminin birbirine yakın dönemde<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>elde edildiği tespit edilmiştir. </strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Aşırı yağlı ineklerde yem tüketimi azaltılmakta, dolayısıyla bu ineklerde buzağılamada maksimum yem tüketimine ulaşamamaktadırlar.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span></strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Düşük vücut kondisyon skoru söz konusu olduğunda ayak sorunları, sürü bazında bir sağlık sorunu veya beslenme programında bir hata yapıldığı akla gelebilir.</strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong><span style="mso-spacerun: yes;"> </span><u>Vücut kondisyon skorunun kontrol altında tutulabilmesi için maksimum yem tüketimi sağlanmalı, enerji yoğunluğu ayarlanmalı, ham ve korunmuş protein düzeyi sağlanmalı, rasyonda yeterli selüloz bulunması ve makro mineral ve su ihtiyacının eksiksiz karşılanmalıdır.</u></strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Buzağılamayı izleyen ilk 4 haftalık süreçte inekler için uygün vücut kondisyon skoru 3-3.5 olmalıdır. </strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Dördüncü hafta sonuna doğru skorun<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>2.5 - 3'ün altına inmemesi sağlanmalıdır. Ancak çok yüksek süt verimine sahip ineklerde bu değer 2'ye kadar inebilir. Bu süre içinde hızlı bir skor kaybı söz konusu olursa<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>yem tüketimi, yem enerji, protein ve selüloz miktarları incelenmelidir. İneklerde laktasyonun 1.- 4. aylar arasında vücut kondisyon skoru 2.5-3.0 arasında olmalıdır. İneklerin kondisyonlarının 3 olması<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>sağlanmalı ve pozitif enerji dengelerini tekrar kazanmalarına özen gösterilmelidir. İşletmedeki inekler yüksek verimli olmadıkları halde kondisyon 2’ye<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>düşerse<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>yem tüketimi kontrol edilmelidir. Yem tüketimi maksimum noktasında ise yüksek süt verimi ile iyi bir vücut kondisyon skoruna ulaşılabilir. Hayvanlar 3-3.5 gibi iyi bir kondisyon değerine sahip ancak süt veriminde pike ulaşamazlar ise<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>yemler protein ve<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>makro elementlerce kontrol edilmeli. Su tüketimi incelenmelidir. </strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Laktasyon döneminin ortalarında<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>(4.-8. Aylar arası) önerilen vücut kondisyon skoru yaklaşık 3'dür. Bu süreç içinde<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>vücut rezervlerinin yerine konulabilmesi için<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>ihtiyacın bir miktar üzerinde enerji verilmelidir. Bu dönemde inekler aşırı kondisyon (3.5-4)<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>sağlarlar ise<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>rasyonun enerji düzeyi azaltılmalı, protein miktarı kontrol edilmelidir. Kondisyon 2-2.5'in altına düşerse rasyon enerji yönünden yetersiz demektir. Sorun genellikle laktasyonun pik döneminde<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>başlayacağından o dönemin rasyonu kontrol edilmelidir.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span></strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Laktasyon döneminin sonlarında vücut kondisyon skoru yaklaşık 3.5 olmalıdır. Bu dönemde hayvanın aşırı bir kondisyona girmeden<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>vücut rezervlerini tamamlaması gerekir. Kondisyonun 4 ve üzerine çıkması halinde enerjinin azaltılması gerekir. Kondisyonun 3'ün altına inmesi durumunda ise enerji düzeyi artırılır. Bu dönemde kondisyonla ilgili bir sorun olması halinde önceki dönemlere ait rasyonların gözden geçirilmesinde yarar vardır. </strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Süt veriminin azaldığı laktasyonun son 3. ve 4. ayında fazla kesif yem uygulamasına devam edilmesi genellikle<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>aşırı<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>kondisyona neden olmaktadır. Kuru dönemin uzaması, bu dönemde<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>aşırı kesif yem<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>veya mısır silajı verilmesi de ineklerde aşırı bir kondisyona yol açabilmektedir. Buzağılama döneminde aşırı kondisyon skorundan kaçınmak gerekir. Kuru dönemde kondisyon skorunun % 20 oranında azalması izleyen laktasyonda süt yağının düşmesine neden olmaktadır.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><span style="mso-tab-count: 1;"> </span><span style="mso-spacerun: yes;"> </span></strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Vücut Kondisyon Skorunun Saptanmasında Ele Alınacak<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Unsurlar ve Derecelendirmeler</strong></span></div><h6><span lang="EN-US" style="font-family: "Arial Black", "sans-serif";"><em><span style="font-size: small;"><span style="color: #243f60;">a-Aşırı Şişmanlık (Yağlanma)</span></span></em></span></h6><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Aşırı şişmanlık; laktasyonun son döneminde azalan süt verimiyle birlikte hayvanlara verilen yem miktarının ayarlanmaması sonucunda veya uzun süren kuru dönem veya kuru dönemde hayvanların beslenmesi sonucu ortaya çıkar. Güç doğum, infertilite (kısırlık) ve metabolik problemlere yol açar.</strong></span></div><h6><span lang="EN-US" style="font-family: "Arial Black", "sans-serif"; font-size: 14pt; line-height: 115%;"><em><span style="color: #243f60;">b-Aşırı Zayıflık</span></em></span></h6><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Vücut kaynaklarının yetersizliği sonucu süt verimi ve süt yağı oranlarında düşüşe yol açar. Hayvan kızgınlık göstermez veya gebe kalmaz.</strong></span></div><h6><span lang="EN-US" style="font-family: "Arial Black", "sans-serif";"><em><span style="color: #243f60;"><span style="font-size: small;">c-Damızlık Hayvan Yetiştiriciliği</span></span></em></span></h6><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Damızlık düvelerin kondisyonunun izlenerek besleme programlarının hazırlanması yeterli canlı ağırlık ve yaşta ilk kızgınlık göstererek gebe kalmalarını sağlar. Aşırı yağlı düvelerde görülen infertilite, güç doğumlar ve düşük süt verimi olasılıkları kontrol altına alınır.</strong></span></div><h6><span lang="EN-US" style="font-family: "Arial Black", "sans-serif";"><em><span style="font-size: small;"><span style="color: #243f60;">d-Vücut Kondisyon Skoru Nasıl Tayin edilir?</span></span></em></span></h6><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Derecelendirme 1-5 arasında olduğundan ;</strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Skor 1 : Çok zayıf bir süt sığırını,</strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Skor 5 : Çok şişman (aşırı yağlı) bir süt sığırını ifade eder. </strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Değerlendirmede rakamsal ifadelerin önüne veya arkasına (+), (-), (.) işaretleri konarak derecelendirilmeye gidilir. Örneğin;</strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-family: "Arial Black", "sans-serif";"><span style="font-size: small;">Skor 1</span></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Kaburga kemikleri dışa vurmuş vaziyette hissedilir. Üzeri çok ince et tabakasıyla kaplı, aralarına parmaklar rahatlıkla girer. Sırt, bel, sağrı kemikleri çok belirgin vaziyettedir. Kalça kemiklerinin çıkıntıları ve araları keskin, aralarına rahatlıkla parmak girer. Kuyruk kökü çökmüş, kemik uçları keskin, vulva (dişilik organının dıştan görülen kısmı) dışarı çıkıntılıdır.</strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-family: "Arial Black", "sans-serif";"><span style="font-size: small;">Skor 2</span></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Kaburga kemikleri çıkıntılı ve uçları hissedilir. Sırt, bel ve sağrı kemikleri belirgin fakat bir kısım et tabakasıyla kaplı, kalça kemikleri belirgin fakat bunları birbirine birleştiren kısım etle kaplı, kuyruk kökü kemik yapısı ancak belirgin ve vulva biraz dışarı çıkıntılıdır.</strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-family: "Arial Black", "sans-serif";"><span style="font-size: small;">Skor 3</span></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Kaburgalar ancak elle bastırarak hissedilir durumda, uç ve aralara parmak girmez. Sırt, bel ve sağrı dolgün, kalça kemiklerinin üzeri etle nispeten kaplanmış, sağrı kemiği iyice kapalı elle ancak hissedilebilir.</strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-family: "Arial Black", "sans-serif";"><span style="font-size: small;">Skor 4</span></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Kaburga kemikleri aşırı basınçla ancak hissedilebilir vaziyette, sırt ve bel sağrı düzleşmiş, kemiklerin çıkıntıları elle zor hissedilir. Kuyruk kökü ve civarı düzleşmiş, yağ birikintisi hissedilir durumdadır.</strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-family: "Arial Black", "sans-serif";"><span style="font-size: small;">Skor 5</span></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Tüm vücut silindirik bir görünüm almış, deri altı yağ dokusu her tarafta elle hissedilir. Kuyruk kökü yağa gömülmüş gibi bir durum arz eder.</strong></span></div><h6><span lang="EN-US" style="font-family: "Arial Black", "sans-serif";"><em><span style="font-size: small;"><span style="color: #243f60;">e-Süt Veriminin (Laktasyon) Değişik Dönemleri İçin Önerilen İdeal Kondisyon Skorları</span></span></em></span></h6><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Buzağılamada 3 +,<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>4 -</strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Laktasyon başlangıcında 3 -, 3</strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Laktasyonun ortasında 3</strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Laktasyonun sonunda 3 - - </strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Kuruda 3 +, 4 -</strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Düveler 3 -, 3 +</strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><br />
</div><h6><span lang="EN-US" style="font-family: "Arial Black", "sans-serif";"><em><span style="font-size: small;"><span style="color: #243f60;">f-Kondisyon Skorları ve Gözlenebilecek Aksaklıklar</span></span></em></span></h6><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Skor 1<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>: Hayvan deri ve kemikten ibarettir.</strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Skor 2, 2-<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>: Hayvan negatif enerji dengesindedir.</strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><strong>Skor 2 +<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>: Laktasyon başlangıcında süt verimi yüksektir ancak sorunlar ortaya çıkabilir</strong><span style="font-size: small;">.</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Skor 3<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>: Hayvan ideal beslenme dengesindedir.</strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Skor 4<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>: Kondisyon yüksek fakat kötü bir sütçüdür. Laktasyon çok uzun<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>sürer ve kuruya geçince infertilite riski yüksektir.</strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span lang="EN-US" style="font-size: 14pt; line-height: 115%;"><strong>Skor 5<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>: Aşırı yağlandırılmış inek; Yağlı İnek Sendromu (FCS adayı).</strong></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; mso-outline-level: 1;"></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; mso-outline-level: 1;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; mso-outline-level: 1;"><br />
</div><br />
<div align="center" class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: center;"><br />
</div><div align="center" class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: center;"><br />
</div><div align="center" class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: center;"><br />
</div><div align="center" class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: center;"><br />
</div><div align="center" class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: center;"><br />
</div></div>RUSTEM BAYRAM OGLUhttp://www.blogger.com/profile/14717989559050705971noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4579075721014937835.post-72173313798004618392011-03-06T01:25:00.001+02:002011-03-08T14:33:12.042+02:00Sıcak stresinin süt sığırları üzerine etkisi<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on"> <br />
<h1 id="post-title">Sıcak stresinin süt sığırları üzerine etkisi</h1> <br />
HAZIRLAYAN: CEMİL ÇABUK / MEHMET AKİF ERSOY ÜNİVERSİTESİ VETERİNER FAKÜLTESİ<br />
<br />
<br />
Bakım ve beslenme ile ilgili bilimsel gelişmeler sonucu süt sığırlarının daha yüksek verim kabiliyeti kazanmaları ineklerin daha kolay metabolik hastalıklara yakalanmalarına ve döl verim kabiliyetlerin de önemli azalmalara neden olmuştur.Bunun yanı sıra süt sığırların da yüksek hava sıcaklıklarında bu problemlerin belirgin bir şekilde artışı gözlenmiştir.<br />
Son yıllarda Türkiye’de de yaz aylarında küresel ısınmadan kaynaklandığı ileri sürülen daha sıcak ve nemli mevsimler yaşanmaya başlamıştır. Bir taraftan da süt sığırcılığının yoğunlaştığı bölgelerin Türkiye’de daha çok yazları sıcak geçen bölgeler olduğu düşünülürse, yüksek verimli ineklerin sıcak stresinde iyi bir strateji ile beslenmeleri önemli bir konu haline gelmiştir.<br />
<strong>Sıcak stresinin etkileri </strong><br />
<strong>1.Sıcak Stresinin Fizyolojik Etkileri </strong><br />
Sıcak stresi altındaki ineklerde sindirim sisteminde ve metabolizmada bazı değişiklikler meydana gelir. Bunun başında kandaki hormonal denge, asit-baz dengesi ve rumen pH’sı ile ilgili değişimler gelir.Bu değişikliklerin sonucunda yem tüketiminde azalma ve hayvanda bazı stres şartları ortaya çıkmaktadır. Sıcak stresi altındaki inekler yem tüketimini azaltırlar, aktiviteleri azalır, durmak için gölge ve rüzgarlı bölgeleri tercih ederler,solunum hızları ve terlemeleri artar ve kan akışı perifer de yoğunlaşır.<br />
<a name='more'></a><br />
Sıcak stresindeki hayvanların meme dokularındaki kan akımı daha yavaştır.Sıcak stresin de portal dolaşım ve meme bezlerindeki dolaşımın periferal dokulara kayması nedeni ile karaciğer ve meme dokularına yeterli besin maddeleri taşınamaz ve böylece süt veriminde azalma meydana gelir. Sıcak stresi altındaki hayvanlarda plazma somatotropin düzeyinde azalma meydana gelir.Bu azalma kuru madde tüketiminin kısıtlanmasından meydan gelir.Sürekli hızlı solumada akciğerler yoluyla CO2 kaybı artar ve bunun sonucu da kan karbonik asit yoğunluğu azalır.Bu durumda respiratorik alkaloz şekillenir ve bu alkalozu dengelemek için idrar yoluyla bikarbonat atılımı artar.<br />
Sonuç olarak da kandaki bikarbonat düzeyi azalır. Sıcak stresine maruz kalan ineklerin kan asit-baz dengesi ve bikarbonat düzeyini gün boyu değişiklik gösterir ve solunum hızı ile rektal ısıda artış meydana gelir.Gündüz sıcak stresi sonucu oluşan hızlı solunumun meydana getirdiği alkalozisi bertaraf etmek için idrar ile aşırı bir bikarbonat atılımı gerçekleşir ve daha serin olan akşam saatlerinde metabolik alkalozis metabolik asidozise dönüşür.<br />
<strong>2.Sıcak Stresinin Genel Etkileri</strong><br />
Süt sığırları için en uygun mutlak sıcaklığın 5-25 0C arasında olduğu bildirilmektedir. İnekler 25 0C’nin üzerindeki hava sıcaklıklarında deri yüzeyi ve solunum yoluyla vücutlarından ısıyı uzaklaştırmak için enerjiye ihtiyaç duyarlar.Mutlak hava sıcaklığı arttıkça ineğin kendini serinletmesi güçleşir.<br />
Sıcak stresi altındaki hayvanlarda kuru madde tüketimi % 2-12 oranları arasında düşer ve % 20-30 oranlarında da süt verimi kaybı oluşur ve bu kayıp hava sıcaklığı 32 0C’yi aştığında, günde 5-12 litreyi bulabilir.Kuru dönemde sıcak stresine maruz kalan ineklerin doğurdukları buzağılar daha düşük doğum ağırlığına sahiptir ve bu inekler doğumdan sonra diğer ineklere göre metabolik hastalıklara daha hassastırlar.<br />
<strong>Yüksek çevre sıcaklığının üreme üzerinde de olumsuz etkileri bulunmakta olup, bu etkiler şöyle sıralanabilir</strong>:<br />
Erken embriyonik ölümler ve düşük canlı ağırlığa sahip buzağılar ,döl tutmada başarısızlık, östrus döngüsünde aksamalar,üreme etkenliğinde düşme ,buzağılama aralığı ve buzağılama ile ilk tohumlama arası sürelerde uzama ,döl yatağının işlevinde ve hormonal fonksiyonlarda aksama ,semen kalitesi ve miktarında azalmadır.<br />
<strong>Sıcak stresi ineklerde uzun süreli bakım ve tedavi gerektiren birçok soruna yol açar. Bunlar: </strong><br />
Doğum güçlükleri,erken laktasyon döneminde yağlı karaciğer sendromu,mastitis olgularının sıklaşması,embiryonik ölümler ve ölümle sonuçlanan yan etkiler oluşması ,asidozis veya uzun süre bikarbonat eksikliğine bağlı olarak laminitis tablosunun sürüye hakim olmasıdır.<br />
<strong>Sıcak Stresinde Asidoz Oluşmasının Nedenleri:</strong><br />
İneklerin günün sıcak saatlerinde yem tüketimlerinin azalması ve gün boyu sık sık ve azar azar yem tüketmek yerine, günün daha serin saatlerinde birden fazla yem tüketmeleri.Daha önce fizyolojik etkilerde belirtildiği gibi tükürükte bikarbonat düzeyinin düşmesi ve aşırı salya artışı nedeni ile tükürüğün büyük kısmının rumen yerine dışarı akıtılması.İneklerin daha çok konsantre yem tüketimine yönelmeleri ve kaba yem tüketiminin azalması. Yemlemenin TMR şeklinde yapıldığı yerlerde ineklerin konsantre yemi seçerek kaba yemleri yememeleri ve artırmaları.Otomatik yemliklerle yapılan , hayvanın otomatik yemlikten konsantre yemi yemesi fakat yemlikte verilen kaba yemi yememesi.Yem tüketiminin azalması nedeni ile rasyonun enerji içeriğinin yoğun hazırlanması ve bu enerjinin büyük oranda tahıllara dayandırılmasıdır.<br />
<strong>Sıcak Stresindeki İneklerde Dışarıdan Bakışta Görülen Değişikler :</strong><br />
Gölge alandan dışarı çıkmak istemezler. Eğer yemlik ve suluk açık alanda ise yem ve su tüketmek için gölgelikleri terk etmezler. Barınakta daha çok serin bölgelerde kümeleşirler.Yem tüketimi azalır. Yemliklerde yenmeden kalan yem miktarı artar. Artırılan yem daha çok kötü kaliteli ya da uzun kıyılmış sindirilmesi daha zor olan kaba yem parçacıklarıdır. Su tüketimleri hava sıcaklığına bakarak birkaç kat artar.Yatmaktan ziyade daha çok ayakta dururlar. Yataklıklarda uzanan hayvan sayısı iyice azalır.Solunum hızı artar. İneklerin ayakta ve hızla ileri geri sallanarak soluk aldıkları görülür.Vücut ısılarında artış görülür.İneklerde aşırı salya artışı meydana gelir.Sıcak stresinin olumsuz etkileri yüksek verimli inekler ile laktasyonun erken dönemi ve kuru dönemin son safhalarındaki hayvanlarda daha belirgin şekilde ortaya çıkar.<br />
<strong>3.Sıcak </strong><strong>S</strong><strong>tresinin Kuru Madde ve</strong><strong> </strong><strong>Su</strong><strong> Tüketimi Üzerine Etkisi</strong><br />
Yüksek çevre sıcaklığı, vücut sıcaklığı ile çevre sıcaklığı arasındaki farklılığı azaltarak hayvanın vücudunda oluşan fazla sıcaklığın uzaklaştırılmasını zorlaştırır. Yüksek nem ise vücuttan terleme ve sıcaklık yayılması yoluyla gerçekleştirilen sıcaklık uzaklaştırılmasını azaltır ve sonuç olarak vücut sıcaklığı artar.<br />
<strong>Sıcaklığın yem tüketimini azaltmasında 3 etmenin rolü vardır</strong>:<strong> </strong><br />
-Sıcaklığı ayarlayan merkezlerin doğrudan regülasyonu,<br />
-Yüksek solunum oranının yem yemeyi engellemesi,<br />
-Davranışta meydana gelen değişmelerle ısıüretiminin düşmesi ya da gölge arama şeklinde hayvanların yem kaynaklarından uzaklaşması<br />
Hayvanlar akşam serinliği başladığında daha fazla yem tüketirler, ancak yem tüketimindeki bu artış hayvanın gereksinimlerini karşılamakta yetersiz kalır.Uygulamada gündüz dönemi boyunca daha sık ve taze yemleme yapılarak hayvanları yem tüketimine teşvik etmek gerekir.Diğer taraftan yemlik bölgesinde yapılan serinletme sistemleri de hayvanların yem tüketimlerini olumlu etkiler. Sıcak havalarda ineklerin uzun mesafe yürütülerek çayırdan getirilmesi vücut sıcaklığında artışa neden olur ve bu sıcaklık artışı 6-10 saat kadar devam edebilir. Bu nedenle hayvanların sıcak havada uzun efor harcamalarından kaçınılmalı ve otlatma saatleri daha serin akşam saatlerine alınmalıdır.<br />
Çevre sıcaklığının 18 C° den 30 C°’ ye yükselmesinin konsantre yem tüketimini % 5, kuru ot tüketimini ise % 22 azalttığı belirlenmiştir.Bu durum rasyonun vücut ısı artışı oluşturma potansiyeli ile ilgilidir ve bu olumsuzluğu azaltmak için rasyonda yapılan değişiklikler ise asidozis oluşumuna neden olabilmektedir.Genellikle göz ardı edilen su tüketimi, sıcak stresi altındaki ineklerde en önemli beslenme unsurlarından biridir. Sütün % 87 gibi önemli bir kısmını suyun oluşturması yanı sıra vücuttan sıcaklığın uzaklaştırılmasında da su başlıca rolü oynar. Hava sıcaklığının vücut sıcaklığını geçmesi ile birlikte kuru madde tüketimi ve genel aktivitenin azalması ile birlikte su tüketimi de azalmaya başlamaktadır.<br />
<strong>Sıcak Stresinde Beslemede Dikkat Edilecek Noktalar </strong><br />
<strong>1. Su</strong><br />
Genellikle ineklerin tükettikleri kuru maddenin 2 ile 4 katı kadar su tükettikleri ve süt verimi yanı sıra rasyonda ki tuz ve protein oranı arttıkça da su tüketiminin arttığı belirtilmiştir.İneklerin buharlaşma yoluyla vücutlarını soğutan hızlı soluma ve terleme faaliyetlerinin artması ve dolayısıyla da bu iki mekanizmanın su kaybını giderek yükseltmesi nedeniyle hava sıcaklığı yükseldikçe su tüketimi de hızla artmaktadır.Bu duruma karşı, ineklerin kolay ulaşabileceği mesafede ve gölge olan yerlerde sınırsız sulama imkanı sunarak önlem alınabilir.Suluklar yemliklerden uzaksa ve aradaki mesafede gölgelendirme yoksa hayvanlar gölgede kalmayı suya tercih ederler.<br />
İneklerin yeterli miktarda su tüketememeleri kuru madde tüketimini azaltan önemli faktörlerden biridir.Sıcak havalarda suyun normal su sıcaklığının altına soğutulmasının pek bir yararı olmamaktadır. Ayrıca ineklerin fazla soğutulmuş suya göre, normal sıcaklıktaki (20-25 C°) suyu tercih etkileri ve sıcak stresi altındaki hayvanlara içebildikleri kadar bol ve taze su sağlanmasın daha önemli olduğu belirtilmektedir.<br />
<strong></strong><strong>2.Protein</strong><br />
Sıcak stresi durumunda, rasyonda ki protein hem miktar hem de sindirim özellikleri bakımından dikkate alınmalıdır.Rasyonda gereksinimden fazla ya da eksik olan ham protein oranı vücut sıcaklığını artırmaktadır. Protein eksikliği rasyonun sindirilebilirliğini azaltmakta, aşırı protein tüketiminde ise metabolizmanın gereksiniminden fazla olan amonyak protein sentezi için gereken enerji maliyetini artırmakta ve üreye metabolize olarak idrarla atıldığı için de vücut sıcaklığını yükseltmektedir.Yüksek proteinli rasyonlar (% 19 yerine %23 protein oranında) süt verimini 1.4 kg azaltır.Ayrıca, rumende sentezlenen mikrobiyal protein oranı azalırken kan ve süt üre azotu miktarlarının yükselir. Bu durum da uterusta iyon dengesini bozulur ve döl verimi sorunlarına ortaya çıkar. Sıcak stresinde rasyondaki, rumende parçalanabilir protein oranının toplam ham protein oranının % 61’ini geçmemesi gerekir ve protein kalitesinin özellikle de lizin oranı önemli bir kriterdir.<strong> </strong><br />
<strong>3. Ham Selüloz</strong><br />
Süt sığırlarında sıcak stresinde kuru madde tüketimi azaldıkça rasyonda yeterli miktarda ham selüloz oranın sağlanabilmesinde sorunlar ortaya çıkabilir.Azalan kuru madde içerisinde belirli bir enerjiyi sağlamak gerekecektir ve rasyonda enerji bakımından daha zengin yem maddelerinin daha fazla oranda kullanılma zorunluluğu doğacaktır.Selüloz sindiriminin rumende ki son ürünü olan asetat ,kolay eriyebilir karbonhidrat sindirimi sonucu oluşan propiyonat ve glikoza göre vücutta daha az etkinlikle kullanılır. Tabi her iki karbonhidrat formu da yağlara göre daha az etkinlikle kullanılmaktadır.Bu nedenle ve rumende ki fermantasyon sırasında meydana getirdiği ısı artışı nedeniyle, yüksek oranda ham selüloz içeren bir rasyon, ineklerin sıcak stresinin artmasına yol açacaktır.<br />
Dolayısıyla, ineklerin yaz aylarında beslenmesindeki en önemli konulardan bir tanesi de rasyonda ki olabilecek etkin lif profilini oluşturabilmektir.Sıcak stresi koşullarındaki ineklerde, rasyondaki yeterli lif miktarını ve istenilen rumen fonksiyonlarını sürdürebilmek için, bazı tedbirler almak gerekecektir. Çünkü inekler bu şartlarda konsantre yemi tercih ederek kaba yemi ayırma yoluna gidecektir.Rasyonun toplam karma yem şeklinde yedirilmesi, kaliteli, sindirilebilirliği yüksek ve lezzetli kaba yemlerin kullanılması kaba yem tüketimini artıracaktır.<br />
<strong>4. Rasyona Yağ İlave Edilmesi</strong><br />
Sıcak iklim koşullarında rasyonda yağ kullanılması enerji etkinliğini artırması, daha az ısı artışına neden olması ve rasyonda daha az oranda yer alarak karbonhidratlara göre daha fazla (yaklaşık 2.25 katı) enerji sağlaması bakımından avantajlıdır. Bununla beraber sıcak stresi koşullarında rasyona yağ katılması süt veriminde çok önemli bir artışa neden olmaz, barınağın fiziksel olarak soğutulması ile daha fazla süt verimi artışı sağlanır.<br />
Barınaklarda sıcağa karşı alınan fiziksel serinletme önlemlerinden sonra rasyon ile ilgili düzenlemeler ikinci derecede önemlidir.Ancak, sıcak stresinin etkisiyle kuru madde tüketiminde oluşan azalma sonucu açığa çıkan enerji eksikliğinin, kolay eriyebilen karbonhidratları yüksek oranda içeren tahılları aşırı miktarda kullanarak karşılanması yerine, gerekli enerji düzeyinin yağ katkısı ile sağlanmasının asidozis ve ilgili problemlere karşı bir önlem olacağı bilinen bir gerçektir.<br />
<strong>5. Mineral ve Vitaminler</strong><br />
Sodyum (Na) ve potasyum (K) gibi elektrolit mineraller vücutta sıvı dengesi, iyon ve asit -baz dengesinin sürdürülebilmesi bakımından önemli mineral maddelerdir ve sıcak stresi altında önemleri daha da artmaktadır. Sıcak stresi altındaki ineklerde önemli miktarda K kaybı meydana gelmektedir ve sıcak stresi şartlarında gölge olanağı bulunmayan ineklerde gölgedeki ineklere göre bir günde beş kat fazla K kaybı olmaktadır.Süt sığırlarında rasyonda kuru maddedeki potasyum düzeyinin % 1.2 ya da daha fazla hale getirildiğinde süt veriminin % 3-9 oranında artar ve kuru madde tüketiminde de yükselme meydana gelir.Ayrıca rasyondaki sodyum düzeyinin de % 0.45 ya da daha fazla düzeye çıkarılması ile yine süt veriminde % 7-18 oranları arasında bir iyileşme olur.Sıcak stresinde rasyon katyon anyon dengesini değiştirilmesi faydalıdır ve bu dengenin + 200 olması kuru madde tüketimi, süt verimi ve rumen pH’sında olumlu etkisi vardır. Yine klor oranının da rasyon da %0.35 oranını aşmaması gerekir.<strong> </strong><br />
<strong>6. Yemleme ve Rasyon </strong><br />
Sıcak stresi koşullarında yemleme programında bazı değişiklikler yapmak gerekmektedir.Öncelikle yem taze olarak hazırlanmalı ve yemleme sıklığı artırılmalıdır.Yemliklerin olduğu bölge serinletme uygulamaları ile rahatlatılmalıdır ve günde en az 3 öğün yemleme yapılmalıdır. Sağım öncesi bekleme alanlarının serinletilmesi ve sağım ve buna bağlı olarak yemleme zamanlarının günü daha serin zamanlarına kaydırılması kuru madde tüketimini artıracaktır.<br />
Yemlemenin toplam karma yem şeklinde yapılması kaba yem-konsantre yem ayrımını azaltacağı gibi, toplam karma yem bileşimi de yem ayırmayı azaltılacak şekilde düzenlemelidir. Kuru otların kıyılma uzunlukları fazla tutulmamalı ve 3-5 cm uzunluğu geçmeyecek şekilde düzenlenmelidir.Yemlik her zaman temiz tutulmalı, kızışma ve küflenme önlenmelidir.<br />
HAZIRLAYAN: CEMİL ÇABUK / MEHMET AKİF ERSOY ÜNİVERSİTESİ VETERİNER FAKÜLTESİ<br />
<strong>KAYNAKLAR </strong><br />
-Süt Sığırlarının Sıcak Stresinde Beslenmesi(Hasan Melih Yavuz,Hakan Biricik)<br />
-Süt Sığırlarında Verim Üzerine Etkili Bazı İklimsel Stres Faktörleri(Savaş Atasever, Hüseyin Erdem, Ertuğrul Kul)<br />
-Prof.Dr.Behiç Coşkun(süt ineklerinde su ihtiyacı ve suyun kalitesi)<br />
-www.sicakstresi.com<br />
-www.hormonuzmani.com</div>RUSTEM BAYRAM OGLUhttp://www.blogger.com/profile/14717989559050705971noreply@blogger.com8tag:blogger.com,1999:blog-4579075721014937835.post-20502087559893820712010-10-17T00:29:00.000+03:002010-10-17T00:29:48.833+03:00BUZAĞI YETİŞTİRMEDE BAŞARI İÇİN !..<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiGBLRY0pXTj_RfhKeM2wz5kH_E1qeJeFkuf2lVkmzCq-cOFAVlqk702b4aUoDoOE63ffpRAm4d1xfKLMqB01cZkNEmCuSG_weGRwJ52jpGEmCHXkyxbZXqcmnIDBFvn5w6AYS4gieM/s1600/u13573203.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ex="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiGBLRY0pXTj_RfhKeM2wz5kH_E1qeJeFkuf2lVkmzCq-cOFAVlqk702b4aUoDoOE63ffpRAm4d1xfKLMqB01cZkNEmCuSG_weGRwJ52jpGEmCHXkyxbZXqcmnIDBFvn5w6AYS4gieM/s1600/u13573203.jpg" /></a></div> <br />
<br />
BUZAĞI YETİŞTİRMEDE BAŞARI İÇİN !..<br />
<br />
Dr. Onur ŞAHİN<br />
Zıraat Yüksek Mühendisi<br />
TDSYMB <br />
<br />
<br />
<br />
Damızlık Sığır Yetiştiriciliği yapan işletmelerde buzağı yetiştirme önemli işlerin başında gelmektedir. Her yıl doğan buzağılarda meydana gelebilecek kayıplar, işletme ekonomisine oldukça büyük zararlar vermektedir. Doğan her buzağının sağlıklı ve verimli bir şekilde sürüye kazandırılması, başta yetiştiriciye olmak üzere, Türkiye ekonomisine önemli katkılar sağlamaktadır.<br />
<br />
Başarılı bir buzağı yetiştirmenin ilk ve önemli aşamasını, buzağının doğumundan sütten kesimine kadar olan dönemde uygulanacak bakım ve besleme oluşturmaktadır.<br />
Doğan buzağının işletme defterine kaydedilmesinin ardından hayati öneme sahip ilk uygulama, ağıt sütü ile beslemedir. Çünkü, buzağı yeni hayata başladığı an hastalık etmenlerine karşı yeterli vücut direncine sahip değildir. Ağız sütü sahip olduğu zengin protein, yağ muhtevasının yanısıra içerdiği antikorlar vasıtasıyla, buzağıya bu yeteneği kazandırmaktadır. Pasif bağışıklık olarak adlandırılan bu durum, annenin kanında mevcut olan ve hastalık etkenlerine karşı silah vazifesi gören antikorların kan damarları yolu ile meme bezine gelerek buradan ağız sütüne geçmesidir.<br />
<a name='more'></a> Söz konusu bu mekanizma, ilk 24 saat içerisinde ağız sütündeki antikorları buzağının vücuduna kazandıran, ancak 24 saat sonunda tamamen kapanarak işlev yapamaz hale gelen, ince barsaklardaki geçici gözeneklerle tamamlanmaktadır. Antikorlar büyük molekül yapısına sahip proteinler olmaları nedeniyle, ince barsaklardaki normal gözeneklerden vücuda emilmeleri imkansızdır. Buzağının ince barsağındaki bu geçici gözeneklerin, ineğin ağız sütünün ilk 24 saat içerisinde %6 antikor içerdiğini, 24 saat sonunda ağız sütündeki antikor oranının %70 azalacağını bilircesine işlemektedir. Antikor oranı, ağız sütünün normal süte dönmesi ile %0,1 düzeyine gerilemektedir.<br />
<br />
Bu nedenle, buzağının doğumu takip eden ilk 30 dakika içerisinde asgari 2 litre ağız sütü alması gerekmektedir. Ağız sütü ile ikinci besleme ise, doğumu takip eden 6. ile 9. saatler arasında yapılmalıdır. Üç ve dördüncü öğün beslemeler doğumdan sonra 24 saat dolmadan gerçekleştirilmelidir. Bir buzağı ilk 24 saat içerisinde doğum ağırlığının %8-10'u kadar ağız sütü almalıdır. Buzağıya ağız sütü verilirken, sağılan ağız sütünün, ineğin vücut sıcaklığı olan 38° derece sıcaklıktaki suyun içinde muhafaza edilerek bu sıcaklıkta buzağıya içirilmesi gerekmektedir.<br />
Doğumdan sonraki 4. günden itibaren 8 haftalık oluncaya kadar sütle beslenmesi gerekmektedir. <br />
<br />
Buzağı doğduğunda ruminant değildir. Ancak doğumdan sonraki 4. ve 8. Haftalar arasında hızla gelişerek rumen fonksiyonel hale gelmektedir. Rumenin gelişiminin desteklenmesi bakımından buzağıya rumende kolay fermente olabilen karbonhidratları içeren yem maddelerinin ve temiz suyun sağlanması gerekmektedir. Kolay fermente olan karbonhidratları sağlaması nedeniyle buzağı başlatma yemleri oldukça avantajlıdır. Buzağının doğumundan sonra sütle beslemeye ilave olarak 4. günden itibaren azar azar kovasının içerisine veya elden buzağı başlatma yemi tüketmesi istenmektedir. Özellikle doğumdan sonraki 7. ile 14. günler arasında buzağının başlatma yemi tüketimi yakından takip edilmelidir. <br />
Yedirilmesi düşünülen buzağı başlangıç yeminin, %18 - 20 ham protein, 1.1-1.2 Mcal Net enerji, %15 ham sellüloz, %0.6 Kalsiyum, %0.4 Fosfor bulunmasının yanısıra, buzağı başlangıç yeminin kilogramında 10 mg bakır, 42 mg çinko, 30 mg manganez, 6000 IU Vitamin A, 1400 IU Vitamin D, 50 IU Vitamin E bulunması istenmektedir.<br />
<br />
Sütle besleme döneminde, buzağıya kaliteli buzağı başlatma yemi yanında istediği an temiz su tüketmesi sağlandığında, buzağı başlatma yemi içeriğinde bulunan karbonhidratların rumendeki mikrobiyal fermantasyonu sonucu açığa çıkan butirik asit ve propiyonik asit gibi uçucu yağ asitleri rumenin iç dokusunun gelişimini hızlandırmaktadır. Bu gelişim, buzağının 8 haftalık dönemde erken sütten kesilmesi açısından rumeni hazırlamaktadır. Bu döneminde bu amaçla aşırı miktarda kaba yem kullanımı durumunda, kaba yemlerin içeriğindeki kopleks karbonhidratların rumende parçalanmasının oldukça zor olması nedeniyle, hem rumen gelişimi yavaşlamakta hem de rasyonun kullanılabilir enerjisi azalmaktadır.<br />
<br />
Buzağı 28-35 günlük yaşlar arasında süt tüketmesi yanında günlük 500-600gr. civarında buzağı başlatma yemi ve yeteri düzeyde temiz su tüketiyor olması istenmektedir. Bu dönemde, buzağı başlatma yemi tüketiminin yeterli düzeyde gerçekleşmesi için, buzağıya günlük olarak verilen süt miktarı hayvanın canlı ağırlığı ve gelişimi dikkate alınarak %25-50 oranında azaltılmalıdır. 8 haftalık dönemden sonrada aşırı sütle besleme durumda, sütün buzağının kanındaki demir elementini bağlaması nedeniyle anemi (kansızlık) gibi rahatsızlıkların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. <br />
Buzağı beslemede suyun yeri tartışılmazdır. Buzağının önünde devamlı surette temiz ve ılık su bulundurulması (özellikle ilk 4 haftalık dönemde), günlük canlı ağırlık artışı ve buzağı başlatma yemi tüketimini arttırırken, ishalli geçen gün sayısını azaltmaktadır. Yapılan bir araştırmada, istediği an temiz su tüketebilen buzağıların, öğün usulü su tüketen buzağılara oranla %8 daha fazla buzağı başlatma yemi tükettiği buna bağlı olarak ta, %28 daha fazla günlük canlı ağırlık artışı kazandıkları, %18 oranında daha az ishale yakalandıklarını ortaya koymuştur.<br />
<br />
Buzağı gelişiminin tespiti için buzağının canlı ağırlığının ve vücut yüksekliğinin periyodik olarak takip edilmesi gerekmektedir. Bu tür ölçümler, buzağının beslenmesi konusunda yetiştiriciye yol göstermektedir. Ayrıca yapılacak periyodik kontrollerde, buzağının kondisyonu ve iskelet gelişimlerinin de dikkate alınması yararlı olacaktır. Eğer buzağı aşırı yağlanma gösteriyor ise, bu durum buzağıya uygulanan beslemede aşırılık olduğunu veya hayvanın proteince düşük bir diyetle beslendiğini göstermektedir. Buzağının kaşektik ve zayıf olması durumunda, eğer bir hastalık sözkonusu değilse, buzağının vücut gelişimi için ihtiyaç duyduğu besin maddelerini yeterli düzeyde alamadığını göstermektedir.<br />
İşletmenizde bulunduracağınız bir ölçüm şeridi size periyodik kontrollerde yardımcı olacaktır. Bu tür ölçüm şeritleri hayvanın göğüs çevresi uzunluğunu ve canlı ağırlığını doğrudan okuma imkanı tanımaktadır. Buzağının iki ön küreğinin hemen arkasından ölçülen göğüs çevresi uzunluğu size buzağının kilosu hakkında bir fikir verecektir. Bu ölçümlerde, buzağının ayakta olması ve iki ön ayağının birbirine paralel ve yanyana olmasına dikkate edilmelidir. <br />
<br />
Buzağıların doğumdan sonraki 3. günden itibaren 8 haftalık oluncaya kadar ferdi bölmelerde veya buzağı kulübelerinde tutulmaları, beslemede takibi kolaylaştırması yanında, buzağıların birbirlerini emmelerini ve hastalık bulaşma riskini önlemektedir. <br />
Hayvancılığı gelişmiş ülkelerde, buzağılar doğumdan sonra kurutulmalarının ardından dışarıdaki buzağı kulübelerine alınmaktadır. Bu tür uygulama buzağının bedensel olarak dış çevre şartları ile savaşarak direnç kazanmasına yardımcı olmaktadır. <br />
<br />
Eğer buzağılar kapalı bir buzağı barınağında büyütülecekse, bu durumda barınağın ve buzağı bölmesinin temiz, kuru, ışıklı ve uygun bir şekilde havalandırılıyor olması gerekmektedir. Havalandırma düzeneğinin, hava akımının doğrudan buzağıların üstüne gelmeyecek şekilde ve tavandan aşağı doğru hareket edecek şekilde planlanması daha doğrudur. <br />
Buzağı barınağı içerisinde havalandırmanın iyi yapılmaması halinde, barınak içinde oluşacak amonyak birikimi buzağı sağlığı açısından olumsuz bir ortamın oluşmasına yol açmaktadır. <br />
<br />
Buzağı bölme zemininin barınak zemininden 20-25 cm yüksekte olması ve ahşap ızgara zeminli olması tercih edilmektedir. Bu tür düzeneklerde altlık olarak genelde buğday sapı veya talaş kullanılmaktadır. Eğer buzağı bölmesi tabanı idrarın uzaklaşmasına imkan sağlıyor ise, bu durumda buzağı altlığının haftada iki kez değiştirilerek buzağının altının kuru olması sağlanabilmektedir. Eğer imkan var ise, ekstra yedek bölmelerin bulunması, temizlik ve dezenfeksiyon işlemi ve zeminin havalandırılması için oldukça kolaylık sağlamaktadır. Bu durumda buzağı bir hafta ara ile bölme değiştirebilmektedir. <br />
<br />
Eğer buzağılar dış ortamda kulübelerde büyütülüyor ise, buzağı bölmelerinin duvar ve çatısının buzağıyı aşırı güneş ışınları ve sıcağından, rüzgardan, yağmurdan ve kış aylarının sert soğuklarından koruyacak yapıda olmalıdır. Ayrıca buzağı kulübelerinin yerleştirileceği alanının zeminin kuru olması, yağmur yağışlarına karşı drenaj sistemine sahip olması ve ön tarafının hakim rüzgarların estiği yönün tersine bakması gerekmektedir. <br />
<br />
Buzağının konforu açısından kulübenin boyutları 1,5 m eninde ve 2,5 m boyunda ve 120 cm yükseklikte olması gerekmektedir. <br />
Günümüzde fiber glas malzemeden yapılan hazır buzağı kulübeleri yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Bu tür kulübelerde dikkat edilecek husus, fiber glass buzağı kulübelerinin tavanında kapaklı havalandırma ağzının olmasıdır. Bu ağız, yağışsız ve sıcak günlerde açılmak suretiyle kulübe içerisinde oluşan amonyak gazının barınaktan uzaklaştırılmasına yardımcı olmaktadır.<br />
<br />
Buzağı kulübelerinde buzağı büyüten yetiştiricilerin gün içerisinde periyodik olarak, buzağılarda yem tüketimi ve ishal bakımından kontroller yapması gerekmektedir. <br />
Buzağılar 7 haftalık yaşta günlük asgari 700 gr buzağı başlatma yemi tüketebiliyor ise, sütten kesilmeye hazır demektir. Buzağının sütten kesimi süt miktarının tedrici olarak azaltılmasına paralel olarak 7-10 günlük bir zaman aralığında yapılmalıdır.<br />
<br />
Sütten kesilen buzağılar grup padokslarına alınmalıdır. Her bir grupta buzağı sayısının 10-12 baş olması uygun düşmektedir. Bu tür grup padokslarında buzağı başına 3 metrekare alan ve 25 cm yemlik boşluğu düşünülmelidir. Bu dönemde buzağıların 16 haftalık yaşa kadar buzağı başlangıç yemi, kaliteli kuru ot ile günlük 600-700 gr canlı ağırlık artışı sağlayacak şekilde beslenmesi gerekmektedir. Bu dönemde de buzağı istediği an su içebileceği bir düzeneğe sahip olmalıdır.<br />
<br />
Buzağılar 16 haftalık yaşa ulaştıklarında artık rumen gelişimlerinin yeterli olması nedeniyle, kaliteli kuru ota ilave olarak günlük 3-4 kg mısır veya ot silajı verilmesinde bir sakınca yoktur. Bu dönemde konsantre yem olarak artık buzağı başlatma yemi verilmemektedir. Bunun yerine, %17 ham proteinli ve 2400 kcal enerji içeren buzağı büyütme yeminden günlük olarak buzağının gelişme durumuna göre 0,5 kg ile 2 kg kadar verilmektedir. Bu dönemde buzağıların günlük 700 gr canlı ağırlık artışı sağlayacak şekilde beslenmesi gerekmektedir.RUSTEM BAYRAM OGLUhttp://www.blogger.com/profile/14717989559050705971noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4579075721014937835.post-80524381357194068202010-10-17T00:11:00.000+03:002010-10-17T00:11:54.946+03:00MANDA YETİŞTİRİCİLİĞİMANDA YETİŞTİRİCİLİĞİ<br />
<br />
<br />
Manda, sığıra göre geç gelişen bir hayvandır. Gelişme 6.yaşa kadar devam etmektedir. Ömürleri 30 yıl kadardır. Cinsi olgunluğa ulaşma yaşı sığırdan geçtir; bundan dolayı 1 yaşına kadar erkek ve dişi mandalar bir arada tutulabilmektedirler. Manda düveleri 13-14 ay yaştayken cinsi olgunluğa ulaşır. Bu nedenle manda düveleri 22-24 ay yaştayken tohumlanabilir verilebilir. (sığırlarda olduğu gibi manda düveleri de ergin canlı ağırlıklarının ¾’üne ulaştığında to¬humlanabilir. Ancak erken yaşta elde edilen gebeliklerde yeterince beslenememe sonucunda gelişme geriliği, çok düşük süt verimi alın¬ması riski göz önünde tutulmalıdır.) Erkek mandalar ise 20-21 ay yaştan sonra boğa olarak 5-6 yaşa kadar kullanılabilirler. Boğaların damızlıkta kalma yaşı 2-15 yıldır.Manda ineklerinde kızgınlık sığırlardaki kadar belirgin değildir ve kızgınlık dönemi daha sakin geçer. Kızgın olan mandada, ineklerde olduğu gibi başka manda ineklerinin kendi üzerine sıçramasına izin verme yada başka manda ineklerin üzerine kendisinin sıçraması gibi belirtileri her zaman görmek mümkün olmamaktadır.<br />
<br />
Kızgın olan mandada belirtiler, süt veriminde azalma, hareketlilik ve tedirginlik, vulvanın ödemli bir hal alması, çara akıntısının gelmesi ve boğanın sürekli kızgın mandanın peşinde dolaşması gibi belirtiler bulunur. (sonuncu hariç diğer belirtileri her zaman görmek mümkün değildir. Mandada kızgınlığı en kolay yöntem, arama boğası kullanmaktır. Mandaların gebelik süreleri ırk, iklim, yetiştirildiği ülke gibi du¬rumlara göre 299-346 gün arasında değişmekle beraber ortalama ola¬rak 10.5 ay yada 315-319 gün Gebelik rektal muayene ile saptanabil¬diği gibi sütteki değişiklikle de 20 gün gibi çok erken olarak da saptanabilmektedir. Doğum sığırlara göre daha kolay ve kısa sürede gerçekleşmektedir.<br />
<a name='more'></a> Bunda manda sağrısının düşük ve geniş olmasının önemli rolü vardır. Doğum süresi, doğum kanallarının gevşemesi, malağın dışarıya çıkarılması ve plasentanın atılması dahil ortalama 302 dakikadır. (yaklaşık 5 saat) Sığırda ise bu süre ortalama 540 dakikadır. (yaklaşık 9 saat) Manda plasen¬tası yapı olarak sığır plasentası gibidir ve ortalama olarak 3.22 kg ağırlığındadır. Doğumdan sonra dölyatağının eski haline dönmesi için gereken süre 15-67 gün yada ortalama olarak 39 gün kadardır.İkiz doğum mandada çok seyrek olup yavru atmayla sonuçlanma olasılığı yüksek olması dola¬yısıyla manda yetiştiriciliğinde istenmemektedir.<br />
<br />
MANDADA BAKIM VE BESLEME:<br />
<br />
Manda değişik çevre koşullarında dahi yetiştiricisini tatmin edebilecek derecede uyum kabiliyeti ve verime sahip olan, oldukça kanaatkar bir hayvandır. Sığırla kıyaslandığında daha sert mizaçlı ve huysuz olsa da kısa sürede bakıcısına alışmaktadır. Genellikle kalite¬siz, hacimli kaba yemleri çok iyi değerlendirir. Hayvan yetiştiricili¬ğinde yem önemli bir unsurdur. Giderlerin büyük bir kısmını yemler oluşturmaktadır. Kaba yemler içerisinde kalitesi düşük, sellüloz oranı yüksek olan yemler en ucuz yemlerdir. Mandalar bu gibi yemleri se¬verek yedikleri gibi o oranda da verime dönüştürürler.. Bataklık ve sazlık meralarda, ucuz kaba yemlerin bulunduğu bölgelerde manda yetiştiriciliği oldukça ekonomiktir. Yapılan çalışmalar mandanın kesif yem tüketiminin sığırdan daha az, kaba yem tüketiminin ise daha fazla olduğunu göstermekte¬dir. Gebe mandalarda gebeliğin son iki ayına kadar kaba yem so¬runu olmadığı sürece ek bir yem vermeye gerek yoktur. Ek yemleme gebeliğin son iki ayında 1.5-2kg kadar kesif yem verilmesi şeklinde olmalıdır. Gebe mandaların doğumlarına 2-3 gün kalana kadar me¬raya çıkarılmalarının bir sakıncası bulunmamaktadır. Ancak merada doğurması olasılığına karşı, bu süre içerisinde padokta yada müm¬künse ayrılmış doğum bölmesinde tutulması ana ve malağının sağlığı açısından daha uygun olur.Uygun bir şekilde yemleme yapılması, kaba ve kesif yemlerin ne miktarda veri¬leceğinin bilinmesine gerek vardır. Yaşama payının tamamı ve verim payının bir kısmı işletmedeki kaba yemlerden karşılanması gereklidir. Verim payı için ihtiyaç duyulan enerji miktarı sapta¬nırken sütteki yağ oranı dikkate alınmalıdır. Manda sütünde ortalama yağ oranı %8dir. Süt yemi hazırlanırken %8 yağlı süte göre rasyon <br />
hazırlanmalıdır. Manda, suyu çok seven bir hayvandır. Derisinin koyu renkli, kalın ve deri altı ter bezlerinin az olması nedeniyle sıcak yaz günlerinde vücut ısısı yükselir; bundan dolayı hayvan çok rahatsız olur ve verimi düşer. Bu nedenle manda¬nın serinlemesi için bulunduğu yerde göl, gölet, deniz, nehir ve ba¬taklık gibi su kaynağının olması gerekir. Bu gibi su kaynağının bu¬lunmadığı yerlerde 2-3m derinliğe kadar eğimli rahatça yüzebilecek¬leri büyüklükte bir havuzun olması yada hiç olmazsa duş sisteminin bulunması yada üzerlerinin hortum v.b. araçlarla ıslatılması gereklidir.<br />
<br />
MANDADA DOĞUM: <br />
<br />
Daha önce de değinildiği gibi mandalar ortalama 10.5 ay (315-319 gün) süren bir gebeliğin sonunda çoğunlukla bir malak doğu¬rurlar. Doğum ortalama 5 saat sürer ve çoğu zaman günün sakin sa¬atlerinde, gece ve sabaha karşı, genellikle yardıma gerek kalmaksızın gerçekleşir. Doğum yapacak mandalar mutlaka ayrı bölmeye alınmalı ve ortamda yabancı kimselerin bulunmamasına dikkat edilmelidir. Aksi takdirde mandalar yapıları gereği çok çabuk strese girebildikle¬rinden doğumda gecikmeye yol açılabilir. Doğumdan hemen sonra malak ana tarafından yalanarak kurulanır. Bu dönemde bakıcıların yada alışkın olduğu kimselerin dışındaki insanların yanına gitmeleri, ananın malağı kıskanarak saldırmasına neden olabileceğinden tehli¬keli olabilir. Doğumu takiben 30dk-2saat içerisinde son (eş) düşer.Düşen son derhal hayvanın yememesi için uzaklaştırılmalıdır. Sonun düşmediği olgularda veterinere müracaat edilmelidir. Bazı ergin man¬dalar ile özellikle manda düvelerinde döl yatağının dışarı çıkması sığırlara göre daha sık olmaktadır. Bu nedenle doğum yapan manda bir süre gözlenerek daha olayın başında veterinere haber verilerek önlenmeli¬dir.<br />
<br />
MALAKLARIN BAKIMI VE BESLENMESİ<br />
<br />
a-Malağın Anasına Emzirilmesi: Yetiştiricilerin bazısı ma¬lağı sağımdan önce, bazıları da sağımdan sonra anasına emzirmekte¬dirler. Sağımdan önce emzirilen malak, ihtiyacından fazla, sağımdan sonra emzirilen malak ise ihtiyacından az süt alabilir. Temiz emzir¬mede ideal usul, ana sağılırken aynı anda ayrılacak memeleri malağa emzirtmektir. Bu şekilde hem malak istenilen miktarda süt içer hem de malağın emmesi ananın süt salgılamasına etki yaptığından sağım işi kolay olur.Malağın canlı ağırlığının %10’u kadar süt içmesi gerekmektedir. 12 haftalık süt içme döneminin ilk altı haftasında canlı ağırlık artışına paralel olarak süt miktarı artırılır.<br />
<br />
b-Malağa Elden Süt İçirilmesi: Elden süt içirilerek malakların beslenmesi arzulanan bir durumdur. Bu yolla malaklar için süt içirme planı yapılarak, öğün sayısı, içirme zamanı, malağın içeceği süt miktarı gibi birçok bilgiye yer verilir. Süt içirme işlemi sağım za¬manı ve anaya bağlı değildir.<br />
<br />
Elden süt içirmede, içirilecek sütün sıcaklığı hayvanın vücut sı¬caklığında yada ortalama 35oC olmalıdır. Soğuk süt ishale neden olacağından, soğuk süt içirmekten kaçınılma¬lıdır. Elden süt içirme programında 12 haftalık süre yeterlidir. İçiri¬lecek süt miktarı malak canlı ağırlığının %10’u kadar olmalıdır. İlk 6 haftalık dilimde malak canlı ağırlık artışına paralel olarak süt miktarı artırılır. İkinci 6 haftalık dilimde süt miktarı tedricen azaltılarak 12 hafta sonunda sütten çıkarılır.Malaklara elden süt içirme kova yada emzikli kovalarla yapıla-bilmektedir.<br />
<br />
<br />
c-Malakların Kuru Ot ve Karma Yem İle Beslenmeleri: Geviş getiren hayvanlarda verimli bir yetiştiricilik yapmanın esasla¬rından biri de süt içen hayvanların mümkün olan kısa sürede kuru ot ve karma yem yemeye alıştırılmalarıdır. Malaklar 8-10 günlük iken geviş getirmeye başlar, dolayısıyla bu yaştan itibaren önlerinde bulunan kuru ot ve karma yemleri tükete¬bilirler. Bu nedenle 10.günden itibaren malakların önünde devamlı olarak malakların önünde karma yem ve yumuşak kuru yada yaş ot bulundurulmalıdır. Bu şekilde kaba yem verilerek rumen gelişimi hızlandırılabilir ve hayvanların yeterince protein ve sellüloz almaları <br />
sağlanmış olur.Malak karma yemleri, erken sütten kesilip kesilmediğine göre %16-18 HP ve enerjisi ise 630 NB civarında olmalıdır. Karma yemler hazırlanırken, sindirilme düzeyinin yüksek olmasına ve içerdiği pro¬tein yapısının süt proteinine yakın olmasına özen gösterilmelidir. Bu nedenle pahalı da olsa içerdiği proteinli, süt proteinlerine yakın olan soya küspesi, hatta et-kemik unlarının malak karmalarında kulla¬nılmasında yarar vardır. Malak karma yemlerinde diğer çiftlik hay¬vanlarının yemlerinde olduğu gibi, arpa,buğday, çavdar, mısır kır¬maları, buğday kepeği, yağlı tohum küspeleri,vitamin ve mineral kat¬kıları, tuz ve mermer tozu kullanılır.RUSTEM BAYRAM OGLUhttp://www.blogger.com/profile/14717989559050705971noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4579075721014937835.post-77700202303350205512010-10-14T00:12:00.000+03:002010-10-14T00:12:51.095+03:00Modern Süt Sığırlarında Fertiliteyi Geliştirmek İçin Stratejiler<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj0txbqLixAnwp9wwAFCZaOe7YQQo8zrUKXuZknlxIUbbMbW3Kxy92Basnd6Tdxn1TtFoUdY5nazTuy6bn53gU-n43W9XaWQP9JHVXv-KaRu3mbgwNnwSDDdwmy2XYn6doTie0liGOU/s1600/DSC00504.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ex="true" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj0txbqLixAnwp9wwAFCZaOe7YQQo8zrUKXuZknlxIUbbMbW3Kxy92Basnd6Tdxn1TtFoUdY5nazTuy6bn53gU-n43W9XaWQP9JHVXv-KaRu3mbgwNnwSDDdwmy2XYn6doTie0liGOU/s320/DSC00504.JPG" width="320" /></a></div> <br />
<br />
Modern Süt Sığırlarında Fertiliteyi Geliştirmek İçin Stratejiler<br />
<br />
Özet <br />
<br />
21. yüzyılın yüksek verimli süt sığırları laktasyon sırasında subfertildir. Amaçlarımız; karakterize fizyolojik periyotları sınırlayıcı reprodüktif performansı ve gebelik oranlarını geliştirmek için bütünleştirilmiş yönetim stratejilerini açıklamaktır. Normal yeniden meydana gelen östrüs siklusu ile birlikte ovarian aktivite ve fertilitenin yenilenmesi, azaltılmış periparturient metabolik ve reprodüktif düzensizlik ile ilgili ilk amacımızdır. Enerji dengesindeki gözeçarpan negatif değişiklikler ve azalmış immunokompetans(bağışıklık yeteneği),gonadotropik ve metabolik hormonlardan etkilenir. Harekete geçirilen ovarium inaktivitesi, arttırılmış uterus involüsyonu ile ilgilidir. Gebelik öncesi ve sonrasında by-pass lipitlerle zenginleştirilmiş doymamış yağ asitleriyle beslenmiş olanlarda, post-partum sağlık ve reprodüktif performans gelişmiştir. Birincil amacımız için daha en uygun dölleme zamanı programlarının geliştirilmesi amacıyla folikülün farmasötik kontrolü, CL ve uterus fonksiyonu ile PGF, GnRH ve intravajinal progesteron salgılatıcı eklenmesine izin verilmiştir. Aynı şekilde, birleştirilmiş gebe olmayan sığırların yeniden senkronize edilmesi ile erken gebelik teşhisi için ultrasonun kullanımı, gebe kalmadığının teşhisi konulmuş olanların 3 gün içinde ikinci kez tohumlaması için fırsat sağlar. Bovine somatotropin(bST) artışı;embriyo gelişimi ve embriyo canlılığı,bir dölleme zamanı veya östrusta olduğu tespit edilmiş sığırlar ile bağlantılıdır.Gelişmiş gebelik oranlarına,nutrasötiklere(nutraceuticals:doymamış yağ asitleri;by-pass lipitlerin içindeki eicosapentaenoic ve docosahexaenoic asit gibi) ve bST’ye yanıtta;genlerin ve proteinlerin endometrial ifadesi,başka bir kavramın varlığıdır.Progesterondaki postovulatuar artış,laktasyondaki sütçü sığırların hedeflenen populasyonlarındaki gebelik oranını arttırmalı ama zamanlama ve progesteron artışının büyüklüğü farmasötikliğe bağlıdır. <br />
<br />
1.Giriş <br />
<br />
Modern yüksek üretici, yaygın üretim sistemleri altında yönetilmiş olan Kuzey Amerika’daki laktasyondaki sütçü sığırlar subfertildir.Fertilitedeki kötüye gidiş için sebepler,süt üretimindeki bir artış ile tamamiyle birleştirilmemiş ve multifaktöriyeldir.Epidemiyolojik çalışmalar gösterir ki,reprodüktif hastalıklar(plasentanın tutulması,metritis ve ovaryum kistleri vb…) veya buzalığama sezonu gibi diğer faktörler;sözü geçen reprodüktif performansta süt ürünlerinden nispeten daha önemlidir.Bununla birlikte,açıkça laktasyon,fizyolojik bir süreç olarak,laktasyonda olmayan düvelerin düşük reprodüktif oranıyla ilgili olarak kıyaslanmıştır.Sürü deneyimi düşük gebelik oranı,akla yatan bir sığırın donanımı ve düşük sağlık,immun sisteme gölge düşmesi gibi yönetim eksikliği,östrusun gözlemlenmesi ve/veya tespit edilmesindeki zayıflık,uzayan anovulasyon periyotları,düşük gebe kalma oranları ve artan erken veya geç embriyonik ölümler ile karşılaşmalıdır.Daha yüksek verimli sığırlar genelde en sağlıklı sığırlardır.<br />
<a name='more'></a>Nedenleri,daha iyi beslenme ve reprodüktif yönetim,ve aslında post-partum periyotta erken siklusa sahip olmalarıdır.Optimal reprodüktif performansın engelleri,yüksek sıcaklık gibi stresli çevre düzenlerinden etkilenerek,hatta daha fazla yüksek verimli sığırlarda daha kötü bir hal almıştır.Laktasyondaki sütçü sığırların,iyiye giden reprodüktif performansıyla uğraşmak,biyokimyasal ve fizyolojik prensiplerin anlaşılması,reprodüktif ve laktasyonel işlemlerin kontrol <br />
edilmesi;nutrisyonel yönetime,ilaç üretimi ve reprodüktif yönetim sistemlerine,sürülerin optimize fertilizasyonuna entegre edilmiştir. Bu sunumun amaçları, reprodüktif performansı sınırlayıcı olacakmış gibi görünen karakterize fizyolojik periyotları ve gebelik oranlarını geliştirme amaçlı yapılan yönetim stratejilerini açıklamaktır. <br />
<br />
2.Periparturient/Post-partum Periyot <br />
<br />
2.1. Uterus-ovaryum aktiviteleri <br />
<br />
Post-partum periyot esnasında reprodüktif yeteneği yeniden kazanımdaki yavaşlık, gönüllü bekleme periyodunun başlangıcındaki döllenmeye başlamak amacıyla uygulanan sonradan ortaya çıkan yönetim programlarının başarısını büyük oranda sınırlandırmaktadır. İlkin,östrusun erken ve sık sık gerçekleşmesini izleyen buzağılama,uterus ortamının daha optimal bir yenilenmesinden dolayı reprodüktif performansın artmış olması ile ilişkilendirilmesi önerilmiştir. Bu çalışmada,sığırların ifadesizliği veya post-partum 60 gün içinde yalnızca bir östrus görülmesi,gebe olmayan sığırların yüksek komisyonla satılmasında ve gebelik için daha fazla hizmet yapılması fertilite sonuçlarını düşürmüştür.Bu yanıtlar, iki,üç veya dört kez östrusta büyük fertilite göstermiş sığırlar vb.. gibi östrüs artışının sayısı olarak doğrusal olarak azalmıştır.Spontan östrusların izi,arttırılabilir uterus involüsyonu ve sonraki fertilite,kuşku uyandırabilir.Distosi,ayrılmamış plasenta,metabolik hastalıklar ve metritis gibi periparturient hastalıkları olan sığırların büyük bir bölümü,erken östrüs periyoduna sahip olmayan hayvanlar olarak gösterilebilmiştir. Sığırlarda, bir östrüsün uzamış luteal faza sahip çoğu hayvanın ve/veya mümkün uterus bakteriyal kontaminasyonu nedeniyle düşük fertiliteye sahip olduğunu ifade ederek gösterebilmiştir. Hayvanlarda iki veya daha fazla östrus, sığırların reprodüktif olarak sağlıklı olduğunu temsil edebilir. Bu sığırlar bir kere ovule olmuş ve bunu yapmaya devam etmiş gibi gözükmüştür. Kuşkusuz gebelik zamanındaki sıralı olan bu olaylar, ilk servis zamanına en uygundur. Bu nedenle, uterus ovaryum yolunda, fiziksel involusyonun tamamlanması ve uterusun temizlenmesi, ovulasyon olayı meydana gelmeyen post partum dönemin kısa bir periyodunda meydana gelmelidir. Uterus involusyonunun tamamlanmasından sonra, sıralı ovulasyonlar normal fertilite hedefine ulaşmış olacaktır.<br />
<br />
Sütçü inekler, post partum periyotta erkenden yeniden başlayan ovaryum folliküler aktivitesinde şaşırtıcıdırlar. Östradiolun plazma konsatrasyonundaki düşüşüyle buzağının doğumunu ve fötal membranları izleyen, FSH sekresyonunun inhibisyonuna son verilmiştir ve plazma FSH’sında erken artışlar, doğumu izleyen en erken 7 gün içerisinde stimule follikül gelişimini başlatır. Dominant bir follikül FSH ve LH’a karşılık vererek büyür. Bununla birlikte, follikül devamlı olarak östradiol üretmez ve bu plazma LH’sının ve IGF-1’in miktarının yetersizliği ile ilişkili gibi görünmektedir. LH ve IGF-1’in ikisi de,bir östrojenik follikülün full fonksiyonel büyümesi için vazgeçilmezdir<br />
<br />
Plazmadaki IGF-1’in konsantrasonu, CL’un nüksetmesiyle yakından alakalıdır. Siklustaki sığırlar post partum periyodun erken döneminde IGF-1’in plazma konsantrasyonunda bir erken artış olayını yaşarlar. Sığırlar anöstrusta iken laktasyonun 8 haftası süresince post partum 5-6 haftaya kadar plazma IGF-1 konsantrasyonunda bir artış gözlemlenmemiştir. Bizim görüşümüz şudur ki IGF<br />
1’deki değişiklikler, farklı zamanlarda başlamış olan siklus ve CL’un sonradan ortaya çıkan formasyonu ve kritik follikül gelişimi,sığırlar arasındaki metabolik farklılıklarla ilişkilidir. Enerji durumunun başlarında göze çarpan eksiklik, anöstrustaki sığırların gebe kalma da harcadıkları efordan geriye kalan göze çarpan etkiler sonucudur. Anöstrustaki sığırların yalnızca %33’ü,erken ve geç siklus dönemindeki sığırların %84 ve %93’üne kıyasla nihayet gebe kalmıştır. Bu sığırların anöstrus veya sabit zamanlı tohumlama zamanında düşük vücut kondüsyon skoruna, düşük gebelik oranına ve yüksek gebelik kaybı oranına sahip oldukları tespit edilmiştir. Plazmadaki IGF-1’in konsantrasyonu, post partum diet uygulamasına reprodüktif olarak iyi yanıt verdiği gözlenen yüksek verimli sütçü sığırlarda iyi bir aday olabilir. <br />
<br />
2.2. Uterus Sağlığı<br />
<br />
Post-partum ilk 4 hafta esnasında, sığırların immun sistemi şiddetli bir mücadele verir. Çoğu sığır post partum periyodun erken puerperal fazında iyi huylu nonpatolojik bir endometritis geliştirir, ve uterus akıntıları (lochia) post-partum ilk 2 hafta sırasında genellikle boştur. Uterus immun sistemi, ilk post partum ovulasyonda progesteron uterus immun sistemini normalin altına çekene kadar ve perparturient periyot esnasında normalin üstünde seyreder gibi görünür. Endometritisin ilk başlangıcı,progesteron konsantrasyonundaki artışla ilişkilidir. Endometritis geliştirmiş sığırlar erken post partum dönemde düşük PGFM konsantrasyonuna sahiptirler,muhtemelen nötrofil fonksiyonundaki bir azalmaya, uterusun enfeksiyonları önleme veya arttırma yeteneğine katkıda bulunurlar.<br />
<br />
GnRH agonisti bir implantın (deslorelin) uygulanması folliküler büyümeyi bastırmada güçlüdür, östradiolun konsantrasyonunu azaltır ve post partum sütçü sığırlarda progesteronun konsantrasyonu ile CL gelişiminin ikisini de geciktirir. İlave olarak yapılan bir deney ovaryum folliküler aktivitesini,post partum 1 ilâ 4. günlerde non-degradable(alçalma şekillenmeyen) bir desrolenin implantı ile işlem görmüş veya implant almamış bir kontrol grubundaki sığırlardaki uterus involusyonu ve CL’un varlığı değerlendirilmiştir. Tüm sığırlar distosisiz,retentio secundinarum olmayan veya hipokalsemisiz normal bir gebeliğe sahip olmuşlardır. Uterus kornularının çapları ultrason ile görüntülenmiştir. Vaginal endoskopi ile kayıttan sonraki 14,21,28 ve 35. günlerde servikal boşalmanın rengi,miktarı ve konsistensi(sabitliği) değerlendirilmiştir. Ovaryum aktivitesi deslorelin implantı tarafından gonadotropin sekresyonundaki azalma nedeniyle bastırılmıştır. Deslorelin implantı uygulanmış sığırlarda, önceki gebe uterus kornularının hacmi azalmıştır, aynı zamanda servikal os’tan sık sık purulent bir akıntının boşalması azalmıştır. Bu deney sorularından sonuçlar, en yakın post partum periyot esnasında erken post partum ovaryum aktvitesini uyarıcı etki ve ilave östrojenlere ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Uterus involusyonu periyodu esnasında ovaryum aktivitesinin bulunmayışı,istenmeyen yöntemlerin arttırılacağını göstermektedir. Muhtemelen bunun sebebi,emziren etçi sığırların uterusu kapsayan daha az post partum problemlerle karşılaşmış olmalarıdır. Tedaviler, ovaryum aktivitesini geciktirir veya uzun süre prosgesteron uygulamasına maruz bırakan daha fazla çalışmayı azaltır. <br />
<br />
2.3. By-pass Yağlarla Besleme <br />
<br />
Büyümenin delili olarak gösterilen dizayn ve ilave olarak absorbsiyon için düşük sindirime sahip doymamış yağ asitleri ilavesi, reprodüktif dokular ve değişik reprodüktif fonksiyon ve fertiliteye hedeflenebilmelidir. Son zamanlarda %28 linoleik asit içeren yağ asitlerinin kalsiyum tuzları ile beslenip PGF sekresyonunun post partum dinamiklerinde ayarlayıcı etkilere sahip olup olmayacağını, sağlığı, süt üretimini ve reprodüktif performansı denedik. Post partum dönemin ilk 14 haftasında sığır performansı üzerinde yağ ilavesinin başlatılmasının zamanlanmasının etkilerinin saptanması amacıyla tamamiyle rastgele seçilmiş blok dizayn primipar ve multipar Holstein sığırları kullanılmıştır. Dört diet işlemi şöyle uygulanmıştır: Grup 1(kontrol;yağ katkılı bir ilave olmayan) ve grup 2-4 Megalac-R(diet kuru maddesinin %2’si oranında) ile beslenmiş, beklenen buzağılama tarihinden 28 gün önce (grup2),doğum zamanında (grup3), veya süt üretiminin 28. gününde (grup4). Megalac-R ile beslenmiş sığırlar pre-partum dönem sırasında günde 225 g ve post partum periyotta günde 454 g almışlardır. Post partum 72. günde ovulasyon protokolü ile ovule edilmiş sığırların Megalac-R ile beslenmiş olanları,kontrollerden daha yüksek oranda ilk seferde döl tutma oranına sahip olmaya yönelim göstermişlerdir.<br />
<br />
Post partum ilk 12 gün için plazma PGFM profili,pre-partum dönemin başlangıcında Megalac-R alan grup(grup2) ile doğum başlangıcında Megalac-R ile beslenmiş çoğu hayvan(grup3) veya doğumdan sonra 12 gün esnasında Megalac-R ile beslenmemiş sığırlar(grup1 ve 4) arasında farklılıklar mevcuttur. Açıklamamız, pre-partum dönemde Megalac-R ile beslenmiş olan sığırların lipit havuzları PGF’nin sentezi için prekursör,araşidonik asit substrat konsantrasyonları artmış olan linoleik asitçe zenginleşmiştir. Uterus için potansiyeli artmış ve immun sistem hücrelerinin prostaglandin salgılanması, linoleik asit-kalsiyum tuzlarının by-pass yağlarınca beslemesi nedeniyle sığırların immunokompedansı ve post-partum uterus sağlığı artmalıdır. Bu, geç kuru dönemde Megalac-R ile beslemeye başlamanın, pre-partum dönemde Megalac-R ile beslenmemiş sığırlar ile post partum 10. günlerde kıyaslanması sonucu ve daha az sağlık problemleri ile sonuçlandığı görüşünü desteklemektedir. Büyük sahadaki bir deneyde, beslenmiş olan laktasyondaki Holstein sığırları, buzağılamadan 25 gün önce ve post partum 60. güne kadar yağ içerikli bir dietle veya her şeyden önce kalsiyum tuzları içeren diyetlerden birisi ile veya palm yağının kalsiyum tuzları ile beslenmiştir. İlk seferde döl tutma oranı post partum 72±3.günlerde olan tohumlama zamanında C18:2 ve trans 18:1 Yağ asitleri ilavesi tarafından %25.9’dan %38.9’a gelişmeye yönelmiştir. Bu sütçü sığırların bir alt örneği, post partum 47. günde tohumlanmış ve 5 gün sonra embriyo elde etmiştir. EnerG-I Transition Formula(geçiş formülü) ile beslenmiş sığırlar yüksek bir fertilizasyon oranına sahip olmaya eğilim göstermiştir,dahası her bir aksesuar spermi bütünüyle toplamış ve yüksek kaliteli olarak sınıflandırılmış embriyo boyutlarına sahip olmaya eğilimli olmuşlardır. Müşterek olarak, bu çalışmalar seçilmiş doymamış yağ asitleri içinde zenginleştirilmiş yağlar ile beslemeyi göstermiş, post partum periyotta kuru dönemin başlangıcında ve devamında, post partum sağlığı ve süt üretimini geliştirmiş,sonraki gebelik oranları ve sığır embriyolarının gelişiminin iyiliğini göstermiştir. Reprodüktif yanıt üzerindeki yararlı etkiler, post partum reprodüktif sistemin restorasyonuna hız vermesinden dolayı embriyo gelişime destek verebilmelidir. <br />
<br />
3. Programlı Tohumlama <br />
<br />
Laktasyondaki sütçü sığırlardaki başarılı bir östrus senkronizasyonu programı için amaç, östrusun tam olarak kontrolü, östrus saptamasına gerek olmadan yüksek fertilite sağlayacak sabit zamanlı bir suni tohumlamadır. Ovulasyon kontrolü için stratejiler<br />
PGF’li CL’un ömrünün kontrolü işlemini, follikül gelişiminin indüksiyonu ve senkronize edilmiş bir ovulasyon, veya östrusun önlenmesi için progestogen tedavisinin kullanılmasını baz alır. Bu yaklaşımlar, Ovusynch protokolünün gelişimi ile birleştirilmiştir, GnRH östrus siklusunun rastgele evrelerinde verilmiş,dominant follikülün ovulasyonuna neden olmuş ve senkronize follikül dalgasının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Yedi gün sonra, yeni oluşmuş CL ve/veya orijinal CL’un ikisininde regresyonu için PGF verilmiştir, 48 saat sonra ikinci bir GnRH enjeksiyonu tarafından 24-32 saat sonra senkronize ovulasyonu izlemiştir. Zamanlanmış tohumlama,ikinci GnRH enjeksiyonundan sonra 12-16. saatlerde gerçekleştirilmiştir. Ovusynch protokolü ile fertilite, ilk GnRH enjeksiyonu ile ovule olmuş sığırlarda en yüksektir. İkinci GnRH enjeksiyonu zamanında sonradan gelen ovulatuar follikül ,üstünlüğün azaldığı bir periyot ile ve duyarlı bir CL geliştirecek,PGF enjeksiyonunun zamanında kendini göstermiş olacaktır. Ovusynch protokolü başlangıcında önceki östrus siklusunun 12. gününde, östrusa gelen ve ikinci GnRH enjeksiyonunda önceki ovule olmuş sığır sayıları en aza indirilmelidir.<br />
<br />
Ovusynch protokolünün uygulanan önceki pre-synch protokolü 14 gün arayla iki PGF enjeksiyonu yapılmasını tarafından geliştirilmiştir, ikinci enjeksiyonla ovusynch protokolünün ilk GnRH’sından önceki 12 günde verilmiştir. Pre-synch – Ovsynch protokolü,siklustaki sığırlara laktasyonda,gebelik oranında %18 artış kazandırmıştır. El-Zarkouny aynı zamanda GnRH bazlı protokolden önce pre-synchronizasyon ile pre-senkronizasyonsuz CIDR takılmasıyla gebelik oranını arttırmayı kıyaslamış ve arşivlemiştir,ama bu etki anöstrustaki sığırlarda çok açık değildir. Modifiye bir Pre-synch – Ovsynch protokolü, ikinci PGF’den ilk GnRH’ya 14. gün aralığını arttırmıştır. Modifiye pre-synch – Ovsynch protokolü ile gebelik oranı yalnızca obsynch protokolünün uygulanmasına oranla daha yüksektir. Bu önemsiz modifikasyon, enjeksiyon zincirlemesinde temel olarak haftada bir enjeksiyonların uygulanması daha üretici dostu görünüm elde etmeyi sağlar<br />
<br />
Laktasyondaki sığırlarda presynch – ovsynch protokolünün ekstra bir modifikasyonu, ovsynch protokolünün ikinci GnRH enjeksiyonunu PGF enjeksiyonu ile GnRH enjeksiyonu zamanında tohumlamadan 72 saat sonrasına kadar geciktirir. PGF sonrasına kadar GnRH enjesiyonu ve suni tohumlamadaki gecikme,PGF enjeksiyonu 48 saat sonrasında yapılan GnRH enjeksiyonu ve suni tohumlamalı presynch – ovsnych protokolüne kıyasla gebelik oranını arttırmıştır. Gebelik oranının ilerlemesinde PGF sonrası 72 saat sonrasına kadar GnRH enjeksiyonu ve suni tohumlamada gecikmeyle beraber sonuçta, pre-senkronizasyon şarttır. Diğer taraftan bazı sığırlar erken östrusa gelecektir(PGF sonrası 24-48 saatlerde) ama 72.saate kadar tohumlanmayacaktır.<br />
<br />
Pre-senkronizasyon protokolleri yalnızca siklustaki sığırlarda istenen sonucu verir. Bu nedenle, ilk seferde sürüden sürüye değişen, başarılı en uygun pre-senkronizasyon zamanlı tohumlama programları, anöstrusun derecesine bağımlı ve tedavi zincirinin uygulanmasında uyumludur.**** Arşiv için en iyi şekilde kontrol edilmiş yavrulamayı kapsayan stratejilere ekstra yaklaşımlar, ovulasyonun yüksek oranı için ovsynch protokolünün GnRH’sının ilk enjeksiyonu, anovulatuar sığırlarda siklik aktivitenin indüksiyonu ve progesteron ortamının bakımı, ovsynch protokolünün PGF ve GnRH’sının ilk enjeksiyonu arasındadır<br />
<br />
4. Programlı Tekrar Tohumlamalar <br />
<br />
Farklı stratejiler, uygun bir biçimde döllenen sığırların sayılarını arttırıcı düzende östrusu sağlamak amacıyla re-senkronizasyonda kullanılmışlardır. Intravajinal progesteron eklentisi, bu eklentinin içerdiği 1.38 g progesteronu serbest bırakır veya CIDR eklentisindeki bir östrojen enjeksiyonu ile kombinasyonunda ve/veya CIDR’ın çıkarılması önceki bir tohumlamayı izleyen östrusun sağlanmasını re-senkronize eder. Bununla birlikte, çoğu program östrusun tespit edilmesine ihtiyaç duyar ve östrustaki gebe olmayan sığırların hepsi beklendiği gibi tespit edilmez.<br />
<br />
Bir önceki tohumlamadan 21 veya 28 gün sonra re-senkronizasyon için ovsynch başlatılmışken, önceki tohumlamaya benzer gebelik oranı 28.günde ve 42.günde ultrason ile tespit edilir. Bundan başka, ilk seferden 31 veya 38 gün sonrasında ikinci tohumlamanın gebelik oranı, iki uygulamanın aralığından farklı değildir. Bu yüzden, 28. günde ultrasonografi ile gebelik tespitinden önce, yavrulamadan en erken 21 gün sonrasında re-senkronizasyon için ovsynch protokolün başlatılması güvenli gibi görünmektedir. Karşılaştırmada, önceki bir tohumlamadan 33 gün veya 26 gün sonrasına kıyasla 19. günde başlatılan ovsycnh protokolünün re-senkronize tohumlamadaki gebelik oranı düşer. Muhtemelen bu farklılık,19. gün aralığında zararlı bir etkidir ama 21. günde GnRH tarafından harekete geçirilmiş follikül sayısındaki farklılıkları yansıtmaz. Sığırların büyük bir bölümü; gebe olmayan sığırlarda PGF enjeksiyonu zamanında her ne kadar CL varlığı olsa da ve yeni bir follikül oluşsa da potansiyel preovulatuar bir follikülün harekete geçen bir ovulasyonuna sahip olacakken 21. günde işlem görmüşlerdir<br />
<br />
23. günde verilmiş olan GnRH ile Re-senkronizasyonla PGF’yi izleyen 30. günde gebe değil teşhisi ve zamanlanmış tohumlamaları izleyen her iki GnRH(ovsynch) ve ECP(heatsynch) enjeksiyonları 30 günde sırayla %28.4 ve %28.6 gebelik oranında sonuçlara sahiptirler. İlave olarak, Ovsynch ve Heatsynch protokolleri 30 ve 55. günler arasında sırayla %9.4 ve %14.3 oranında gebelik kaybına sebep olmuşlardır<br />
<br />
Laktasyondaki sütçü sığırlarda birinci ve ikinci tohumlamaların reprodüktif yönetimine entegre edilmiş ve CIDR eklentilerinin kullanımını araştırmaya yönelik bir deney yapılmıştır. 2 x 2 faktöriyel dizaynına göre rastgele bir biçimde post partum 39 ve 53. günlerde PGF almış,67. günde GnRH, 74. günde PGF ve 77. günde GnRH ile birlikte suni tohumlama yapılmış sığırlardan seçilmiştir. Östrustaki sığırlar,74 ve 77. günler arasında östrus davranışlarına uygun olarak tohumlanmışlardır. 67 ve 74. günler arasında, sığırlar ya CIDR almışlardır(Presynch-Ovsynch-CIDR grubu) ya da işlem görmediği kontrol edilmiş olanları kullanılmıştır(Presynch-Ovsynch-Kontrol Grubu). Zamanlanmış suni tohumlamadan sonra 24 ve 23. günler deneysel aralığında, sığırlar CIDR almışlardır(Resynch-CIDR grubu) ya da işlem görmediği kontrol edilmiş olanları kullanılmıştır(Resynch-Kontrol grubu). İlk seferden sonra, tohumlanmış sığırların östrusta olanları tespit edilmiş ve re-senkronizasyon protokolüyle devamına gidilmemiştir. 23. günde GnRH almış olan sığırlar 30. günde ultrasonla gebelik yönünden incelenmişlerdir. Gebe olmayan sığırlar 30. günde PGF ve 33. günde GnRH alarak tohumlanmışlardır. Tüm birinci ve ikinci tohumlamadaki gebelik oranları, tohumlamadan 30 gün sonra ultrason kullanılarak ve 55 gün sonra genital sistemin rektal palpasyonu yapılarak saptanmıştır. Post partum 53 ve 67. günlerde kan örnekleri toplanmış, sığırlar sahip oldukları progesteron oranına göre düşük(≤1 ng/mL) veya yüksek(>1 ng/mL) olarak sınıflandırılmışlardır. 53 ve 67. günlerin ikisinde toplanan kan örneklerine sahip tüm sığırların ilk seferde gebe kalma oranları saptanmıştır<br />
<br />
İlk seferde gebe kalma oranları; 53. günde düşük progesterona sahip sığırlar ve 67. günde yüksek progesterona sahip sığırlarda, Presynch-Ovsynch-CIDR grubu Presynch-Ovsynch-Kontrol grubundan daha yüksek çıkmıştır. Bu düşük-yüksek progesteron kategorisindeki sığırlar, post partum 67. günde ovsynch protokolünün başlama zamanında geç diöstrüste bulunuyor olmalıdırlar. CIDR eklentisinin varlığı, tohumlamada yüksek gebelik oranıyla sonuçlanan senkronize ovulasyonların frekansını yükseltmesine izin vermelidir<br />
<br />
Presynch-Ovsynch-CIDR grubunda Presynch-Ovsnych-Kontrol grubuna oranla gebeliğin 30 ve 55. günleri arasında gebelik kaybı oranı azalmıştır. Nonsiklik olarak sınıflandırılmış sığırlarda, post partum 53. günde ve 67. günde toplanan kan örnekleri baz alınmış, Presynch-Ovsynch-CIDR grubu ilk tohumlama için düşük gebelik oranına sahip olmuş, re-senkronizasyon için CIDR almış olan sığırlar bu oranı düzeltmiştir<br />
<br />
İkinci seferden sonra 30 ve 55. günler gebelik oranları, Resynch-Kontrol grubunda AIDE olanlara kıyasla Resynch-CIDR grubunda AIDE olarak kategorize edilmiş olan sığırlar için düşmüştür. Ultrasonda CL’a sahip olduğu gözlenen sığırlarda zamanlanmış tohumlamadan sonra 30 ve 55. günlerde gebelik oranları, Resynch-CIDR grubunda Resynch-Kontrol grubundan fazladır. Her iki grupta da CL’u olmayan sığırlar zamanlanmış tohumlamadan 30 ve 55. gün sonrası düşük gebelik oranına sahiptirler. Tedavi gören grupları izleyen ikinci sefer arasında gebelik kayıplarında farklılık yoktur<br />
<br />
Laktasyondaki sütçü sığırlarda, sirkülasyondaki progesteronun subluteal konsantrasyonunda CIDR eklentisi sonuçları, follikül dinemiklerinin yönetimine izin verecek ve blok ovulasyon sağlayacaktır. Örneğin; kistik ovaryuma sahip olduğu tespit edilen sığırlar, ovsynch protokolünün PGF ve GnRH etkinlikleri arasında bir CIDR eklentisi, zamanlanmış tohumlamada gebelik oranlarını arttırmıştır. Progesteronun subluteal konsantrasyonları CIDR kullanımıyla ilişkilendirilmiştir, muhtemelen bunun sebebi gebeliğin 6. gününden sonra canlı kalan embriyonun büyümesine doğrudan doğruya yeterli olması gereken progesteron konsantrasyonlarının yetersizliğidir. <br />
<br />
<br />
5. Bovine Somatotropin (bST) ve By-pass Yağlar <br />
<br />
Bovine somatotropin süt ve süt komponentleri ürünlerinde artışı ilerletmek amacıyla mandıra endüstrisinde yaygın olarak kullanılmıştır. bST ile tedavi aynı zamanda fertilizasyon oranını arttırır, embriyo gelişmini hızlandırır, ve embriyo kalitesini geliştirir. Gerçekten de, bST ile uygun zamandaki tedavi ovsynch protokolü veya östrusta olduğu tespit edilen sığırlarla planlı olarak verilmişse gebelik oranını arttırır. Gebe kalma oranlarındaki gelişmeler, aynı zamanda 31 ve 45. günler arası şekillenen embriyonik ölümlerdeki bir almayla ilişkilidir. <br />
<br />
Laktasyondaki sütçü sığırlarda reprodüktif karşılıklar üzerinde gebelik ve diet yağ asitlerinin, bST’nin etkilerinin araştırılması amacıyla bir çalışma dizayn edilmiştir. Yaklaşık 17 gündür süt üretimine başlamış olanlarda(DIM), tek parça pamuk tohumunun yağını içeren(kontrol diet) ve balık yağı-zenginleştirilmiş lipidlerin kalsiyum tuzlarıyla hazırlanmış(FO) iki diyet kıyaslanmıştır. Ovulasyon presynch-ovsynch protokolü ile senkronize edilmiş ve sığırlar senkronize ovulasyon zamanında <br />
<br />
tohumlanmış yada tohumlanmamışlardır. 0 ve 11. günlerde, sığırlar bST almışlar(500 mg) yada almamışlardır. Tüm sığırlar 17.günde gözden çıkarılmışlardır. Her bir gruptaki sığır sayıları şu şekilde izlenecektir: 5 bST-siklik işlem görmüş kontrol diet(bST-C), 5 non-bST-siklik işlem görmüş(C), 4 bST-işlem görmüş gebe(bST-P), ve 5 non-bST-işlem görmüş gebe(P) sığırlar; 4 bST-işlem görmüş içeren balık yağı-zenginleştirilmiş lipid dieti(bST-FO) ve 5 non-bST-siklik işlem görmüş(FO) sığırlar.<br />
<br />
Balık yağı-zenginleştirilmiş lipid ile besleme; süt üretimini arttırmış, 2-5 mm folliküllerin sayılarını arttırmış ve plazma insülin konsantrasyonlarını, kontrollü beslenen sığırlar ile 0. güne kıyaslamadan önceki periyot esnasında düşürmüştür. bST; süt üretimini, gebelik oranını, konseptus uzunluğunu ve gebelikteki interferon-t mRNA konsantrasyonunda etkisiz uterin luminal flushing’teki interferon-t’yi arttırır. bST ile tedavi, plazma büyüme hormonu ve IGF-I’i arttırır. Kontrollü beslenen sığırların arasından,bST plazmadaki progesteron konsantrasonlarını düşürür muhtemelen bunun sebebi büyük oranda bST tarafından harekete geçirilen metabolizma ile ilişkilidir. Balık yağı-zenginleştirilmiş lipidlerle beslenmiş sığırlar kontrollü beslenmiş siklik sığırlardan daha düşük plazma insülinine sahiptirler ve balık yağı-zenginleştirilmiş lipidlerle beslenenlerde bST enjeksiyonlarına yanıt olarak plazma büyüme hormonu ve IGF-I konsantrasypnu değişmiştir. Endometrial IGF-I mRNA, gebe sığırlarda düşmüştür ve çoğu balık yağı ile beslenmiş olanlarda düşmeye meyilli olacaktır. IGF-II mRNA, gebe sığırların endometriumunda ve bST ile işlem görmüş kontrol diet ile beslenmiş sığırlarda yükselmiştir. Balık yağı-zenginleştirilmiş lipid ile beslenmiş olan sığırlar, bST etkinliği yokken artmış IGF-II ve mRNA konsantrasyonlarına sahiptirler.<br />
<br />
Prostoglandinlerin biyosentezi için zorunlu olan major enzim prostaglandin H synthase-2 (PGHS-2)’dir, aynı zamanda cycloxygenase-2 olarak bilinir. Bu enzimin etkisi, gebe sığırlardaki PGF’nin luteolitik sınırın önüne geçmesi yönünden önemlidir. Endometriumdaki protein PGHS-2 miktarı, gebe sığırların luminal epitelyumuna lokalize olmuş ve yükselmiştir. Karşılaştırmada gebelik; östrojen reseptör alfa(ERα) mRNA’nın konsantrasyonunun nısbi azalmasıyla ilişkilendirilmiş, endometrial dokuda ERα protein ve oksitosin reseptör(OTR) siklustaki sığırlarla kıyaslanmıştır. Her ne kadar PGHS-2 protein gebelikte yüksek olsa da, censeptustan interferon,t sekresyonu olmasından dolayı gebelik endometriyumunda azalmıştır. Sonuç olarak, PGF’nin luteolitik sınırı gebeliğin erken döneminde meydana gelmez, ama PGHS-2 proteini; gebeliğin erken döneminde immun yanıtta lokalize olmuş angiogenesis,implantasyon,embriyo gelişiminin regulasyonu için oradadır. Balık yağı-zenginleştirilmiş lipid ve bST tedavisinin ikisi de siklustaki ve gebe sığırların endometriyumlarının luminal epitelyum hücrelerinde immunositokimyasal PGHS-2 proteini etkisini azalmıştır. Bu, gebelik oranını geliştirmeye yönelik yapılan çalışmaların etkinliği için kısmen kar sağlamış ve potansiyel luteolitik sistemin azalmasına yardım etmelidir. Prostaglandin E synthase mRNA düzeyi bST-C sığırlarında değil ama cST-P sığırlarında prostaglandin F synthase mRNA düzeyi düşerken,bST ile işlem görmüş gebe ve siklustaki sığırlarda yükselmiştir. Gen etkisindeki bu değişiklikler, CL’un en iyi derecede bakımını sağlayacak endometriyumla PGE/PGF oranında bir artışa potansiyel olarak destek vermiştir. Balık yağı-zenginleştirilmiş lipidle besleme, partiküler endometriyal hücre tipleri içinde PGHS-2 ve ERα, progesteron reseptörünün immunositokimyasal etkisini ayarlamıştır. Müşterek olarak, endometriyal yanıtların bu düzeni, bST ve balık yağı-zenginleştirilmiş lipidlerin bazı genlerin endometriyal etkilerini ayarlamış olarak <br />
<br />
gözükmektedir ve bu yanıtların konseptusa bağımlılığı değişkendir. Bu yanıtlar, bST ve balık yağı-zenginleştirilmiş lipidler tarafından belli bir davranış biçimi içerisinde harekete geçerek, gebeliğin bakımı ve kurulumu için yararlı olabilmiştir.<br />
<br />
Plazma IGF-I’in yanıtları gruplar arasında bSt ile işlem görmüş olanlarda ilginçtir. bST ile işlem görmüş gebelik kontrolü yapılmış sığırlar, IGF-I’in konsantrasyonları bST-işlem görmüş-siklik kontrol sığırlarından daha yüksek konsantrasyonlara sahip olmuşlardır. Bu farklılık, bST işlemi görmüş sığırlarda konseptus gelişiminin büyük bölümüne katkıda bulunabilmesindendir. Her ne kadar siklusta balık yağı-zenginleştirilmiş lipidler beslenmiş bST alan sığırlarda plazmadaki büyüme hormonu önemli derecede yükselmişse de, IGF-I’in konsantrasyonları örneklenen periyoda oranla başından sonuna kadar düşük kalır. Bu, laktasyondaki sütçü sığırlarda endokrin ve metabolik yanıtlar üzerinde potansiyel olarak yağla beslemenin etkileşimini yansıtır.<br />
<br />
17. günden sonra yapılan suni tohumlamada uterus gen ifadesi ve endokrin olarak bST’nin etkilerini değerlendirdiğimiz bu ilk çalışmamız, laktasyonda olmayan sütçü sığırların suni tohumlama ve bST enjeksiyonları için kullanılan protokole benzerdir. Laktasyonda olmayan sütçü sığırlarda gebelik oranı, bST tedavisini izleyenlerde kontrolde olanlara oranla daha azdı, sonradan yapılan çalışmada deneysel model olarak laktasyondaki sütçü sığırlardan, kontrol için olanlardan bST ile işlem görmüş olanların daha yüksek gebelik oranına sahip olanlarının kullanımının önemi vurgulanmalıdır. Her ne kadar bunlar ayrı iki çalışma olsalar da, karşılaştırılabilir aylarda yürütülmüşlerdir, ama farklı yıllarda IGF-I için plazma örneklerinin radioimmunoassay ve büyüme hormonu aynı zamanda tamamlanmıştır. bST’nin eyleme geçirdiği plazma büyüme hormonundaki artış, laktasyondaki gebe sığırlara kıyasla laktasyonda olmayan gebe sığırlarda yeteri kadardan daha düşüktür. Bu, cST ile işlem görmüş laktasyonda olmayan sığırlarda IGF-I’de bir hiperstimulasyonu arttırmak için karaciğer tarafından büyük oranda kullanıldığını gösterir. Açıkça IGF-I’in bazal konsantrasyonları daha fertil olanlarda, laktasyonda olmayanlarda, gebe sığırlarda, laktasyonda olan gebe sığırlara oranla daha yüksektir. Bununla birlikte, laktasyonda olmayan sığırlar bST ile işlem görmüşken, gebelik oranında düşüşe sebep olan bST düşüşü için önem sağlamış olan IGF-I’in hipersekresyonu mevcuttur. Karşılaştırmada, bST almış laktasyondaki gebe sığırlar, gebenin bazal konsantrasyonlarındaki sırada yaklaşık olarak plazma IGF-I konsantrasyonlarında artışa sahip olmuşlar, bST almamış laktasyondaki sığırlar daha fertil olmuşlardır. Muhtemelen, bST enjeksiyonlu laktasyondaki sütçü sığırlarda gebelik için plazma IGF-I konsantrasyonlarının en uygun derecesi arşivlenebilmiştir. Bu dizinin dışındaki konsantrasyonlardaki bir artış, gebelik oranında bir düşüşe yönlendirebilir.<br />
<br />
Açıkça sığırlardaki bST enjeksiyonları post partum 70. günlerin periyodunu bekleyen gönüllü olanlarda ilk seferlerindeki deneyim, gebelik oranında bir artışa sahip olacaktır. Tohumlanmış ve östrusta olduğu saptanmış sığırlarda bST’nin etkisini değerlendirilmesi veya zamanlanmış suni tohumlama protokollerinin, çoğu kesim için, kullanımı saptanmıştır. Gerçekten de ovulasyon zamanını senkronize etmek için yapılan protokoller, aynı presynch-ovsynch protokolleri gibi, bST gibi potansiyel fertilizasyon ürünlerinin testine izin verir. bST’nin faydalı etkileri, zamanlanmış suni tohumlama protokolüne itinâ ile adapte edilmemiş kar amaçlı kurulan süt sığırcılığında kolay olarak tespit edilemez, östrus tespiti ile birbirlerine bağımlıdır. <br />
<br />
bST ile tedaviler östrus ifadesisin azalmasını ve sonuç olarak ilk suni tohumlama aralığını geciktirdiğini göstermiştir<br />
<br />
6. hCG ile Aksesuar CL’un İndüksiyonu <br />
<br />
Östrus siklusunun 5. gününde, hCG reseptörleri LH içeren dominant folliküllerin granulosa hücreleri, aksesuar bir CL’un formasyonuna ve ovulasyonuna neden olacaktır. Bu nedenle, hCG’nin suni tohumlamadan 5 gün sonraki etkisi erken gebelik dönemi esnasında progesteron sekresyonunu arttırıcı bir potansiyele sahiptir, ve CL’un varlığını sürdürmesi zamanına yaklaşım periyodu içinde üç folliküler dalgaya sahip olan sığırlarda ovaryum folliküler dinamikleri değiştirir. Suni tohumlamadan 5 gün sonrasında laktasyondaki sığırlara 3300 IU yapılan hCG enjeksiyonu, CL sayısını ve plazma progesteron konsatrasyonunu yeterince arttırır. 28, 42, ve 90. günlerde gebe kalma oranı hCG tedavisi ile arttırılmıştır, ama geç embriyonal ve fötal kayıpların oranlarını değiştirememiştir. Bu yüzden, Gebe kalma oranı üzerinde hCG’nin pozitif etkisi, erken embriyonik kayıpların azalması bakımından arabuluculuk yapmaktadır. Ek olarak, hCG tedavilerinin yararlarının çoğu, yavrulama periyodu sırasında vücut kondüsyonunu yitiren laktasyondaki sütçü sığırlarda gözlenmiştir. Embriyo transferi alıcıları ile yapılan son çalışmada hCG ile işlem görmüş alıcıların gebelik oranında bir artış saptanmıştır. 6. günde hCG alan sığırlarda gebelik oranı, östrustan sonra 1. günde almış olanlara bakılarak daha yüksektir. Aksesuar CL’un indüksiyonuna ve artmış plazma konsantrasyonlarına yapılan takviyeler, sığırlarda erken embriyonik ölümleri azaltır. Bir sürü içinde ekstra bir CL’u olan sığırların, yalnızca bir CL’a sahip olan sığırlara kıyasla sekiz defa daha az fötal kayıplarla karşılaştığı görünmektedir. Gebelik devamında spontan bir çift ovulasyonun etkisi ikiz gebeliklerle bağlantılı değildir çünkü aynı çalışmadaki ikizlere gebe sığırlar 3.1 kere muhtemelen daha fazla gebelik kaybıyla karşılaşmışlardır. Yüksek üretime sahip sütçü sığırların büyük bir progesteron metabolizmasına sahip olmalarından beri, hCG tedavisine daha çok karşılık verirler. Literatür, aksesuar bir CL’a neden olmak için kullanılırken gebelik oranını arttırmaya yönelik GnRH kullanımının hiçbir faydasının görülmediği çalışmalarla ağzına kadar tıka basa doludur. GnRH’nın hCG karşıtı olarak kullanımı, sonradan oluşan luteal faz sırasında plazma progesteron konsantrasyonlarında düşük bir artış ve in vitro olarak LH’ya daha az akrşılık veren bir aksesuar CL’un indüksiyonu ile kısa süre LH’ya maruz kalmayla ilişkilendirilmesi taktire değer tarzda önemlidir. Bundan başka, hCG’nin kullanımı, laktasyon sırasında vücut kondüsyonunu kaybeden yüksek üretimli subfertil sığırların populasyonlarını hedef almalıdırRUSTEM BAYRAM OGLUhttp://www.blogger.com/profile/14717989559050705971noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4579075721014937835.post-19852510436408173612010-10-10T15:05:00.000+03:002010-10-10T15:05:34.272+03:00SÜT İNEKLERİNİN BESLENME PROGRAMLARI<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhAXa_X2UqzaBrhLYzWVDIqm-DwsTVLUTjkhDBPbF1_tjhWPY9nMSVikW383h0tCsO23jbe3oOJn1SaLtsSDD6SRDfbpN5dM8mCYNUg4myztIcKdu42puGbIJizQ3L35SqYHDzfBZ_y/s1600/imagesCAUE7QOF.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ex="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhAXa_X2UqzaBrhLYzWVDIqm-DwsTVLUTjkhDBPbF1_tjhWPY9nMSVikW383h0tCsO23jbe3oOJn1SaLtsSDD6SRDfbpN5dM8mCYNUg4myztIcKdu42puGbIJizQ3L35SqYHDzfBZ_y/s1600/imagesCAUE7QOF.jpg" /></a></div> <br />
<br />
SÜT İNEKLERİNİN BESLENME PROGRAMLARI<br />
<br />
Hayvancılıktan para kazanmanın yolu dengeli ve ucuz beslemeden geçer. Süt sığırcılığında besleme çok önemlidir. Beslemeye ve yemlemeye ayrılan para toplam masrafların % 60-70’ini oluşturur. Aynı zamanda besleme süt verimini ve kalitesini etkiler. Holsten vb. kültür ırkları belli bir verim yönünde geliştirildikleri için yetersiz beslemeye şiddetli tepki gösterirler. Örneğin küçük bir stres veya besleme hataları hayvanların verimlerini büyük oranda etkiler.<br />
<br />
Hayvanların hayati fonksiyonlarını sürdürmeleri, verimde bulunmaları, çoğalmaları ve sağlıklarını korumaları için ihtiyaçları olan besin maddelerini yemlerle almaları gerekir. Besin maddelerinin bazıları vücutta yapıtaşı olarak iş görür.(yağlı tohum küspeleri, baklagiller, mineral katkıları) Bazıları enerji kaynağı olarak iş görür.(tahıl taneleri, melas, yağ v.b.) Bazıları da hayati fonksiyonları düzenleyen anahtarlar olarak görev yaparlar.(vitamin ve mineral katkıları)<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Yem maddeleri farklı besin maddelerini farklı miktarlarda içerdiklerinden ancak uygun şekilde karıştırılırsa hayvanlar dengeli beslenebilir.<br />
Yemleri iki ana gruba ayırabiliriz.<br />
1-Kaba yemler: lif bakımından zengin fakat besin maddelerince fakir(kuru otlar, samanlar, çayır mera otları,posalar, silajlar)<br />
2-Yoğun yada kuvvetli yemler: lif bakımından fakir besin maddeleri veya enerji bakımından zengin(fabrika yemleri, tahıl taneleri, yağlı tohum küspeleri, yağ, melas, değirmen yan ürünleri) <br />
<br />
İyi Besleme=Yüksek Verim+Sağlıklı Hayvan+Az Ölüm<br />
<br />
Süt inekleri aldıkları besin maddelerini ;Önce hayatsal faaliyetlerde,Vücut sıcaklığının korunmasında,Büyüme ve gelişmede,Anne karnındaki yavrunun gelişmesinde,Süt yapımında kullanırlar.<br />
<br />
Dengeli Besleme=Önce yaşama payı için gerekli besin maddeler+Verim için gerekli besin maddeler(süt, et, yavru vb.)<br />
<br />
Süt ineklerinin yaşama payı ihtiyaçları çiftlik içinde yetişen veya dışarıdan satın alınan kaba yemlerle, verim payı ihtiyaçlarını da kesif karma yemlerle karşılanır. Yalnız kaba yemlerle yüksek süt verimli hayvanların besin madde ihtiyaçlarını karşılamak mümkün değildir. Kaba yem dışında hayvana verdiği her 2.0-2.5 kg süt için 1 kg kesif süt yemi verilmelidir. <br />
<br />
<br />
SAĞMAL İNEKLERİ BESLEME VE YEMLEME:<br />
<br />
Sağmal ineklere uygulanabilecek iyi bir besleme şu esaslara dayanmalıdır.<br />
<br />
1- Süt ırkı sağmal ineklerin enerjiye, proteine, life, mineral ve vitaminlere ihtiyacı vardır.İneklerin tüm besin madde ihtiyaçlarını karşılayan ve en ucuza mal edilen yem reçeteleri hazırlanmalıdır.İneklerin; yaşı, gebelik durumu, kaçıncı doğumunu yaptığı, ne kadar süt verdiği belirlendikten sonra durumuna göre ihtiyacı olan besin maddelerinin hayvana verilmesi gerekmektedir.<br />
<br />
Bir ineğin tüketeceği kaba ve kesif yemlerdeki toplam kuru madde miktarı hayvanın canlı ağırlığının %2-3’ü kadar olmalıdır. Örneğin 500 kg canlı ağırlığı olan bir ineğe günde <br />
10-15 kg kuru madde içeren kaba ve kesif yem verilmelidir. Genel olarak bunun yarısı kaba, yarısı kesif yem olmalıdır. Bu ineğe verilecek yem miktarı ile kaba ve kesif yem oranları ineğin kuruda ve ya sağılıp sağılmadığına göre ayarlanır. İnek kuruda ise günde 10 kg kuru madde içeren yem yeterlidir. Bunun 6 kg’ı kaba yemle, 4 kg’ı ise kesif yemle karşılanmalıdır. İnek sağılıyorsa günde 15 kg kuru madde içeren yem verilmelidir. Bunun da 8 kg’ı kaba yemle, 7 kg’ı ise kesif yemle karşılanmalıdır.<br />
<br />
2- Her inek verdiği verdiği süt miktarına göre ayrı ayrı yemlenmelidir.<br />
<br />
3-Yeteri kadar kaliteli kaba yem verilmelidir. Kaba ve kesif yem oranı ineğin içinde bulunduğu döneme bağlı olarak40/60 veya 60/40 oranlarında olmalı ve en az verilen yemlerin 1/3 baklagil yem bitkilerinden oluşmalıdır.<br />
<br />
4-Yemlerde çürüme, kızışma, ince öğütme, ince öğütülmüş silaj, kaba yem için peletleme uygun değildir.(Silaj 5-6 cm den daha kısa doğranmamalı)<br />
<br />
5-Kaba ve kesif yemler günde en az 2 öğünde ve her gün aynı saatte yemleme yapılmalıdır.<br />
<br />
6-Kaba yemden kesif yeme, kuru yemden yeşil yeme, ahırdan meraya kademeli geçiş sağlanmalı<br />
7- kesif yemleri öğütme, kabaca kırma veya ezme, pelet şeklinde verilebilir<br />
<br />
8- Kesif yemleri haşlama, buhardan geçirme, kavurma süt yağını düşürür.<br />
<br />
9- Kaba ve kesif yemler karıştırılarak verilebilir.<br />
<br />
10-Sabah erkenden çiğ kalkmadan meraya salınan veya yoğun baklagillerle beslenen hayvanlarda şişmeler meydana gelir. Bunu önlemek için meraya çıkarmadan önce hayvanlara bir miktar kuru ot verilmelidir.<br />
<br />
11- Kabızlık sağmal ineklerde kış döneminde çok sık rastlanan bir sorundur. Kabızlığı önlemek için (Silaj varsa sorun yok) kepek, keten tohumu küspesi, melas, peynir suyu verilebilir. Baklagil otu yoksa silaj, taze ot, hububat hasılları gibi suca zengin yemler verilmelidir. <br />
<br />
12- Süt sığırları için +25ºC üzerindeki sıcaklar(Kritik düzey) verimlerde düşmelere neden olur.<br />
Bölgemizdeki sıcak havalardan hayvanların etkilenmemesi için birtakım önlemler alınmalıdır.<br />
içebilecekleri kadar bol ve serin su ve suluk sağlanmalı,Lezzetli yemler tercih edilmeli (kepek, kuru pancar posası, arpa vb.)Gölgelik ve sundurmalar yaparak sıcak saatlerde hayvanların veya bu gölgeliklerin üzerine su püskürtülebilir.Tuz ihtiyacının günlük karşılanması gerekir. Çünkü hayvanlar günlük ihtiyacı kadarını kullanıp fazlasını dışarı atıyorlar.Süt ineklerinin besin ihtiyacı süt verme dönemine ve gebeliğe göre değişir. 10 aylık süt verme dönemi boyunca hayvanın süt verimi, yem tüketimi ve canlı ağırlığındaki değişim farklıdır. Beslemede tüm bu değişimler dikkate alınarak ineğin hayatı dört farklı döneme bölünerek bu dönemlerin ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde beslemeye tabii tutulur. Henüz süt verimine başlamamış düvelerin beslenmesi ise bu dört grubun dışında ayrı olarak düşünülmelidir.<br />
<br />
1- Buzağılamadan sonraki ilk 70 gün<br />
2- Buzağılamadan sonra 70-140 günler arası<br />
3- Buzağılamadan sonra 140-305 günler arası<br />
4- Kuru dönem (Bir sonraki laktasyonun başlamasından 45-60 gün önceki dönem)<br />
<br />
1.DÖNEM:<br />
<br />
DOĞUMDAN SONRAKİ İLK 0-70 GÜNLER ARASI NASIL BESLENİR?<br />
<br />
Süt ineğinin yaşantısındaki en kritik dönemlerden olan bu dönemde hayvanın verdiği süt miktarı hızla artarak 4-6 hafta sonra en yüksek düzeye ulaşır. Maksimum yem tüketimine 12-14 hafta sonra ulaşır. Süt verim hızı ve yem tüketimi dengeleninceye kadar süt verimleri için gerekli olan enerjiyi kendi vücut yağlarını yakarak karşılar <br />
<br />
Bu dönemde yetersiz ve yanlış besleme nedeniyle bazı rahatsızlıklar ortaya çıkabilir.<br />
Aşırı zayıflama(bu dönemde günde 0,5 kg kilo kaybı normaldir.), vücut yağlarının yakılması nedeniyle ketozis,<br />
Aşırı dane ve karma yem verilmesi ve dane yem tüketiminin hızla artması ile Asidosis,<br />
Kalsiyum/fosfor dengesinin kurulamaması sonucu Süt Humması ve buna bağlı felçler görülebilir.<br />
Enerji ihtiyacının karşılanamaması veya aşırı kalsiyum verilmesi nedeniyle doğum sonrası kızgınlık göstermeme ve döl tutmama problemleri ortaya çıkabilir.<br />
<br />
Bu dönemde besleme ile ilgili uygulamalar nasıl olmalıdır?<br />
1- Buzağılamadan sonra karma yem hergün 0,5-1 kg artırılarak yem tüketiminin teşvik edilmesi gerekir.<br />
2- Eldeki en iyi kaliteli kaba yem bu dönemdeki ineklere verilmelidir.<br />
3- Verilecek yemlerin en az %40’ını kaba yemler oluşturacak<br />
4- Dikkat edilmesi gereken en önemli nokta süt sığırlarına tek düze olarak aynı miktarda yem verilmemelidir. Eğer hepsine aynı düzeyde yem verilirse süt veriminin son döneminde aşırı beslenmeye, ilk döneminde ise yetersiz beslenmeye neden olur. Dolayısıyla hayvanın süt verimi en yüksek düzeye ulaşamaz.<br />
<br />
2.DÖNEM: <br />
<br />
SÜT VERİM DÖNEMİNİN 70-140 GÜNLERİ ARASI NASIL BESLENİR?<br />
<br />
Bu dönemde yem tüketimi en yüksek düzeye ulaşmıştır.Süt verimini en yüksek düzeyde mümkün olduğunca uzun tutmak prensiptir.<br />
Bu dönemde yedirilen karma yem oranı canlı ağırlığın %2-3’ünü geçmemelidir. Kaba yem tüketimi canlı ağırlığın %1.5’undan az olmamalıdır.<br />
Görülebilecek problemler nelerdir?<br />
Süt veriminde hızlı düşme, süt yağ oranında azalma, gizli kızgınlık ve ketozistir.<br />
Bu dönemde besleme ile ilgili uygulamalar nasıl olmalıdır?<br />
1- Karma yem ve kaba yem kaliteli olmalı,<br />
2- Kaba ve karma yem günde en az 3 öğünde verilmeli,<br />
3- Stres şartları en aza indirilmeli<br />
<br />
<br />
3 DONEM<br />
SÜT VERİM DÖNEMİNİN 140-305. GÜNLERİ ARASI NASIL BESLENİR?<br />
<br />
İneğin gebe olduğu dönemdir.Süt verimi giderek azalmaktadır. Aşırı kilo alma ve yağlanma kısırlık problemine yol açtığı için süt verimi takip edilerek ona göre yemleme yapılmalıdır.<br />
Aşırı dane yem ve karma yem tüketimi önlenmeli. Karma yem tüketimi süt verimini karşılayacak düzeyde olmalı.<br />
Genç ineklere büyüme içinde ilave besin hesaplanmalıdır. İlk doğumunu yapmış düvelerin(2 yaşlı)büyüme gereksinimleri ve yaşama payı gereksinimleri %20 daha fazlaymış gibi hesaplanmalıdır. 3 yaşlı ineklerde yaşama payının % 10 fazlası hesaplanmalıdır.<br />
<br />
<br />
İNEKLERİN KURU DÖNEMDEKİ BESLENMELERİ:<br />
<br />
İnekler buzağılamadan önce uygun bir süre kuruda kalmalıdırlar. Sığırcılıkta her ineğin senede bir yavru vermesi arzu edilir. Buna göre sağımda ve kuruda geçen süre 12 aya sığmalıdır. 10 ay sağım ve 2 ay kuruda kalmanın, inekten en yüksek düzeyde fayda getirecek bir yol olduğu saptanmış bulunmaktadır.<br />
Süt veren ineklerin kuruya çıkarılmasının hayvana 4 önemli yararı vardır;<br />
- Süt verim döneminde yüksek süt verimine bağlı olarak yedirilen yüksek miktardaki karma yem, işkembede oluşturduğu asit ortam nedeni ile işkembe duvarında yıpranmalara yol açar. Kuru dönemde bol miktarda kuru ot ve az miktarda karma yem verilerek işkembenin dinlenmesi sağlanır.<br />
2- Süt verim döneminde aşırı çalışan meme dokuları yenilenerek bir dahaki süt verimine hazır hale gelir.<br />
3- İneğin karnındaki yavru toplam gelişmesinin % 70’ini gebeliğin son 3 aylık kısmında tamamlar. Bu dönemde yapılacak besleme hatalarına bağlı bozuklukları sonradan telafi etmek olanaksızdır.<br />
4- Kuru dönemdeki besleme, ineğin yağlanmaksızın iyi kondüsyonda doğurmasını sağlamalıdır.<br />
İnekler kuruya çıkarıldıklarında bir ay boyunca kaliteli kuru ot ve günde 2-3 kg karma yem ile beslenmelidir. Ancak kaba yem olarak sadece saman varsa karma yemin günlük miktarı 4 kg’a kadar yükseltilmelidir.<br />
Kuru dönemde silaj, posalar ile kök ve yumru yemler gibi yüksek su kapsamına sahip kaba yemler günde 8-10 kg’ı aşmamalıdır. En iyisi kaba kıyılmış iyi kaliteli kuru ot vermektir.<br />
Doğuma 3-4 hafta kala verilen günlük karma yem her gün 0.5 kg artırılarak ineğin canlı ağırlığının %1’ne çıkarılır. Bu dönemde verilen karma yemin doğumdan sonra verilecek süt yemi ile aynı olması süt verim döneminin başlangıcında kuru madde tüketiminde istenen artışa ulaşılmasını kolaylaştırır.<br />
Kuru dönemdeki ineklerin yemlerinde küf bulunmamasına ve yem hijyenine dikkat edilmelidir. Ayrıca özellikle kuru dönemde yüksek oranda kalsiyum içeren yonca ve diğer baklagiller gibi kaba yemler ile yüksek oranda kalsiyum içeren karma yemler hayvana fazla verilmemelidir.<br />
Kuru dönemde ineklere yüksek oranda su kapsayan pancar posası veya silajlar gibi yemlerin verilmesi yavrunun büyümesi ile daralan işkembe hacmi nedeni ile ineklerin eksik beslenmesine neden olabilir. Bu nedenle bu tür yemlerin yerine iyi kaliteli kuru otların kullanılması gerekir.<br />
İlave olarak, Vitamin A ve D katkısı buzağının yaşama gücünü ve ağız sütünün vitamin düzeyini artırır, doğumdan sonra yavru zarlarının atılımını kolaylaştırır ve süt hummasını önler.<br />
İyot yetersizliği zayıf ve guatrlı buzağı doğumuna yol açabilir.<br />
<br />
<br />
DAMIZLIK DÜVELERİN BESLENMESİ NASIL OLMALIDIR?<br />
<br />
1-Damızlık düvelerin sütten kesimden(yaklaşık12 haftalık yaşta)1 yaşına kadar beslenmesi<br />
<br />
<br />
İleride, sürüye dişi damızlık olarak katılma şansı olduğu için, düvelerin beslenmesi 12 haftalık yaştan itibaren ilk doğumuna kadar önemlidir. Bu yaşlar arasında kaba yem serbest, dane yem ise sınırlı verilmelidir. Günde 2-2.5 kg dane yem karması yeterlidir. <br />
Düveler bir yaşına gelinceye kadar kesinlikle yağlandırılmamalıdır. Aşırı dane yem tüketimi düvelerin yağlanmasına sebep olur. Memelerdeki bez dokular 3-9 aylık yaşlar arasında maksimum gelişmelerini sağlarlar. aşırı yağlanma meme dokusunda yağ biriktirerek süt yapan dokuların gelişmesini engeller ve ayrıca üremede problemlere yol açar.<br />
Mısır silajı yüksek enerjili, düşük proteinli bir kaba yemdir. Düşük fosfor ve kalsiyum içerir. Mısır silajı ile beslerken protein eklemesi yapmak gerekir ve bu tam yapıldığında 1 yaşlı <br />
düveler için iyi bir kaba yem olabilir. Düvelere günde 10-12 kg’dan fazla silaj verilmemelidir. Şişmanlamaya başladığında silaj miktarının azaltılması gerekir.<br />
Taze otlar tek başına, büyümekte olan düvelerin besin ihtiyaçlarını karşılayamaz. Bahar otları protein, vitamin ve mineral bakımından zengindir fakat enerji takviyesi gerekir. Yaklaşık 1 ile 2.5 kg arasında tahıl kırması eklenmesi gerekir. <br />
<br />
<br />
2- Damızlık düvelerin 1 yaşından buzağılamaya 2 ay kalıncaya kadar beslenmeleri:<br />
<br />
yapılarak sadece kaba yemle beslenebilirler.<br />
Bu dönemde düvelerin günde 750-900 gr. günlük canlı ağırlık artışı sağlaması gerekir. Eğer büyüme yeterli değilse bir miktar karma yem verilmelidir. Karma yem miktarı günlük 2-2.5 kg’ı geçmeyerek sınırlı tutulmalıdır.<br />
Bir yaşındaki siyah alaca düveler 315-340 kg’ı geçmelidir.15 aylıkken damızlıkta kullanılacak ağırlığa erişmeleri için siyah alaca düvelerin günde ortalama 750 gr canlı ağırlık artışı göstermeleri gerekir.<br />
Düvelerin ilk kızgınlıklarını gösterme yaşı cüsse ve canlı ağırlıklarına bağlıdır. İlk kızgınlıklarını erişkin canlı ağırlıklarının % 40’ına ulaştıklarında gösterirler. Bu da genelde 12 aylık yaştan öncedir. Yetersiz beslenen ya da yavaş büyüyen düvelerde yumurtlama vardır ancak kızgınlık göstermeyebilirler. Enerji, Fosfor veya vitamin A yetersizliği olan düveler kızgınlık göstermezler. <br />
Tuz ve kalsiyum fosfor tamamlayıcısı yalama taşları devamlı olarak hayvanların önünde bulundurulmalıdır<br />
<br />
<br />
3-buzağılamadan önceki son iki ayda beslenmeleri<br />
<br />
İneğin yaşantısında buzağılama öncesi ve sonrası çeşitli yönlerden kritik dönemlerdir. Bu dönemlerde hayvanlara özel bakım gerekir.<br />
Doğumun çeşitli komplikasyonları <br />
Hayvanların hastalıklara duyarlılığı<br />
Hormonel dengede değişimler<br />
<br />
- Kuru dönemden en yüksek verimli döneme geçiş hep buzağılama zamanı etrafında yer alır.<br />
<br />
Bu dönemdeki beslenme ineklerin ilk laktasyondaki süt verimlerini etkiler. Gebeliğin son iki ayında düveler günde yaklaşık 1 kg canlı ağırlık artışı sağlamalıdır. Bu dönemde verilecek karma yemin miktar ve niteliği kaba yemin kalitesine bağlıdır. Kural olarak doğumdan 6 hafta önce canlı ağırlığın % 1’i kadar karma yem verilmeye başlanır.<br />
Buzağılamadan önce son iki haftada, yüksek oranda tuz tüketilmesi meme dokularında ödeme neden olur. Doğuma yağlandırılmış olarak giren düvelerde çeşitli doğum güçlükleri ortaya çıkar. <br />
<br />
Teşvik Yemlemesi: Buzağılamasına 2 hafta kalınca ineğe verilen kesif yem 2 kg’dan başlayarak hergün 0,5-1 kg artırılarak 100 kg canlı ağırlık başına 1-1.5 kg olacak seviyeye gelinceye kadar artırmaya devam edilir. Böylece mesela 500 kg gelen bir ineğe doğumuna yakın günde 5-7.5 kg civarında kesif yem verilmesi sağlanır. Buna teşvik yemlemesi denir. Ayrıca söz konusu dönemde ineğe yiyebildiği kadar yüksek kaliteli kuru ot verilmelidir. Çünkü bu ineğin ağız sütündeki A ve D vitaminlerinin ana kaynağıdır.<br />
<br />
SÜT SIĞIRCILIĞINDA PRATİK YETİŞTİRME VE SAĞLIK İŞLERİ<br />
<br />
Sürüdeki hayvanlarda boynuz bulunması önemli sakatlıklara neden olabilir. Ayrıca boynuz bulunan hayvanlar buna güvenerek daha huysuz olurlar. Bu hayvanların boynuzu kesilince sakinleştikleri tespit edilmiştir. Ergin hayvanlarda boynuzu rotadan kaldırma keserek yapılabilirse de bu işlem zordur. Buna karşılık bir haftalık bir haftalık buzağılarda boynuz köreltme hem kolaydır hem de hayvan az sarsıntı geçirir.<br />
<br />
Hayvanların tırnakları zamanla büyüyüp şekilsiz bir hal alabilir. Bunun sonucunda da hayvanların dengeleri bozulur, topallamaya başlar ve tırnak arası derileri çatlayarak ayak hastalıkları meydana gelebilir. Bu nedenlerden dolayı hayvanların tırnaklarına sık sık bakılmalı, gerekli kesme ve düzeltme işlemleri uygulanmalıdır.<br />
<br />
İnekler ahırda bulundukları sürece düzenli olarak bakım görmelidirler. Tımar, deriyi uyararak iç organların iyi çalışmasına etki eder ve kan dolaşımını kolaylaştırır. Bunun yanında tımarın ve hayvanı temiz tutmanın sütün temizliğine de etkisi vardır. Tımar görmeyen inekler sağılırken, süte düşen pislikler sütün kalitesini bozar. Tımar hergün belirli saatlerde yapılmalıdır. Tımar sağımdan 1 saat önce yapılmalıdır<br />
<br />
Hayvansal üretimin güvenle yapılabilmesinde ve geliştirilmesinde sağlık koruma önlemlerinin de büyük yeri vardır. Yetiştiricinin bu konuda bilgi sahibi olması, kendi ölçüsünde önlem almasına, dolayısıyla uzman bir kişi gelene kadar hayvanların sağlığını korumasına neden olur<br />
<br />
Barınakların dezenfekte edilmesi, hayvanlara banyo yaptırılması, gerekli koruyucu aşılar ve bunların uygulamaları gibi konuların nasıl yapılabileceği yetiştiricinin bilmesi gereken konular arasındadır<br />
<br />
Hayvanların çeşitli hastalık ve asalaklardan korumak için barınakların temizlik ve dezenfeksiyonuna önem verilmelidir. Kapalı barınakların, genellikle yaz başı ve sonunda, tavan, duvar ve gerekirse tabanında gereken yerler kireçle badana yapılır. İlaçlama yapıldıktan sonra pencere gibi yerler tellenir. Kapı ve pencerelerin mavi renge boyanması yaralıdır, çünkü sinekler mavi renkten hoşlanmaz ve kaçarlar.<br />
<br />
Asalaklarla mücadelede ise iç ve dış asalaklara karşı önlem alınmalıdır. Kelebek akciğer kıl kurtları iç asalaklardır ve bunlar için çeşitli ilaçlar kullanılır. Dış asalaklar ise nokra ve uyuzdur. Bunlar hayvanın vücut ve bacaklarına araz olurlar. Dış asalaklarla mücadelede el ile ilaçlama, püskürtücüler ile ilaçlama veya banyo yaptırma yöntemi uygulanabilir.<br />
<br />
Çeşitli hastalıklara karşı ise koruyucu aşılar zamanında uygulanmalıdır. Şap hastalığı ağızda, tırnak aralarında ve memede yara şeklinde görülür. Şap aşısı deri altına yapılır ve bağışıklığı 6 aydır. Şarbonun belirtileri ateş yükselmesi, solunum zorluğu, kanlı dışkı şeklindedir. Kesilen hayvanın kanı pıhtılaşmaz, dalak aşırı büyüktür. Aşı 2 aydan büyük hayvanlara yapılır. Boynun yan yüzeyinin orta kısmına deri içine yapılır. Bağışıklığı aşılamadan 1-2 hafta sonra başlar, 6. aydan 1 yıla kadar devam eder. Brucella abortus aşısı ise boyundan deri altına yapılır. Aşı 4-8 aylık dişi danalara bir defa yapılır. Buzağı septisemisi aşısı ineklere doğumdan 3 ay önce 2 defa yapılır. Aşı deri altına yapılır. Bağışıklık süresi 4 aydır. Hastalık yüksek ateş, devamlı ishal ve öksürük şeklinde kendisini gösterir. Buzağı septisemisi serumu ise koruyucu ve kurtarıcı olarak deri altına yapılır.<br />
<br />
SIĞIRLARDA AŞILAMA VE İLAÇLAMALAR<br />
<br />
Sığırlardan sağlıklı süt elde edebilmek için sığırların sağlığını korumak gerekir. Bunun için hayvanların her yıl çeşitli hastalıklara karşı aşılanması ve çeşitli parazitlere karşı ilaçlanması gerekir. Yapılması gereken bu aşılama ve ilaçlamaları şu şekilde sıralayabiliriz. <br />
1-Şap aşısı : Yılda iki defa ilkbaharda ve sonbaharda yapılır. Hayvanları şap (Tabak) hastalığına karşı korur. <br />
2-Antraks aşısı : Yılda bir defa ve ilkbaharda yapılır. Hayvanları Antraks (Şarbon) hastalığına karşı korur. Şarbon süt vasıtasıyla insanlara da bulaşan bir hastalık olduğundan aşılama önemlidir.<br />
3-Brucellosis aşısı : Ya 4-8 aylık dişi buzağılara veya ergin yaştaki dişi hayvanlara hayat boyu bir defa yapılır. Yavru atma hastalığı olarak bilinen Brucella sütle insanlara bulaşarak kısırlığa sebep olur.<br />
4-Yanıkara aşısı : Yılda bir defa ve ilkbaharda yapılır. Yanıkara Karakabarcık olarak bilinir ve etlerin kararması ile karakterize bir hastalıktır.<br />
5-Sığır vebası aşısı : Yılda bir kez ve ilk baharda yapılır.<br />
6-Paraziter mücadele : Kelebek ve mide-barsak kıl kurtları gibi iç parazitler ile bit, pire, kene ve nokra gibi dış parazitlere karşı ilkbaharda ve sonbaharda olmak üzere yılda 2 kez ilaçlama yapılmalıdır. Parazit ilaçlamasında ahırlar ve gübreliklerde ilaçlanmalıdır.RUSTEM BAYRAM OGLUhttp://www.blogger.com/profile/14717989559050705971noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4579075721014937835.post-80164853872200301982010-10-06T15:22:00.000+03:002010-10-06T15:22:28.495+03:00Sütçü Ineklerde Dogum Felcinin Karaciger Yaglanması ile Ilgisi<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjB6tcwKG99J4FC7iqFdQvap0woO5_Dlwt-34_wyq9CvLr9_OUz_ezX-kgbH5l_zbYqpHUCH1Flsn-3BRM7KewpzS2HZ0oCJL1i8TvjXzvANcJlyFhWgYAxhdqJfDCu6lLICO4DTaCb/s1600/imagesCAHVL8FZ.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ex="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjB6tcwKG99J4FC7iqFdQvap0woO5_Dlwt-34_wyq9CvLr9_OUz_ezX-kgbH5l_zbYqpHUCH1Flsn-3BRM7KewpzS2HZ0oCJL1i8TvjXzvANcJlyFhWgYAxhdqJfDCu6lLICO4DTaCb/s1600/imagesCAHVL8FZ.jpg" /></a></div><br />
<br />
Sütçü Ineklerde Dogum Felcinin Karaciger Yaglanması ile Ilgisi<br />
Mutlu SEVINÇ, Veysi ASLAN<br />
Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Konya-TÜRKIYE<br />
<br />
Özet : Bu çalısma ülkemizde sık olarak görülen metabolik hastalıklardan, dogum felci’nin (hipokalsemi) karaciger yaglanması ile olan<br />
ilgisini ortaya koymak, ayrıca plazma iyonize kalsiyum (ICa++), normalize kalsiyum (Norm Ca++), kan pH, HCO3, PO2, PCO2 ve BE<br />
konsantrasyonu ve bazı metabolik (P, Mg, Na, K, ALT fosfolipid, protein CPK, albumin, kolesterol) profillerin belirlenerek, bunların<br />
teshis ve tedavideki önemini ortaya koymak amacıyla yapıldı. Tüm hayvanların klinik ve laboratuvar muayeneleri yapıldı ve<br />
karacigerlerinden perkutaneoz biopsi örnekleri alındı.<br />
Tedavi öncesi kan pH, HCO3, BE, ICa++, TCa++, P, Mg, ALT, fosfolipid konsantrasyonları kontrollere oranla öneli derecede<br />
(p<0.001) düsük, CPK ise aynı derecede yüksek bulundu. Biopsi örneklerinin analizi sonucu hayvanların % 70'inde çesitli derecelerde karaciger yaglanması saptandı.<br />
<a name='more'></a> Anahtar Sözcükler: Dogum felci, Karaciger yaglanması, Sütçü inek <br />
<br />
The Relationship Between Parturient Paresis and Fat Cow Syndrome in Dairy Cows Abstract: This study was conducted to find out the association between parturient parasis and fatty liver. Ionized and normalized calcium concentrations in the plasma and blood pH, HCO3, PO2, BE various metabolic profiles (P, Mg, Na, K, ALT, fosfolipid, protein, CPK, albumine, cholesterol) in the serum samples were evaluated in order to reach a diagnostic and therapeutic results. All the cows were subjected to clinical and laboratory determinations and percutaneous liver biopsy was provided. The blood pH, HCO3, BE, ICa++, TCa++, P, Mg, ALT and fosfolipid concentrations were significantly (p<0.001) lower, in a contrast the value of CPK was significantly (p<0.001) elevated. The evaluation of biopsy specimens of the both experimental and control groups of cows revealed that, 70 percent of cows in the experimental group had varying degrees of fatty liver while, cows in the control group had no evidence of fatty liver.<br />
<br />
Key Words: Parturient parasis, Fat cow syndrome, Dairy cows <br />
<br />
Giris<br />
Dogum felci, yüksek süt verimli ineklerde dogumu takiben ilk bir kaç gün içinde rastlanan en eski metabolizma hastalıklarından biridir. Yetiskin sütçü sıgırlarda kalsiyum yetersizligi, flassid paraliz, dolasım kollapsı, bilinç kaybı ve neuromuskuler disfonksiyonlar, hipokalsemi, hipofosfatemi ve hipermagnezemi ile karakterize bir hastalıktır (1, 2, 3). Hastalıgın indsidansı süt veriminin yükselmesiyle artar. Hastalıgı etçi sıgırlar, koyunlar ve keçilerde nadiren (2, 4), atlarda ise (5) çok az rastlanır. <br />
<br />
Yüksek süt verimli ineklerde rastlanılan önemli metabolik hastalıklardan biri de karaciger yaglanmasıdır. Bu hastalıgın kültür ırkı sütçü sıgırcılıgın yaygın olarak yapıldıgı bir çok ülkede (6, 7) ve bu arada ülkemizde de görüldügü bildirilmektedir (8, 9, 10, 11). Karaciger yaglanmasının bir çok metabolik ve enfeksiyöz hastalıga zemin hazırladıgı savunulmaktadır (8, 9, 10). Kuru dönem bakım ve beslenmesi ile önemli ölçüde iliskili olan dogum felci ve karaciger yaglanması ile ilgili ülkemizde bazı çalısmaların (8, 9, 10, 11) olmasına ragmen, bu iki metabolizma hastalıgı arasındaki iliski üzerine fazla çalısma yapılmamıstır.<br />
<br />
Sunulan çalısmada, dogum felci bulunan hayvanlarda karaciger yaglanma yüzdelerinin belirlenerek, hastalıkların birbirleriyle olan ilgisini arastırmak ve bu hayvanlada ICa++, Normalize kalsiyum (Norm Ca++) konsantrasyonu ve bazı metabolik profillerinin belirlenerek, bunların teshisteki önemlerinin ortaya konması amaçlanmıstır Materyal ve Metot Arastırmanın materyalini, halk elinde bulunan 20 adet Holstein ve Isviçre Esmeri hipokalsemili sıgır, kontrol grubunu ise Konya Hayvancılık Merkez Arastırma Enstitüsünda bulunan yeni dogum yapmıs 10 bas saglıklı Isviçre Esmeri sıgır olusturmaktadır. Hasta hayvanların muayene ve tedavisi ile örneklerin alınması, serbest veteriner hekimlerin destegi ile mahallinde gerçeklestirildi. elde edilen serumlardan, AST, ALT, CPK, alkalen fosfataz (ALK-P) enzim aktiviteleri, TCa++, P+, Mg++, fosfolipid (F-LIP), trigliserit (TRIGL), kolesterol (KOLEST), total protein (TP) ve albumin (ALB) konsantrasyonları ticari hazır kitlerle otoanalizör cihazlarında* ölçüldü. Heparinli kan örnekleri 2-6 saat içerisinde kan gazları cihazında** islenerek kan pH, plazma HCO– 3, plazma BE, kan PCO2, kan PO2, hemoglobin (Hb), hematokrit (Hct), plazma Na+, plazma K+ ve plazma ICa++ konsantrasyonları belirlendi. Norm Ca’un hesaplanmasında, Ballantine ve Herbein (12) tarafından bildirilen, logCa7.4 = logCax - .24 (7.4- x) formülü kullanıldı. <br />
Deneme grubu ve saglıklı hayvanlardan karaciger biyopsi örnekleri alınmadan önce karaciger perküsyonu ile karaciger bölgesi belirlendi ve perkutan biopsi ignesi yardımıyla teknigine uygun olarak numuneler alındı. Alınan biyopsi örnekleri, formol-kalsiyum tespit solusyonunda +4ºC’de ve karanlıkta 16 saat süreyle tespit edildi. Kriyostatta 12 μ kalınlıgında alınan dondurma kesitleri Oil Red O ve Sudan Black boyaları ile boyandı. Objektif ve okuler mikrometre kullanılarak karaciger epitel hücreleri içerisindeki yagların sitoplazmada kapladıkları alan μm2/100 μm2 cinsinden 1000'lik büyütme kullanılarak ısık mikroskobu yardımı ile ölçüldü. Her biyopsi preparatında, tesadüfi olarak seçilen 5 degisik görüntü alanında yapılan ölçümden sonra elde edilen ortalama deger, o vakanın karaciger yaglanma yüzdesi olarak kabul edildi. % 10'un altında yaglanma görülen vakalar hafif, % 10 - 20 arası orta ve % 20'nin üzeri siddetli karaciger yaglanması olacak sekilde degerlendirildi Deneme grubundaki hayvanların tedavi öncesi ve tedavi sonrası degerleriyle kontrol grubu arasında farklılıgın önemini tespit etmek için Fisher'in F testi, gruplar arasındaki önemin tespiti için Duncan testi kullanıldı.<br />
<br />
Ayrıca deneme grubunun karaciger yaglanma yüzdeleri ile laboratuvar bulguları arasında korelasyon yapıldı Bulgular Klinik bulgulara göre dogum felci teshisi, toplam 20 adet vakanın 3'ünde dogumdan 2-8 saat sonra, 2'sinde dogumdan 12 saat sonra, 5'inde dogumdan 24 saat sonra, 2'sinde dogumdan 36 saat sonra, 4'ünde dogumdan 48 saat sonra, 1'inde dogumdan 72 saat sonra, 1'inde dogumdan 20 gün sonra ve 2'sinde 9 aylık gebelik döneminde konuldu. Bu hayvanlarda belirlenen TCa konsantrasyonlarına göre hayvnaların 2'sinde hastalıgın birinci dönemde, 13'nde ikinci dönemde ve 5'nde de üçüncü dönemde oldugu tespit edildi. Hayvanların yaslarının 3-10 yas arasında oldugu ve süt verimlerinin yıllık 3500 ila 4500 kg arasında degistigi ögrenildi. Tedaviden önce, tedaviden sonra ve kontrol grubu hayvanlarda saptanan nabız, solunum ve rektal ısı ortalama degerleri ve bunların standart sapmaları Tablo 1'de verildi. Hipokalsemili hayvanlarda tedavi öncesi, tedavi sonrası ve kontrol grubu kan pH, PCO2, PO2 plazma HCO– 3, BE konsantrasyon ortalamaları ve standard sapmaları Tablo 2'de verildi. Deneme ve kontrol grubu hayvanların kan Hb, Hct, serum TCa++, P+, Mg++, plazma ICa++, Norm Ca++, Na+ ve K+ konsantrasyon ortalamaları ve standart sapmaları Tablo 3'de verildi. Deneme ve kontrol grubu hayvanların serum AST, ALT, ALK-P, CPK, F-LIP, TRIGL, KOLEST, TP, ALB konsantrasyon ortalamaları ve standart sapmaları Tablo 4'de verildi. Hipokalsemili hayvanlardan alınan karaciger biopsi örneklerinde, 3 hayvanda siddetli (% 20, 22.7 ve 29.9) 2 hayvanda orta siddette (% 11 ve 18), 9 hayvanda hafif siddette (% 1 ile 8.3 arasında) ve 6 hayvanda da yaglanmaya rastlanılmadı (Sekil 1, 2, 3).<br />
<br />
Kontrol grubu hayvanların karaciger biopsi örneklerinin hiç birisinde yaglanmaya rastlanmadı. Tartısma Bu çalısmada toplam 20 vakanın 16'sında hastalıgın literatür (3, 14, 15) verilerine uygun olarak dogumdan sonra ilk 48 saat içinde meydana geldigi tespit edildi. Dogum felci bulunan hayvanlarda pek çok arastırmacının da (2, 4, 15) bildirdigi gibi, rektal ısı ortalamalarında önemli düsme (p<0.01) tespit edildi. Tedaviden önce belirlenen solunum sayısı ortalaması, solunum kaslarındaki parezisden dolayı önemli ölçüde (p<0.01) düsük bulundu. Kan pH, PCO2, PO2 ve plazma HCO– 3 konsantrasyonlarında herhangi bir degisiklik izlenmezken, BE degerinde önemli düsme gözlendi. Bu düsüs hayvanların uzun süre yerde yatmaları sonucu sekillenen doku hipoksisi ve buna baglı olarak açıga laktik asit miktarına baglanabilir. Tedavi sonrası hayvanlarda sekillenen metabolik asidozis ise tedavide kullanılan oldukça düsük pH’ya sahip (pH: 3.72) kalsiyum preparatlarına baglıdır Karaciger yaglanmasında serum trigliserid, fosfolipit ve kolesterol konsantrasyonlarının düstügü bildirilmektedir (16, 28). Bu çalısmada deneme grubundaki hayvanlarda kontrol grubu hayvanlara göre serum kolesterol (p<0.05) ve fosfolipid konsantrasyonu (P<0.01) düsük bulunurken, serum trigliserit konsantrasyonları önemsiz ölçüde (P>0.05) azaldı. Karaciger<br />
yaglanma yüzdesi ile bu parametreler arasında yapılan<br />
korelasyonda, yaglanma yüzdesi ile serum kolesterol<br />
konsantrasyonu arasında önemli ölçüde (p<0.01) negatif<br />
bir korelasyon tesbit edildi. Sıgırlarda fosfolipid<br />
konsantrasyonun belirlenmesi, hayvanların lipoprotein<br />
durumları hakkında fikir verir (16). Bu çalısmada deneme<br />
grubu hayvanlarda fosfolipid ve kolesterol konsantrasyonunun<br />
düsük olması hepatik lipoprotein sekresyonunun<br />
azalmıs olabilecegini gösterebilir. Serum<br />
trigliserit konsantrasyonunda önemli düsme beklenirken,<br />
düsmenin önemli olmaması, hayvanların büyük<br />
çogunlugunda karaciger yaglanmasının siddetli olmayısına<br />
baglanabilir<br />
<br />
Hipokalsemili hayvanlarda serum total protein ve albumin<br />
konsantrasyonun degismedigi bildirilmektedir<br />
(18). Fakat karaciger yaglanması bulunan hayvanlarda,<br />
yaglanmanın siddetine paralel olarak total protein ve<br />
albumin konsantrasyonunun azaldıgı bir çok arastırıcı<br />
(6, 29, 30) tarafından bildirilmektedir. Bu çalısmada<br />
tedaviden önce ölçülen serum total protein konsantrasyonu<br />
p<0.01) ve serum albumin konsantrasyonu<br />
(p<0.05) kontrol grubu hayvanlarda göre düsük bulundu.<br />
Karaciger yaglanması ile bu parametreler arasında<br />
yapılan korelasyonda serum albumin konsantrasyonunun,<br />
karaciger yaglanma yüzdesi ile önemli derecede<br />
(p<0.05) negatif olarak iliskili oldugu belirlendi. Bu sonuçlar,<br />
deneme grubundaki hayvanların büyük çogunlugunda<br />
belirlenen karaciger yaglanmasına baglı olarak,<br />
karaciger ve barsak mukozal hücrelerinde protein sentezinin<br />
azaldıgını ve özellikle kalsiyum baglayan protein<br />
sentezindeki aksamalar sonucu, barsaklardan absorbe<br />
edilen Ca++'ın kana tasınamaması, hayvanları dogum<br />
felcine predispoze hale getirebilecegi seklinde yorumlanabilir.<br />
Ayrıca karaciger yaglanmasına baglı olarak gastrointestinal<br />
sistemde meydana gelen atoni, yeterli sekilde<br />
protein absobsiyonunun saglanamamasına neden olarak<br />
hipoproteinemiye katkıda bulunabilir.<br />
<br />
<br />
Sonuç olarak dogum felci vakalarının teshisinde<br />
ICa++, Norm Ca++ seviyesinin ve metabolik profilin belirlenmesinin<br />
önemli oldugu ve hayvanların büyük çogunlugunda<br />
çesitli derecelerde karaciger yaglanmasının<br />
tespit edilmesi, dogum felcinin karaciger yaglanması ile<br />
iliskili oldugunu göstermektedir. Bu nedenle dogum felcinin<br />
tedavisinde karaciger yaglanmasının da göz önünde<br />
tutularak, kalsiyumla birlikte karaciger koruyucu ve<br />
lipotropik etkili ilaçların verilmesinin faydalı olacagı kanısına<br />
varıldı.<br />
<br />
Kaynaklar<br />
<br />
1. Miettinen, P. (1993). Is Nine Grams of Calcium anough for Treatment<br />
of Parturient Parasiss?, Acta Vet. Scand. Suppl. 89, 137-<br />
138.<br />
2. Oetzel, G.R. (1988). Parturient Parasis and Hypocalcemia in<br />
Ruminant Live-stock. Veterinary Clinics of North America: Food<br />
Animal Practise. 4, 2, 351-363.<br />
3. Aslan, V., Astı, R.N., Nizamoglu, M., Tekeli, T., Basoglu, A. ve<br />
Demirci, Ü. (1989). Postpartum dönem hastalıklarının Yaglı karaciger<br />
sendromu ile ilgisi. S.Ü. Vet. Fak. Derg., 4, 1, 21-36.<br />
4. Allen, W.M. and Sensom, B.F. (1986). Parturient Parasis (Milk<br />
Fever) and Hypocalcemia (Cows, Ewes and Goats). Current Veterinary<br />
Therapy: Food Animal Pratice 2, W.B. Saunders Company,<br />
Philadelphia.<br />
5. Richardson, J.D., Harrison, L.J. and Edwards, G.B. (1991). Two<br />
Horses with Hypocalcaemia. Vet. Rec., 129, 5, 98.<br />
6. Roberts, C.J. and Reid, I.M. (1986). Fat Cow Syndrome and Subclinical<br />
Fatty Liver. Current Veterinary Therapy Animal Practice.<br />
W.B. Saunders Company, Philadelphia.<br />
7. Ballantine, H.T., Herbein, J.H. (1991). Potentiometric Determination<br />
of Ionized and Total Calcium in Blood Plasma of Holstein<br />
and Jersey Cows. Dairy Sci. 74, 2, 446-449.<br />
8. Aslan, V., Eren, Ü., Sevinç, M., Öztok, I. ve Isık, K. (1993).<br />
Yüksek süt verimli ineklerde kuru dönem ve dogum sonrası<br />
metabolik profildeki degisiklikler ve bunların karaciger yaglanması<br />
ile ilgisi, S.Ü. Vet. Fak. Derg., 9, 2, 38-45.<br />
9. Aslan, V., Astı, R.N., Nizamlıoglu, M., Tekeli, T., Basoglu, A. ve<br />
Demirci, Ü. (1989). Postpartum Dönem Hastalıklarının Yaglı Karaciger<br />
Sendromu ile Ilgisi. Selçuk Üniv. Vet. Fak. Dergisi. 4, 1,<br />
43-51.<br />
10. Astı, R.N., Aslan, V., Nizamlıoglu, M., Demirci, Ü., Tiftik, A.M. ve<br />
Gökçay, Y. (1989). Süt ineklerinde Yaglı Karaciger Sendromu<br />
Üzerine Arastırmalar. Selçuk Üniv. Vet. Fak. Dergisi. 4, 1, 21-36.<br />
11. Nizamlıoglu, M., Aslan, V. ve Durgun, Z. (1989). Süt Sıgırlarının<br />
Yaglı Karaciger Sendromunda Bazı Kan Degerleri. Selçuk Üniv.<br />
Vet. Fak. Dergisi. 4, 1, 37-41.<br />
12. Breukink, H.J. (1993). Dutch Experiments Related to Milk Prevention.<br />
Acta Vet. Scand. Suppl. 89, 125-128.<br />
13. Düzgünes, O., Kesici, T. ve Gürbüz, F. (1993). Istatistik metodları,<br />
2. baskı, A.Ü. Zir. Fak. Yay., No: 1291, Ankara.<br />
14. Julien, W.E., Conrad, H.R., Hibbs, J.W. and Crist, W.L. (1977).<br />
Milk Fever in Dairy Cows. VIII. Effect of Injected Vitamin D3 and<br />
Calcium and Phosphorus Intake on Incidence. J. Dairy Sci. 60, 3,<br />
431-436.<br />
15. Aslan, V. (1994). Veteriner Iç Hastalıklar Mimoza Yay. Konya.<br />
16. Herdt, T.H. (1988). Fatty Liver in Dairy Cows. Veterinary Clinics<br />
of North America: Food Animal Practice (July) 4, 12, 269-287.<br />
17. Gaynor, P.J., Mueller, P.J., Miller, J.K., Ramsey, N. Goff, P. and<br />
Horst, R.L. (1989). Parturient Hypocalcemia in Jersey Cows Fed<br />
Alfalfa Haylage-Based Diets with Different Cation to Anion<br />
Rations. J. Dairy Sci. 72, 10, 2525-2531.<br />
18. Dauth, J., Dreyer, M.J. and Coning, J.P. (1984). Ionized Calcium<br />
Versus Total Calcium in Dairy Cows. Journal of the south African<br />
Veterinary Association. 01, 71-72.<br />
19. Andrews, A.H., Laven, R. and Maisey, I. (1991). Treatment and<br />
Control of an Outbreak of fat Cow Syndrome in a Large Dairy<br />
Herd. The Veterinary Record. 129, 216-219.<br />
20. Gerloff, B.J., Herdt, T.H. and Emery, R.S. (1986). Relationship of<br />
Hepatic Lipidosis to Health and Performance in Dairy Cattle.<br />
JAVMA. 188, 8, 845-850 (April 15).<br />
21. Haass, C.L. and Eness, P.G. (1984). Bovine Fatty Liver Syndrome.<br />
Iowa State Veterinarian. 46, 2, 108-111.<br />
22. Higgins, R.J. and Anderson, W.S. (1983). Fat Cow Syndrome in a<br />
British Dairy Herd. The Veterinary Record. (November 12), 113,<br />
20, 461-463.<br />
23. Marrow, D.A. (1975). Fat Cow Syndrome. Journal of Dairy Science.<br />
59, 9, 1625-1629.<br />
24. Avidar, Y., Bogin, E. and Boback, S. (1986). Fatty Liver Syndrome<br />
in Farm Animals-Biochemical and Pharmacological<br />
Aspects. Isr. J. Med. 42, 4, 318-323.<br />
25. Marrow, D.A., Hillman, D., Dade, A.W. and Kitchen, H. (1979).<br />
Clinical Investigation of a Dairy Herd with the Fat Cow Syndrome.<br />
JAVMA 174, 2, 161-167.<br />
26. Reid, I.M., Roberts, C.J., Treacher, R.J. and Williams, L.A.<br />
(1986). Effect of Body Condition at Calving on Tissue Mobilization,<br />
Development of Fatty Liver and Blood Chemistry of Dairy<br />
Cows. Anim. Prod. 43, 7-15.<br />
27. Waage, S. (1984). Milk Fever in the Cow-Course of Disease in<br />
Relation to the Serum Activity of Aspartat Aminotransferase, Alanine<br />
Aminotronsferase, Creatine Kinase and Gamma-<br />
Glutamyltransfrerase. Nord. Vet. Med. 36, 282-295.<br />
28. Hıdıroglu, M. and Hartin, K.E. (1982). Vitamins A, E and Selenium<br />
Blood levels in the Fat Cow Syndrome, Can. Vet. J., 23:<br />
255-258.<br />
29. Reid, I.M. (1986). Diagnosis of Fatty Liver in Dairy Cows. Isr. J.<br />
Vet. Med. 42, 4, 399-404.<br />
30. West, H.J. (1990). Effect on Liver Function of Acetonaemia and<br />
the Fat Cow Syndrome in Cattle. Res. Vet. Sci., 48, 2, 221-227RUSTEM BAYRAM OGLUhttp://www.blogger.com/profile/14717989559050705971noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4579075721014937835.post-743289507708538412010-10-06T00:53:00.000+03:002010-10-06T00:53:41.481+03:00Yüksek Verimli Süt Ineklerinde Yaglı Karaciger Sendromu Riskini Arastırmak AmacıylaUltrasonografik ve Biyokimyasal Muayeneler<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgU-JZqwb0YVwFgWkmm_qdzXAbP3Pl4jwiHTmKCvmd8xSKvTNWZ0k3QRGSRnTnauVoJBRrKphPa_mKfHT35VCs0-EowTllDIrCOElGxKitPw7CJDngWd7U0Nnmy-t_NwJkESebijew4/s1600/22.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" px="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgU-JZqwb0YVwFgWkmm_qdzXAbP3Pl4jwiHTmKCvmd8xSKvTNWZ0k3QRGSRnTnauVoJBRrKphPa_mKfHT35VCs0-EowTllDIrCOElGxKitPw7CJDngWd7U0Nnmy-t_NwJkESebijew4/s1600/22.JPG" /></a></div><br />
<br />
Yüksek Verimli Süt Ineklerinde Yaglı Karaciger Sendromu Riskini Arastırmak Amacıyla Ultrasonografik ve Biyokimyasal Muayeneler <br />
<br />
<br />
Özet:Fakültemiz Uygulama ve Arastırma Çiftligindeki yüksek verimli süt ineklerinde<br />
(n:15) yaglı karaciger sendromu riskini arastırmak amacıyla sonografik olarak kantitatif ve<br />
kalitatif karaciger ile biyokimyasal kan muayeneleri yapıldı. Karaciger dorsal-ventral sınırlarının<br />
Proc.spinalis’ lere olan uzaklıgı, karaciger kalınlık ve ventral açıları, vena cava dorsal-ventral<br />
sınırları, horizontal-vertikal çapları, alanı ve çevresi 12.-11.-10. interkostal aralıkta (IKA); vena<br />
porta dorsal-ventral sınırları, horizontal-vertikal çapları, alanı ve çevresi 10. IKA.’ da; serum<br />
AST, LDH, GGT, T.Protein, T.Bilirubin düzeyleri saptanarak dogum öncesi ve sonrası önem<br />
kontrolleri arastırıldı.<br />
Dorsal karaciger sınırının Proc.spinalis’ lere olan uzaklıgı 11.IKA.’ da; vena cava dorsal<br />
sınırı 11.-10. IKA.’ da, vena cava ventral sınır, alan ve çevresi 10. IKA.’ da istatistiksel yönden<br />
anlamsız(p<0.5); karaciger kalınlıgı 10. IKA.’ da p<0.01 düzeyinde dogum öncesi ile sonrası<br />
arasında istatistiksel yönden anlamlı saptandı. AST, LDH, GGT ve T.Bilirubin seviyelerinde<br />
dogum öncesi ve sonrası arasında istatistiksel yönden anlamlı bir farklılık ortaya konamadı.<br />
Ancak, gıda alımının artmasına baglı olarak serum total protein seviyesinde dogum öncesi ve<br />
sonrası arasında p<0.05 düzeyinde istatistiksel önem saptandı.<br />
Sıgırlarda yaglı karaciger sendromunun belirlenmesinde sonografik ve biyokimyasal<br />
testler yardımcı olabilirse de, kesin tanı için kullanımının sınırlı oldugu sonucuna varıldı.<br />
<br />
<br />
G i r i s<br />
<br />
Sıgır karacigerinin anatomik yapısı geregi klinik muayenesi mümkün olmadıgından,<br />
hepatopatilerin tanısında laboratuvar muayeneleri yanında, sonografik olarak kantitatif<br />
ölçümlerin ve kalitatif degerlendirmenin yapılması gerektigi bildirilmektedir (4,1l,16). Sıgırlarda<br />
karacigerin 6. interkostal bosluktan 13. kostanın proksimaline kadar uzandıgı, kranial sınırın 13.<br />
kostayı biraz astıgı, parietal yüzün diaframaya, visseral yüzün ventro-medialden, latero-dorsale<br />
dogru; kranio-dorsalde rumenin kör kesesi, omazum, doudenumun pars caudalis' i, pankreas ve<br />
sag böbregin kranial kutbu, kranialde ise kısmen akciger tarafından örtüldügü bildirilmekte<br />
<br />
Sıgırlarda karaciger paransim hücreleri dejenerasyonlarını saptamak amacıyla yapılan<br />
hepatospesifik enzim aktivite ölçümlerinin, enzimlerin az veya çok spesifikligi nedeniyle<br />
güçlüklere neden oldugu; total bilirubin ve albumin yanında, biopsi, deneysel laparatomi,<br />
radyolojik yoklama (küçük hayvanlarda mümkün), sintigrafi ve komputer tomografi gibi tanı<br />
yöntemlerinin kullanılması gerektigi vurgulanmaktadır <br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Süt ineklerinde karaciger yaglanması (Leberverfettung-fatt cow syndrome) hepatopati<br />
olarak tanımlanmakta olup, bir çok nedenden ileri gelebilecegi bildirilmistir (3,11,16). Ancak,<br />
süt ineklerinde en önde gelen nedenin yag mobilizasyon sendromu (Fettmobilisationssyndrom-<br />
FMS) oldugu, bu sendromun dogum öncesi (pre partum) iki hafta ile, dogum sonrası (post<br />
partum) 6 hafta içinde sekillendigi, olusumunda özellikle dogum sonrası ilk iki haftanın çok<br />
önemli oldugu vurgulanmaktadır (3). Yaglı karaciger sendromunun post partal enerji<br />
eksikliginden ileri geldigi, bu boslugun organizmadaki yag rezervlerinden artan oranda yag<br />
mobilize edilerek karsılandıgı, bir dereceye kadar karacigerin artan bu yag asitlerini esterize<br />
ettigi, enerji eksikliginde hepatik lipoprotein fraksiyonun geriye dönüsü aksadıgından<br />
hepatositlerde yag birikmesi sekillendigi bildirilmektedir (6,12,13,14). Yüksek verimli süt<br />
<br />
ineklerinde post-partal ilk hafta içinde negatif enerji bilançosu sekillendigi, normal kosullarda bu<br />
eksikligin metabolik degisiklikler ve hormonal düzenlemeler ile regüle edilirken<br />
glikoneogenezis, lipolizis ve proteolizisin devreye girdigi, eger enerji eksikligi çok büyük ve<br />
metabolizma regülasyon kapasitesini asarsa, organizmadaki yag reservlerinin mobilize edilecegi,<br />
serbest kalan yag asitlerinin trigliserid halinde hepatositlerde ince tanecikler seklinde (multibl)<br />
veya yaygın (diffuse) olarak toplanacagı, sonuçta; karaciger loplarının periferik, intermedier,<br />
sentrolobuler veya panlobuler tarzda yaglanacakları, bu sendromun % 50-90 oranında prepartum<br />
3.-2. ile, post-partum 4.-6. haftalar arasında olusabilecegi bildirilmektedir (3,9,11,13,16).<br />
Abomazum deplasmanlarında gıda alımının durması nedeniyle olusan yag mobilizasyonu<br />
sonucu, serbest kalan trigliseridlerin panlobuler tarzda yaglanmaya neden oldukları, dolayısıyla<br />
karaciger yetmezligi sekillendigi, klinik semptom olarak ikterus, fotosensibilizasyon ve kanama<br />
egilimleri gibi semptomlar yanında, serum aspartat-aminotransferase (AST), glutamatdehydrogenase<br />
(GLDH), gamma-glutamyltranspeptidase (GGT), total bilirubin düzeylerinin<br />
saptanması; bunlardan AST’ nin düsük oranda hepatospesifik, GLDH' in hepatospesifik, GGT'<br />
nin ise safra kanalları, böbrekler ve barsak epiteli için spesifik oldugu, bu yönleriyle ayırıcı<br />
tanıda anlamlı oldukları, serum total bilirubin düzeyini saptamanın yaglı karaciger sendromu<br />
tanısında bir endikatör olarak kabul edildigi bildirilmektedir (9,11,13,16). Yaglı karaciger<br />
sendromunda enerji eksikligi nedeniyle serum glikoz konsantrasyonu düserken, keton cisimleri<br />
ve serum beta hidroksi butürik asit düzeyi ile lipomobilizasyona baglı olarak serum serbest yag<br />
asitleri düzeyinin arttıgı saptanmıstır (2,3,9,11,15,16). Yaglı karaciger sendromuna maruz kalmıs<br />
süt ineklerinde yaglanmanın derecesi ve yerlesimi konusunda karaciger biopsisinin kesin tanı<br />
yöntemi oldugu, bu islemin hayvanın saglıgına ve süt verimine hiçbir olumsuz etkisinin olmadıgı<br />
bildirilmektedir (1,8,10,11,16). Post-partal dönemde trigliseridlerin bütün karaciger dokusuna<br />
diffüz olarak yayıldıkları, biopsi materyalinin histopatolojik muayenesinde ortaya konmustur<br />
<br />
Bu çalısmadan amaç; yaglanma sonucunda karacigerde olusabilecek kantitatif ve<br />
kalitatif degisikliklerin ortaya konması, ultrasonografi ile karaciger boyutlarında olusacak<br />
degisikliklerin dogum öncesi ve sonrası ile iliskisi, serum total protein, total bilirubin, AST,<br />
LDH ve GGT degisikliklerini saptayarak Fakültemiz Uygulama ve Arastırma Çiftligindeki<br />
yüksek verimli süt ineklerinde yaglı karaciger sendromu riskini arastırmaktır.<br />
<br />
T a r t ı s m a v e S o n u ç<br />
<br />
Abomazum deplasmanlarından kaynaklanan yaglı karaciger sendromunun lipomobilizasyona<br />
baglı olarak panlobuler tarzda yaglanmaya neden oldugu, az veya orta derecede<br />
hepatositer yaglanmanın organizmayı negatif olarak etkilemedigi, uzun süren<br />
<br />
lipomobilizasyonların karaciger fonksiyonu ve yapısında distrofik yaglanma sonucunda hücre<br />
nekrozuna dolayısıyla karaciger yetmezligi ve komasına neden oldugu bildirilmektedir (5,11,16).<br />
Asırı oranda karaciger yaglanmasında sonografik olarak ekojenite artısı, orta ve az oranda<br />
yaglanma hallerinde ise belli loplarda yaglanma sonucu ekojenite farklılıklarının ortaya<br />
konabilecegi, bu loplardan alınan igne biopsilerinden yapılacak histopatolojik bakıların kesin<br />
tanıda yararlı oldugu bildirilmistir (10,11,16). Orta ve ileri derecede karaciger yaglanması<br />
görülen olgularda organ boyutlarının büyüdügü (5), karaciger kalınlıgının arttıgı ve bu<br />
durumların da sonografik olarak ortaya konabildigi bildirilmistir <br />
<br />
Normal sıgır karacigerinin sonografik görünümü az ekojen ve sınırları parlak (ekojen)<br />
yapıda, paransimde anekojenik damar yapısı ile birlikte oldugu bildirilmektedir (4,11,16,18).<br />
Ancak, karaciger paransim hücrelerinde yaglanmayı 5 ayrı kategoriye ayırıp ekojenite farklılıgını<br />
arastıran Grote (11), böbrek paransim ekosu ile de kıyaslamıs, ileri derecede yaglı karaciger<br />
sendromunda böbrek paransiminden bile hiperekojenik oldugunu saptamıstır. Çalısmamızda;<br />
sıgır karacigerinin sonografik görünümünde sınır yüzeylerin, büyük damarların ve safra<br />
kesesinin ses dalgalarını yansıtma esasına dayanan net görüntüler alınıp ölçümler yapılırken,<br />
paransimin nisbeten koyu, pütürüklü eko verdigi, paransimde yaglanma derecesine göre degisen<br />
eko dagılımı (kalın kaba pütürüklü ve açık renkte, intrahepatik damar çeperlerinde yaglanma<br />
belirtileri görülmemis, eko kıyası böbrek korteksi ile yapılarak, yaglı karaciger sendromu<br />
saptanan ineklerde görülen karaciger paransiminin beyaz renkte olusu ve paransim-damar çeperi<br />
ayırımının yapılamaması gibi özelliklere rastlanmamistir<br />
<br />
Braun (4), genç ineklerde karaciger büyümesini dorsal ventral sınırlar arasındaki<br />
mesafeyi ölçerek arastırmıs ve en fazla 35 cm olabilecegini, vena cava' nın 15 cm, porta' nın 13<br />
cm derinlikte bulunabilecegini bildirmektedir. neklerde karaciger ventral sınırlarında olusan<br />
ovallesme ve yuvarlaklasmaların, yani ventral karaciger açılarındaki artısların, generalize <br />
karaciger degisikliklerinden, atlarda ise benzer degisikliklerin hiperlipidemiden ileri geldigi<br />
bildirilmektedir<br />
<br />
Lauener (16), ileri derecede yaglı karaciger sendromu saptanan ineklerde dorsal<br />
karaciger sınırının Proc.spinalis’ lere olan uzaklıgını 12. KA.’ da 20.5±4.8 cm, 11. KA'. da<br />
22.3±7.0 cm, 10. KA'.da 24.1±6.9 cm; Grote (11), sırasıyla 19.l±6.2 cm, 25.1±7.5 cm ve<br />
24.4±7.3 cm olarak saptamıs, kisisel ölçüm farklılıklarının % 32 oranında olabildigini<br />
vurgulamıstır. Diger taraftan Braun (4), ortalama 513 kg canlı agırlıktaki genç süt ineklerinde bu<br />
degeri sırasıyla 12.6±1.48 cm., 16.4±3.21 cm ve 26.4±3.83 cm olarak ölçmüstür. Çalısmamızda<br />
saptanan karaciger dorsal sınır ölçüm sonuçlarının literatür verilerinden farklı oldugu<br />
görülmektedir. Bu farklılıgın nedeni distrofik karaciger yaglanmasından ziyade canlı agırlık<br />
farklılıklarından ileri gelmekte, bu da Grote (11)’ nin belirttigi % 32’ lik kisisel ölçüm<br />
farklılıgını dogrulamaktadır.<br />
<br />
Karaciger ventral sınırının Proc.spinalis’ lere uzaklıgı üzerinde yapılan çalısmalarda;<br />
Barun (4), interkostal bosluk sırasıyla 37.5±3.60 cm, 43.3±2.6l cm ve 47.l±2.97 cm, Lauener<br />
(16), hafif derecede yaglanma olan ineklerde 37.45±5.1 cm, orta derecede yaglanma olanlarda<br />
42.81±9.03 cm, ileri derecede 39.7l±5.8l cm olarak 12. KA.’da, 48.58±6.92 cm, 53.94±8.5l cm,<br />
52.68±6.46 cm, 11. KA.’ da, 58.7l±6.79 cm, 64.38±7.44 cm, 63.14±5.51 cm olarak<br />
bildirmektedir. Aynı parametre üzerinde yaptıgımız ölçüm sonuçları Tablo 2’ de verilmis olup,<br />
Braun (4)’nın degerlerinden yüksek, Lauener (16)’ in orta ve ileri derecede yaglı karaciger<br />
sendromlu ineklerde ölçtügü degerlere canlı agırlılık ortalamasının yüksekligi nedeniyle yakın<br />
bulunmustur.<br />
<br />
Grote (11), yaglı karaciger sendromu derecesini saptamadıgı süt ineklerinde karaciger<br />
kalınlıgını vena cavada portadan daha yüksek bulmus, kalınlık ölçümlerine deri ve deri altı bag<br />
dokuyu da ilave etmistir. Lauener (16), hiç karaciger yaglanması olmayan süt ineklerinde<br />
11. KA' da porta derinligini 9.9±2.2 cm, orta derecede yaglanmada 10.2±2.0 cm, ileri derecede<br />
<br />
yaglı karaciger sendromu olanlarda ise, 9.8±1.4 cm olarak ölçmüs, bu farklılıkları istatistiksel<br />
yönden önemsiz bulmustur. Bu sonuçlara göre karaciger boyutlarındaki ve kalınlık artısının<br />
karaciger yaglanma derecesinin saptanmasında yardımcı olmayacagını bildirmektedir (16).<br />
Barun (4) ise, karaciger kalınlıgını kaudalden kraniale dogru interkostal bosluk sırasıyla<br />
24.9±3.89 cm, 26.9±2.94 cm ve 20.7±3.11 cm olarak bildirmektedir. Çalısmamızda milimetre<br />
cinsinden yapılan karaciger kalınlık ölçümlerinden sadece 10. KA’ da dogum öncesi ve sonrası<br />
arasında istatistiksel yönden p<0.0l düzeyinde anlamlılık saptanmıstır (Tablo 2). Kalınlık<br />
ölçümündeki farklılık kullandıgımız metodun modifikasyonundan ileri gelmektedir<br />
<br />
Karaciger ventral sınırı açı ölçümü üzerinde yapılan çalısmalarda; kaudalden kraniale<br />
interkostal bosluk sırasıyla Barun (4), 58±10.05°, 56.2±8.11°, 45.9±9.33°, sadece 11. KA.’da<br />
ölçüm yapan Lauener (16), hafif derecede karaciger yaglanması olan ineklerde 55.42±10.72°,<br />
orta derecede yaglanma olan ineklerde 50.75±9.05°, ileri derecede yaglanma olan ineklerde<br />
6l.29±8.72° olarak bildirmektedir. Karaciger ventral sınırları üzerinde yapılan açı ölçümlerinde<br />
elde ettigimiz sonuçlar Tablo 2’ de verilmis olup, saptadıgımız degerler literatür (4,16)<br />
verilerinden düsük bulunmustur. Bu durum yaglı karaciger sendromunda olusan ventral açılar<br />
artısının tersi olup, böyle bir riskin olmadıgını desteklemektedir<br />
<br />
Vena cava dorsal sınırı ölçümleri üzerinde çalısmalar yapan Braun (4), bu mesafeyi<br />
12. KA.’ da 19.9±2.27 cm, 11. KA.’da 21.5±2.55 cm, olarak normal ineklerde bildirirken,<br />
Lauener (16), az, orta ve ileri derecede yaglanma olanlarda kaudalden kraniale dogru 12. KA.’da<br />
24.52±3.12 cm, 23±2.35 cm, 25.75±2.46 cm, 11. KA.’ da 30.13±2.13 cm, 23±2.35 cm,<br />
30.71±1.91 cm olarak bildirmektedir. Çalısmamızda vena cava ölçümlerinde dogum öncesi ile<br />
sonrası arasında istatistiksel yönden anlamlılık saptanmamıs olup, ölçüm sonuçlarının literatür<br />
verilerini destekledigi ortaya konmustur.<br />
<br />
Braun (4), saglıklı ortalama 513 kg canlı agırlıga sahip genç ineklerde çalısmıs ve cava<br />
çaplarını 12. KA.’ da 3.0±0.58 cm, 11. KA’ da 3.2±0.48 cm; porta çaplarını sırasıyla 3.6±0.42<br />
cm, 2.35±0.38 cm, 2.9±0.41 cm olarak saptamıstır. Grote (11), portal venin 9. KA.’ da çapını<br />
2.5±0.4 cm, 12. KA’ da 3.7±0.9 cm, 10. KA’ da ortalama 3.3±0.49 cm olarak bildirmektedir.<br />
Yaptıgımız çalısmada gerek cava, gerekse porta çaplarının literatür verileri ile uyumlu oldugu<br />
ortaya konmustur. Karaciger damarlarının vertikal ve horizontal çapları ile alan ve çevre<br />
hesaplamaları üzerinde yapılmıs çalısma saglanamadıgından tartısılmayıp veri olarak<br />
sunulmustur..<br />
<br />
Saglıklı sıgırlarda AST: 10-50 U/l, LDH: 1500 U/l, GGT: 20 U/l, T.Protein: 60-80 gr/l,<br />
T.Bilirubin:0.4 mg/dl. normal degerler olarak bildirilmektedir (15). Yaglı karaciger sendromu<br />
üzerinde çalısan Lauener (16), total bilirubin düzeyini hafif derecede yaglanma olan ineklerde<br />
13.1±1.18 μmol/l, orta derecede yaglanma olanlarda 15.2±1.18 μmol/l, ileri derecede yaglanma<br />
olanlarda 19.3±1.29 μmol/l; gamma glutamyl-transferase düzeyini sırasıyla 21±1.33 U/l,<br />
25±1.39 U/l, 37±1.57 U/l.; aspartatamino-transferase düzeyini sırasıyla 62±1.78 U/l, 84±1.92<br />
U/l, 78±1.89 U/l; olarak bildirmektedir. Grote (11), total bilirubin, AST, GLDH ve GGT<br />
aktivitelerini ROC kurvesi kullanarak grafiklestirmis ve spesifiklik ve duyarlılık yönünden<br />
ayırımını yapmıstır. Lauener (16) ise, total bilirubin (ayırım degeri 19 μmol/l) düzeyinin<br />
yaglanma derecesine göre arttıgını, ileri derecede ve az yaglanma olanlar arasında bu<br />
parametrenin sensivitesini % 50, spesifikligini % 74; GGT (ayırım degeri 44 U/l) sensivitesini %<br />
43, spesifikligini % 95; AST (ayırım degeri 65 U/l) sensivitesini % 43, spesifikligini % 74 olarak<br />
bildirdigi gibi bu artısların istatistiksel yönden anlamsızlıgını da vurgulamaktadır. Çalısmamızda<br />
saptanan karaciger enzim ve total bilirubin düzeylerinde dogum öncesi ve sonrası arasında<br />
istatistiksel farklılık saptanamazken, protein düzeyinde dogum öncesi ile sonrası arasında p<0.05<br />
düzeyinde istatistiksel anlamlılık saptanmıstır. Artıs laktasyona baslayan inegin günlük gıda<br />
tüketiminin artmasından ileri gelebilir. Biyokimyasal diger parametrelerde artıs olmaması yaglı<br />
karaciger sendromu riskinin var olmadıgını kantitatif ölçümler paralelinde desteklemektedir.<br />
neklerde yaglı karaciger sendromu yanında irinli hepatitis ve siroz gibi karaciger hastalıklarının<br />
<br />
ender sekillendigi (3,6), sonografik olarak bunların yaglı karaciger hastalıgından ayırıcı tanısının<br />
yapılabilecegi bildirilmistir (16). Karaciger damarları üzerinde sonografik muayeneler yapan<br />
Braun (4), genç ineklerde vena cava çapı 40 mm' den, vena porta çapının 45 mm’ den büyük<br />
olması gerektigini bildirmektedir. Kedi ve köpeklerde ise sag kalp yetmezligine baglı karaciger<br />
venlerinde belirgin genislemeler olusacagı, benzer durumun vena cava obstrüksiyonundan da<br />
ileri gelecegi bildirilmektedir<br />
<br />
Fokal karaciger degisikliklerinin diffüz degisikliklerden daha kolay tanınabilecegi,<br />
sonografik görünümlerinin anekojen, hipoekojen, hiperekojen veya karısık ekojenitede<br />
olabilecegi, bu fokal lezyonlarını çevrelerinde kapsül (apse, hematom gibi) bulunabilecegi,<br />
sonografik ayırıcı tanısının her zaman yapılamayabilecegi bildirilmektedir (1,18). Akut apse ve<br />
hematomların gün geçtikçe artan ekojenitede oldukları, apselerin nisbeten kalın düzensiz çeper<br />
kapsadıkları, olgunlasma periyodu esnasında ekodan yoksun, fakir veya her ikisinin karısımında<br />
eko yapısı gösterdikleri bildirilmektedir (20). Karaciger hematomlarının sonografik<br />
görünümünün organizasyon ve resorpsiyon derecesine baglı olarak farklı oldugu, baslangıçta<br />
çizgili ekojenite gösterirken, devamla hipoekojen veya karısık ekojenite gösterdikleri, ileri<br />
derecede fibrotik ve kalsifiye odaklar ve yabancı cisimlerin karacigerde hiperekojenik olarak<br />
saptanabilecegi bildirilmektedir (18). neklerde karaciger apselerinin Fusobacterium<br />
necrophorum’ dan veya kranial karaciger loplarında travmatik reticuloperitonitis’ den ileri<br />
geldigi bilinmektedir (3,4,6). Neoplasmaların sonografik görünümü ise çok çesitli olup, ayırıcı<br />
tanısının sonografik olarak yapılamayacagı, mutlak ultrasonografi altında igne biopsisi<br />
yöntemine bas vurulması gerektigi bildirilmistir (10,11,16,17,18). Çalısmamızda lokal karaciger<br />
degisikligi olarak kalsifiye odakların distal gölgelenme veren hiperekojenik sahalar seklinde<br />
normal karaciger parensimi içinde yer aldıkları ortaya konmustur.<br />
<br />
Bu çalısma sonucunda; vena porta çap, alan ve çevre ölçümlerinde dogum öncesi ve<br />
sonrasında belirgin bir farklılık saptanamazken, vena cava çap, alan ve çevre degisikliklerinin<br />
<br />
laktasyon ve beslenmeye baglı olarak istatistiksel yönden önemsiz derecede arttıgı; karaciger<br />
kalınlıgında dogum öncesine göre artma sekillendigi, bu artısa baglı olarak dorsal karaciger<br />
sınırının Proc. spinalis’ lere yaklastıgı; hepatospesifik enzim, total protein ve bilirubin<br />
düzeylerinde dogum öncesi ile sonrası arasında anlamlı bir farklılık olmadıgı; kantitatif ve<br />
kalitatif degisikliklerin fizyolojik sınırlar içinde kaldıgı; hepatit ve fibrosis gibi bütün karaciger<br />
paransimini etkileyen hastalıklarda sonografi ile ayırıcı tanının yapılamıyacagı, ancak sınırlı<br />
karaciger lezyonlarının tanısının mümkün oldugu, dolayısıyla Fakültemiz Uygulama ve<br />
Arastırma Çiftligindeki yüksek süt verimli ineklerde yaglı karaciger sendromu riskinin olmadıgı<br />
sonucuna varılmıst<br />
<br />
Tarık BiLAL Yücel MERAL<br />
<br />
Istanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Iç Hastalıklar Anabilim Dalı, Avcılar,Istanbul-<br />
TÜRKIYERUSTEM BAYRAM OGLUhttp://www.blogger.com/profile/14717989559050705971noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4579075721014937835.post-4538591472851290032010-10-06T00:34:00.000+03:002010-10-06T00:34:04.219+03:00MISIR SILAJINDA AFLATOKSIN B1 VARLIGININ VE SÜTE GEÇME DURUMUNUN ARASTIRILMASIMISIR SILAJINDA AFLATOKSIN B1 VARLIGININ VE SÜTE GEÇME DURUMUNUN ARASTIRILMASI <br />
<br />
TARTISMA VE SONUÇ<br />
<br />
<br />
Bu çalısmada, Erzurum ili Pasinler ilçe merkezi ve köylerindeki 72 adet süt<br />
sıgırcılıgı isletmesinden alınan mısır silajlarının aflatoksin B1 ve bu yemi tüketen<br />
hayvanların sütlerinin aflatoksin M1 içerigi yönünden incelendi ve aflatoksinin yemden<br />
süte geçis durumu arastırıldı<br />
<br />
Küfler tarım ürünlerinin üretimi, islenmesi, depolanması ve tüketimi sırasında<br />
ürünleri kontamine etmek sureti ile bozulmalara sebep olmaktadır. Son yıllarda<br />
Erzurum ve çevresinde silaj tüketiminin artması nedeniyle yemlerde ve sütte aflatoksin<br />
daha fazla bulunabilecegi düsünülmektedir. Bu nedenle çalısmada hayvan yemleri ile ve<br />
bu yemleri tüketen hayvanların sütlerinde aflatoksin içeriginin belirlenmesi<br />
amaçlanmıstır.<br />
<br />
Yemlerde ve sütte aflatoksinlerin tespit edilmesi amacıyla çesitli yöntemler<br />
(örn., TLC, HPLC ve ELISA ) kullanılmaktadır69. Analizlerde farklı yöntemlerin<br />
kullanılması, yöntemlerin duyarlılık derecelerinin farklı olması da aflatoksinlerin<br />
saptanma seviyelerinde farklı sonuçlar elde edilmesine neden olmaktadır. Bu nedenle bu<br />
çalısmada daha yaygın yöntem olan ELISA sistemi tercih edildi<br />
<br />
Aflatoksin M1, süt ve ürünlerinde besin hijyeni açısından ciddi sorunlar<br />
olusturmaktadır. Sütten kremanın ayrılması islemi sırasında aflatoksin M1’in bir kısmı<br />
kremaya geçer, geri kalan kısmı kazeine baglanma özelliginden dolayı sütte kalır<br />
<br />
Bu çalısmada tüketilen yemdeki aflatoksin B1’ in %1.07 si aflatoksin M1 olarak<br />
süte geçtigi saptandı. Bu durum benzer çalısmalarda9,14,43,47 da tüketilen yemdeki<br />
aflatoksin B1’in %0.35 ile 5’inin süte aflatoksin M1 olarak geçtigini ortaya koymustur.<br />
<br />
Yapılan çalısmada incelenen 72 süt örneginden hiç birisinde aflatoksin M1<br />
miktarının Türk Gıda Kodeksine13 göre kabul edilebilir sınırların üzerinde olmadıgı<br />
saptandı. Süt numunelerin 6 adedinde (% 8.33) ölçülebilir aflatoksin M1 tespit<br />
edilemedi. 66 örnekte (%91.67) ise Türk Gıda Kodeksine13 göre kabul edilebilir<br />
sınırların altında aflatoksin M1 belirlendi<br />
<br />
Galvano ve ark.42 talya’da yaptıkları bir çalısmada 159 süt örnegi, 97 süt tozu<br />
örnegi ve 114 yogurt örnegi olmak üzere toplam 360 numunede aflatoksin M1 yönünden<br />
incelenmis sonuçta; sütlerin 136 (%86)’sında, süt tozunun 81 (%84) ‘inde ve yogurdun<br />
91 (%80) ‘inde aflatoksin M1 tespit etmislerdir. Tespit edilen ortalama aflatoksin M1’in<br />
süt örneklerinde 10.19 ppb, süt tozu örneklerinde 21.77 ppb, yogurt örneklerinde 18.08<br />
ppb oldugunu kaydetmislerdir<br />
<br />
Demirer70 yaptıgı bir arastırmada 150 süt, 24 süt tozu, 21 yogurt, 22 tereyagı ve<br />
102 peynir örnegi olmak üzere toplam 334 örnegin hiç birisinde tespit edilebilir<br />
seviyede aflatoksine rastlanmamıstır<br />
<br />
Çoksöyler71, Türkiye’nin çesitli illerinden toplandıgı 101 adet çig süt, 9 adet<br />
küflü çökelek ve 4 adet küflü tulum peyniri örnegini aflatoksin yönünden incelemistir.<br />
Analiz ettigi süt, tulum peyniri ve çökelek örneklerinin hiçbirisinde tespit edilebilir<br />
miktarda aflatoksine rastlamadıgını bildirmistir<br />
<br />
Bu arastırmada sütlerde belirlenen aflatoksin M1 düzeyi birçok<br />
arastırmacının42,48,61,62 bulgularıyla benzerlik göstermektedir<br />
<br />
Aflatoksin açısından mısır, yerfıstıgı, pamuk tohumu, Brezilya fıstıgı, samfıstıgı<br />
ve Hindistan cevizi yüksek risk tasıyan tarım ürünleridir. Yerfıstıgı pamuk tohumu ve<br />
Hindistan cevizinden yenilebilir yag elde edildiginden daha fazla önem tasırlar<br />
<br />
<br />
Yaglı tohumlar kontamine olduklarında, hem yagda hem de posada aflatoksin<br />
bulunur. Bu posalar hayvan yemi olarak kullanıldıklarından, hayvanlarda önemli<br />
sorunlar meydana getirirler. Samfıstıgı da aflatoksin seviyesi açısından insanlar için<br />
tehlike olusturabilmektedir. ran’dan getirilen samfıstıklarının %70’inde 11–400 μg/kg<br />
seviyelerinde aflatoksin bulunmustur<br />
<br />
<br />
Fig, badem, ceviz ve pirinç aflatoksin kirliligi açısından daha az risk tasırlar.<br />
Soya fasulyesi, sorgum, pirinç, bugday, yulaf ve darı, diger tarım ürünlerine göre<br />
toprakta aflatoksin kontaminasyonuna karsı daha dirençlidirler. Ancak yüksek rutubet<br />
ve ısıda depolanırsa kolayca aflatoksinle kontamine olurlar. Ayrıca kakao, zeytin, kavun<br />
tohumu ve ayçiçegi tohumlarında da aflatoksin varlıgı rapor edilmistir<br />
<br />
Tayland‘daki mısırların % 35’inde, Filipinler‘deki mısırların % 97’sinde ve<br />
Uganda‘daki mısırların % 40’ında Aflatoksin B1 tespit edilmistir<br />
<br />
Amerika Birlesik Devletleri’nde 644 mısır örnegi aflatoksin yönünden analiz<br />
edilmis ve sonuçta örneklerin % 1.6’sında ortalama 300 ppb düzeyinde aflatoksin tespit<br />
edilmistir<br />
<br />
Chiou ve Tsao75, Tayvan’da yerfıstıklarında farklı yıllarda 60’ar örnekte<br />
aflatoksin bakımından çalısmalar yapmıslar ve çalısmaların sonucunda 1994 yılında<br />
alınan örneklerin %66.7’sinde 1.930-150 ppb, 1995 yılında alınan örneklerin %85’inde<br />
4.040-160 ppb., 1996 yılında alınan örneklerin %61.7’sinde 4.10-32 ppb arasındaki<br />
seviyelerde aflatoksin bulmuslardır.<br />
<br />
Sanlı ve ark.76, Ankara ve Aydın yöresinden saglanan toplam 54 adet kuru incir<br />
örnegini mikotoksin yönünden incelemisler ve ortalama kirlilik degerlerini; aflatoksin<br />
B1 için 124 ppb, aflatoksin B2 için 27 ppb aflatoksin G2 için 59 ppb düzeylerinde tespit<br />
ettiklerini bildirmislerdir<br />
<br />
Tarım ve Köyisleri Bakanlıgının “Gıda ve yemlerde katkı–kalıntı ve<br />
bulasanların izlenmesi” projesi kapsamında, 1990–1994 yılları arasında Türkiyede<br />
üretilen veya ithal edilen bazı gıda maddeleri aflatoksin ve okratoksin yönünden<br />
arastırılmıstır. Bu arastırmada yerfıstıgı ve mamullerinden 514, fındık ve<br />
mamullerinden 334, antepfıstıgından 198, susam ve tahinden 175, incirden 92,<br />
kırmızıbiberden 60 olmak üzere toplam 1414 adet gıda numunesi analiz edilmistir.<br />
Analiz sonucunda yerfıstıgı ve mamullerinin %15.4’ünde, fındık ve mamullerinin<br />
%0.3’ünde, antepfıstıgının %3.5’inde, susam ve tahin %0.6’sında, incirin %9.8’inde,<br />
kırmızıbiberin %46.7’sinde Türkiye’de aflatoksin için verilen limitlerin üzerinde total<br />
aflatoksin tespit edilmistir<br />
<br />
Birçok arastırıcı78–80 gıda ve yem örneklerini aflatoksin yönünden incelemis ve<br />
çalısmaların sonunda yem, fındık, mısır, esmer bugday, samfıstıgı, hindistancevizi,<br />
kımızı biber, beyaz biber ve diger gıdalarda da aflatoksine rastladıklarını bildirmislerdir<br />
<br />
Selim ve ark.79, inceledikleri örnekler arasında aflatoksin B1’in ortalama<br />
düzeyinin en yüksek oldugu ürünler arasında, sifalı bitkiler, tıpta kullanılan bitkiler,<br />
tahıllar ve baharatların oldugunu saptamıslardır<br />
<br />
Incelenen 72 yem örneginin 3 adedinde (% 4.16) aflatoksin B1 saptanmamıstır.<br />
Diger örneklerde ise Yem Yönetmeliginde33,34 belirtilen sınırın altında aflatoksin B1<br />
saptanmıstır. Bu arastırmada yemlerde belirlenen aflatoksin B1 düzeyi birçok<br />
arastırmacının59,73,74,77 bulgularıyla benzerlik arz etmektedir<br />
<br />
Bu çalısmada, Erzurum Pasinler ilçesinden temin edilen mısır silajları aflatoksin<br />
B1 ve bu yemi tüketen hayvanların sütleri aflatoksin M1 seviyeleri saptanmasına yönelik<br />
olup, yem ile süt arasındaki aflatoksin iliskisini incelemek, saglık risklerini önlemek ve<br />
tedbir almak amacıyla yapılmıstır. Süt hayvanlarının yemleriyle aldıkları aflatoksin<br />
B1’in hayvanların sütüne geçtigi ve sütte aflatoksin M1 bulundugu anlasılmıstır.<br />
Çalısmada yem ve sütlerde aflatoksin bulunması, Erzurum çevresinde tüketilen et, süt<br />
ve ürünlerinin kronik saglık sorunlarına neden olabilecegini düsündürmektedir. Yemin,<br />
özellikle silajın, üretim ve depolama esnasında sartlar uygun oldugu takdirde toksijenik<br />
küf kontaminasyonu, dolayısıyla aflatoksin bulasma riski her zaman gözönünde<br />
tutulmalıdır. Bu nedenle silajın üretiminden tüketimine kadar tüm islemler, küf<br />
gelisimini en aza indirecek sekilde gerçeklestirilmelidir. Bu amaçla modern üretim<br />
teknikleri uygulanmalı, uygun biçimde depolanmalı ve sürekli olarak kontrol<br />
edilmelidir. Aflatoksin olusumuna uygun sartlar olusturulmamalıdır. Uygun sartlar<br />
altında biçimi yapılan silajlık materyalin silolama islemi yapılırken; yemlerin arasında<br />
fazla oksijen kalmayacak sekilde silolara doldurulmalıdır. Siloya doldurulan materyalde<br />
oksijen yaklasık 6 saat içerisinde kullanılarak anaerobik ortam olusur. Bu ortamda<br />
laktik asit bakterileri üreyerek laktik asit miktarı artar. Eger anaerobik sartlar iyi bir<br />
sekilde devam ettirilirse, pH 4 civarında kalır ve önemli bir kontaminasyon olusmaz.<br />
Fakat herhangi bir sekilde anaerobik sartlarda degisiklik olursa (örn., silo içerisine hava<br />
ve su girmesi), silajda küfler üreyerek aflatoksin olusumuna yol açabilirler.<br />
<br />
Yemlerde aflatoksin B1 ve sütlerde de aflatoksin M1’in kontrolü ve<br />
detoksifikasyonu göz önünde bulundurulması gereken bir olgu olarak ortaya<br />
çıkmaktadır. Yem ve sütlere periyodik kontrol programları uygulanarak kontrol altında<br />
tutulmalı ve yüksek düzeyde aflatoksin içeren ürünlerin kullanılmaları önlenmelidir.<br />
<br />
Ayrıca, silaj üretiminde hijyene ve teknolojiye özen gösterilmesinin gerekliligi de<br />
ortaya çıkmıstır.<br />
<br />
Yemlerde, yasal olarak aflatoksin B1’in 20000 ppt bulunmasına izin<br />
verilmektedir. Bu çalısmada da belirlendigi gibi aflatoksin B1’in yaklasık %1’i süte<br />
aflatoksin M1, olarak geçmektedir. Bu nedenle yasal miktarın azaltılması gerekli oldugu<br />
düsünülmektedir.<br />
<br />
Arastırma, Pasinler ilçesindeki yem ve sütlerde aflatoksin bulundugunu ortaya<br />
koymustur. Bu durum, Erzurum çevresinde aflatoksinden kaynaklanan kronik saglık<br />
sorunlarının olabilecegini göstermektedir. Ayrıca, yemdeki aflatoksin B1’in M1 olarak<br />
süte geçtigi ortaya konulmustur. Bu nedenle halk saglıgı açısından, hayvana verilen<br />
yemlerin aflatoksin içerigi de önemlidir. Silaj üretimi ve depolanma sartları küf<br />
kontaminasyonunu en aza indirecek sekilde gerçeklestirilmelidir. Bölgede periyodik<br />
kontrol programları uygulanmalıdır.<br />
<br />
<br />
T.C.<br />
ATATÜRK ÜNIVERSITESI<br />
SAGLIK BILIMLERI ENSTITÜSÜ<br />
BESIN HIJYENI VE TEKNOLOJISI<br />
ANABILIM DALI<br />
<br />
<br />
Arastırma Görevlisi<br />
Yakup KARAKAYA<br />
<br />
Tez Yöneticisi<br />
Doç. Dr. Mustafa ATASEVER<br />
<br />
KAYNAKLAR<br />
<br />
1. Steyn PS. Mycotoxins, general view, chemistry and structure. Toxicology<br />
Letters. 1995; 82/83: 843–851.<br />
2. Sanlı Y. Mikotoksinler. In: “Veteriner Klinik Toksikolojisi” pp. 487-548.<br />
Güngör Matbaacılık, stanbul, 2002; 808 s.<br />
3. Topal S. Gıdalarda küf kontaminasyon riskleri ve önlemleri: Gıda Sanayinde<br />
Mikrobiyoloji ve Uygulamaları. TÜB TAK Marmara Arastırma Merkezi Gıda<br />
ve Sogutma Teknolojileri Bölümü Yayınları. TÜB TAK Marmara Arastırma<br />
Merkezi Matbaası, Kocaeli, 1993; 124: 174–187.<br />
4. Mello JPF, Macdonald AMC. Mycotoxins. Animal Feed Science Technology.<br />
1997; 69: 155–166.<br />
5. Marth EH. Aflatoxin in milk, cheese and other dairy products, Marschall Italian<br />
& Specialty cheese seminars, 1979.<br />
6. Sibanda L, De Saeger S, Van Peteghem C. Development of portable field<br />
immunoassay for the detection of aflatoxin M1 in milk. International Journal of<br />
Food Microbiology. 1999; 48: 203–209.<br />
7. Govaris A, Roussi V, Koidis PA, Botsoglou NA. Distribution and stability of<br />
aflatoxin M1 during processing, ripening and storage of Telemes cheese. Food<br />
Additives and Contaminants. 2001; 5: 437–443.<br />
8. Srivastava VP, Bu-Abbas A, Alaa-Basuny, Al-Johar W, Al-Mufti S and Siddiqui<br />
MKJ. Aflatoxin M1 contamination in commercial samples of milk and dairy<br />
products in Kuwait. Food Additives and Contaminants. 2001; 11: 993–997.<br />
9. Veldman A, Meijst JAC, Borggreve GJ, Heeres-van der Tol JJ. Carry-over of<br />
aflatoxin from cow’s food to milk. Animal Production. 1992; 55: 163–168.<br />
10. Herrman T. Mycotoxins in Feed Grains and ngredients. Department of Grain<br />
Science and Industry. 1995.<br />
11. Arda M. Mikotoksinler ve mikotoksikosis. Veteriner Hekimleri Dernegi Dergisi.<br />
1975; 45 (3):5–18.<br />
12. Karapınar M. Mikotoksinler. Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dergisi.<br />
1981; 2: 159–167.<br />
36<br />
13. Türk Gıda Kodeksi, Gıda Maddelerinde Belirli Bulasanların Maksimum<br />
Seviyelerinin Belirlenmesi Hakkında Teblig, Resmi Gazete, 23.9.2002,<br />
No: 2002/63.<br />
14. Van Egmond HP. Aflatoxin M1: Occurence, toxicity, regulation. In: Van<br />
Egmond HP(Ed.), Mycotoxins in Dairy Products. London, Elsevier,11–49, 1989.<br />
15. Baskaya, R. ve Atasever, M. Civil Peynirinde Aflatoksin M1 Düzeyinin<br />
Belirlenmesi. II. Ulusal Mikotoksin Sempozyumu, 23–24 Mayıs 2005, stanbul.<br />
16. Baskaya, R. Civil Peynirinde Elisa Yöntemiyle Aflatoksin M1 Seviyesinin<br />
Saptanması. Atatürk Üniversitesi Saglık Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans<br />
Tezi, Erzurum, 2004.<br />
17. Özturan K. Süt ve Süt Ürünlerinde ELISA Yöntemiyle Aflatoksin M1 Aranması.<br />
Selçuk Üniversitesi Saglık Bilimleri Enstitüsü Besin Hijyeni ve Teknolojisi<br />
Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Konya, 2005.<br />
18. Çoksöyler N, Çakmakçı L. Deneysel depolama kosullarında yerfıstıgının<br />
gelisimi. 9. Ulusal Biyoloji Kongresi 21–23 Eylül 1998, Kongre Kitabı, Sivas<br />
Cilt. 1: 173–177.<br />
19. Filtenborg O, Frisvad JC, Tharane U. Molds in food spoilage. International<br />
Journal of Food Microbiology. 1996; 33: 85–102.<br />
20. Karapınar M, Gönül SA. Gıda kaynaklı küf intoksikasyonları. Gıda<br />
Mikrobiyolojisi (2.baskı), Mengi Tan Basımevi, zmir, 1999; 153-163.<br />
21. Miller JD. Fungi and mycotoxins in grain: implications for stored product<br />
research. Journal of Stored Production Resources. 1995; 31: 1-16.<br />
22. Richard JL, Bennet GA, Ross PF, Nelson PE. Analysis of naturally occuring<br />
mycotoxins in feedstuff and food. Journal of Animal Science. 1993; 71:<br />
2563–2574.<br />
23. Sert S. Bazı karma yem ve karma yem hammaddelerinin aflotoksin yönünden<br />
arastırılması. Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi.1984; 15: 55-63.<br />
24. Van-Egmond HP. Mycotoxins. International Dairy Federation Special Issue.<br />
1991; 9101: 131–145.<br />
25. Vural N. Toksikoloji. Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları,1984;<br />
56, 391–395.<br />
37<br />
26. Peraica M., Radic B., Lucic A., Pavlovic M. Toxiceffects mycotoxins in human.<br />
Bulletin of the World Health Organization. 1999; 77(9): 754–766.<br />
27. Gillespie JR. Animal Nutrition and Feding. USA, Delmar Publisher Inc. 1987;<br />
15: 278-287.<br />
28. Bakırcı . Sütlerde aflatoksin M1 olusumu ve ürünlere geçisi üzerinde bir<br />
arastırma. Yüzüncü yıl Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi,Van,<br />
1995.<br />
29. Whylie TD, Morehouse LG. Mycotoxic fungi and chemistry of mycotoxins.<br />
Mycotoxic Fungi, Mycotoxins, Mycotoxicoses, Marcel Dekker Inc, b1, pp. 131-<br />
135, New York, 1977<br />
30. Aran N. Gıda kaynaklı mikrobiyal toksinler. Gıda sanayi. 1993; 7(11) : 42- 268.<br />
31. Bullerman LB. Significance of mycotoxins to food safety human health. Journal<br />
of Food Protection. 1979; 42: 65–86.<br />
32. Çoksöyler N. çel Yöresinde Yetistirilmekte Olan Yerfıstıklarında Aflatoksin<br />
Olusumu Üzerine Arastırmalar. Tarım Orman ve Köyisleri Bakanlıgı Ankara l<br />
Kontrol Laboratuvarı Müdürlügü. Yayın No:6. Ankara, 1987, 28.<br />
33. Resmi Gazete. Yem Yönetmeligi 15.5.1997 tarihli ve 22990 sayılı Resmi<br />
Gazete’de yayımlanan, Ankara.<br />
34. Resmi Gazete. Yemlerde istenmeyen maddeler tebligi, Teblig No: 2005/3,<br />
Ankara.<br />
35. Tunail N. Aflatoksinlerin detoksifikasyonu In, “Gıda mikrobiyolojisi ve<br />
Uygulamaları” Sim Matbaacılık, Ankara, 2000; 522.<br />
36. Sert S. Gıda ve yem maddelerinde aflotoksinler. Atatürk Üniversitesi Ziraat<br />
Fakültesi Dergisi. 1983; 14: 181–187.<br />
37. Kaya S. Veteriner Klinik Toksikoloji. Ankara, Medisan Yayınevi, 1995:<br />
283–328<br />
38. Applebaum RS, Marth EH. Inactivation of aflatoxin M1 in milk using hydrogen<br />
peroxide and hydrogen peroxide plus riboflavin or lactoperoxidase. Journal of<br />
Food Protection. 1982; 45(6): 557–560.<br />
39. Betina V. Mycotoxins - chemical, biological and environmental aspects.<br />
Elsevier Publishing, Amsterdam, 1989.<br />
38<br />
40. Sweeney MJ, and Dobson ADW. Myctoxin production by Aspergillus,<br />
Fusarium and Penicillium specise. International Journal of Food Microbiology.<br />
1998; 43: 141–158.<br />
41. Rustom IYS. Aflatoxin in food and feed: occurrence, legislation and inactivation<br />
by physicak methods. Food Chemistry. 1997; 59(1): 57–67.<br />
42. Galvano F, Galofaro V, De Angelis A, Galvano M, Bognanno M, Galvano G.<br />
Survey of the occurrence of aflatoxin M1 in dairy products marketed in Italy.<br />
Journal of Food Protection. 1998; 61: 738–741.<br />
43. Scott PM. Methods for determination of aflatoxin M1 in milk and milk products<br />
review of performance characteristics. Food Additives and Contaminants. 1989;<br />
6: 283–305.<br />
44. Van Egmond HP, Paulch VH. Mycotoxins in milk and milk products.<br />
Netherland milk and dairy journal. 1986; 40: 175–188.<br />
45. Wood GE. Mycotoxins in foods and feeds in the United States. Journal of<br />
Animal Science. 1992; 70: 3940–3949.<br />
46. Martins ML, Martins HM. Aflatoxin M1 in raw and ultra high temperature<br />
treated milk commercialized in Portugal, Food Additives and Contaminants.<br />
2000; 17 (10): 871–874.<br />
47. Oruç HH. Süt ve Süt Ürünlerinde Aflatoksin M1 ve Türkiye’deki Durumu.<br />
Uludag Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dergisi. 2003; 22 (1-2-3): 121-125.<br />
48. Blanco JL, Dominguez L, Gomez-Lucia E, Arayzabal JFF, Garcia JA, Suarez G.<br />
Presence of Aflatoxin M1 in commercial Ultra-High-Temperature-Treated milk.<br />
Applied and Enviromental Microbiology. 1988; 54 (6): 1622–1623.<br />
49. Galvano F, Galofaro V, Galvano G. Occurrence and stability of aflatoxin M1 in<br />
milk and milk products: A worldwide Review. Journal of Food Protection. 1996;<br />
59 (10): 1079–1090.<br />
50. Panariti E. Seasonal variations of aflatoxins M1 in the farm milk in Albania,<br />
Arh. Hig. Rada Toksikol. 2001; 52: 37–41.<br />
51. Piva G, Pietri A, Galazzi L, Curto O. Aflatoxin M1 occurrence in dairy products<br />
marketed in Italy. Food Additives and Contaminants. 1987; 5: 133–139.<br />
39<br />
52. Kim EK, Shon DH, Ryu D, Park JW, Hwang HJ and Kim YB. Occurrence of<br />
aflatoxin M1 in Korean dairy products determined by ELISA and HPLC. Food<br />
Additives and Contaminants. 2000 17 (1): 59–64.<br />
53. Galvano F, Galofaro V, Ritieni A, Bognanno M, De Angelis A and Galvano G.<br />
Survey of the occurrence of aflatoxin M1 in dairy products marketed in Italy.<br />
Food Additives and Contaminants, 2001; 18 (7): 644–646.<br />
54. Roussi V, Govaris A, Varagouli A and Botsoglou NA. Occurrence of aflatoxin<br />
M1 in raw and market milk commercialized in Greece. Food Additives and<br />
Contaminants. 2002; 19 (9): 863–868.<br />
55. Garrido NS, Iha MH, Santos Ortolani MR and Duarte Favaro RM. Occurrence<br />
of aflatoxins M1 and M2 in milk commercialized in Ribeirao Preto-SP, Brazil.<br />
Food Additives and Contaminants. 2003; 20 (1): 70-73<br />
56. Nakajima M, Tabata S, Akiyama H, Itoh Y, Tanaka T, Sunagawa H, Tyonan T,<br />
Yoshizawa T and Kumagai S. Occurrence of aflatoxin M1 in domestic milk<br />
Japan during the winter season. Food Additives and Contaminants. 2004; 21 (5):<br />
472–478.<br />
57. Bakırcı . A study on the occurrence of aflatoxin M1 in milk and milk products<br />
produced in Van province of Turkey. Food Control. 2001; 12: 47–51.<br />
58. Barbieri G, Bergamini C, Ori E, Reska P. Aflatoxin M1 in parmesan cheese:<br />
HPLC determination, Journal of Food Science, 1994; 56 (6): 1313–1331.<br />
59. Pittet A. Natural occurance of mycotoxins in foods and feeds-an updated review.<br />
Rev. Med. Vet., 1998; 149 (6): 479-492.<br />
60. Blanco JL, Domingues L, Gomez-Lucia E, Garayzabal JFF, Garcia JA, Suarez<br />
G. Presence of aflatokxin M1 in commerical ultra-high temparature treated milk.<br />
Appl. Environ. Microbiology. 1993; 54 :1622-1623.<br />
61. Domagala BJ, Kisza J, Blüthgen A, Heeschen W. Contamination of milk with<br />
aflatoxin M1 in Poland. Milchwiss. 1997; 52 (11): 631-633.<br />
62. Meerarani S, Ramadass P, Padmanaban CD, Nachimuthu K. Incidence of<br />
aflatoxin M1 in milk samples Chennai (Madras) city. Journal of Food Science<br />
Technology. 1997; 34 (6): 506-508.<br />
63. Saitanu K. Incidence of aflatoxin M1 in Thai milk products. Journal of Food<br />
Protection. 1997; 60 (8): 1010–1012.<br />
40<br />
64. Polzhofer K. Aflatoxinbestimmung in milch und milchprodukten. Z. Lebensm.<br />
Unters.-Forsch. 163, 1977; 175-177.<br />
65. Karaionnaglou P. Aflatoxin production on white brined Feta Cheese.<br />
Milchwissencshaft. 1984; 39: 671-674.<br />
66. Sabino M, Purchıo A, Zorzetto MAP. Variations in the levels of aflatoxin in<br />
cow’s milk consumed in the city of Sao Paulo, Brazil. Food Additives and<br />
Contaminants. 1989; 6: 321-326.<br />
67. Sarımehmetoglu B, Çelik TH, Özdemir H. Pastörize sütlerde ELISA yöntemiyle<br />
Aflatoksin M1 varlıgının ve düzeylerinin saptanması, IV. Ulusal Veteriner<br />
Mikrobiyoloji Kongresi, 26–28 Eylül, Ankara, 2000, 16–17.<br />
68. Anonym. Enzyme immunoassey for the guantitative analysis of aflatoxin M1.<br />
Art.no:R.1101.R-Biopharm GmbH, darmstadt. Germany: 1999.<br />
69. Scott PM. Recent develpoments in methods of analysis farmycotoxins<br />
foodstuffs. Trends in Anal Chemistry. 1993; 12 (9): 373–380.<br />
70. Demirer MA. Süt ve süt ürünlerinde aflatoksin M1 ve B1 aranması üzerine<br />
arastırmalar. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dergisi. 1973; 20 (2): 421–<br />
430.<br />
71. Çoksöyler N, Kösker Ö. Süt ve mamüllerinde aflatoksin üretimi üzerinde<br />
arastırmalar. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Diploma sonrası yüksek okul<br />
ihtisas Tez özetleri, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1980; S.436–456.<br />
72. Pier AC. Major biologcial consequences of aflatoxicosis in animal production.<br />
Journal of Animal Science. 1992; 70: 3964–3967.<br />
73. Concon JM.(1988). Contaminants and additives food toxicology part-B. Mavcel<br />
Dekkes. Inc. Newyork. p. : 667–743.<br />
74. Price WD, Lovell RA, Mc Chesney DG. Naturally occurring toxins in<br />
feedstuffs: Center for Veterinary Medicine Perspective. Journal of Animal<br />
Science. 1993; 71: 2556–2562.<br />
75. Chiou RYY, Tsao HH. Aflatokxin content of single peanut kernels in<br />
commerical lots and in kernels artificially infected with Aspergillus parasiticus.<br />
Journal of Food Protection. 1997; 60 (7): 843–848.<br />
76. Sanlı Y, Yavuz H, Akar F. Kuru incir örneklerinde mikotoksin kirlilikleri.<br />
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dergisi. 1990; 37 (2) :293–308.<br />
41<br />
77. Anonym. Gıda ve Yemeklerde Mikotoksin Düzeylerinin Tesbiti T.C. Tarım ve<br />
Köyisleri Bakanlıgı Koruma ve Kontrol Genel Müdürlügü, Gıdalarda Katkı-<br />
Kalıntı ve Bulasanların izlenmesi, Bursa, 1996.<br />
78. Demirer MA, Akkılıç M, Özalp E, Kaymaz S, nan T. Piyasada satılan bazı<br />
karma yemlerin ve yem ham maddelerinin mycrofloralarının belirlenmesi ve<br />
bunlarda bulunan Aspergillus suslarının aflatoksin yapabilme yeteneklerinin<br />
arastırılması. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dergisi. 1979; 26 (3–4):<br />
64–82.<br />
79. Selim MI, Popenderf W, brahim MS, El Sharkawy S, El Kashory E. Aflatoxin<br />
B1 in common Egyption foods Journal. AOAC Internatinal. 1996; 79 (5) :1124–<br />
1129.<br />
80. Tabata S, Kamimura H, Tamura Y, Yasuda K, Ushuyama H, Hasimoto H,<br />
Nishijima M, Nishima T. Investigation of aflatoxins contamination in food and<br />
foodstuffs. Journal of Food Hygien. Soc. Jpn., 1978; 28: 395-401RUSTEM BAYRAM OGLUhttp://www.blogger.com/profile/14717989559050705971noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-4579075721014937835.post-91142231613106377952010-10-05T15:04:00.000+03:002010-10-06T00:18:38.967+03:00Süt Sığırcılığında Toplam Harmanlanmış Rasyon Uygulaması ve Vücut Kondisyon TestiSüt Sığırcılığında Toplam Harmanlanmış Rasyon<br />
Uygulaması ve Vücut Kondisyon Testi<br />
Asım Kılıç Muazzez Polat<br />
Ege Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, 35100 İzmir-Türkiye<br />
<div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><br />
</div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgqyqSx5BJaFxn8TleCIqPfKuJsC96FBVZPJ64cVvcy35mNqQ3k79lv655Pyy7DWmq7nAWeGsrKkxjcuJcyPZC_bRn_uPAUP7omk0yRzokWguV1XT-hBMkALv5_tQM3GXpUSqbY3-tG/s1600/cow_logo.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" px="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgqyqSx5BJaFxn8TleCIqPfKuJsC96FBVZPJ64cVvcy35mNqQ3k79lv655Pyy7DWmq7nAWeGsrKkxjcuJcyPZC_bRn_uPAUP7omk0yRzokWguV1XT-hBMkALv5_tQM3GXpUSqbY3-tG/s1600/cow_logo.jpg" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"></div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"> </div><br />
Özet :Toplam Hazırlanmış Rasyon (Total Mixed-Ration = TMR) hayvanlara farklı kaba ve<br />
yoğun yem kaynaklı yem öğelerinin topluca tek bir karışım halinde verildiği bir yemleme<br />
şeklidir. Özellikle sürü veya grup verimi yüksek, hayvan sayısı fazla olan işletmelerde<br />
önerilmektedir. TMR uygulamasında hayvanların gruplandırılmasında mutlak yarar vardır.<br />
Hayvanları gruplandırırken özellikle laktasyonun seyri ve süt verimleri dikkate alınır. Bu<br />
uygulama olumlu yanları nedeniyle, başta süt sığırcılığı olmak üzere özellikle hayvansal üretim<br />
bakımından ileri gitmiş ülkelerde gün geçtikçe daha geniş bir uygulama alanına sahip olmaktadır.<br />
Bu makale, TMR uygulamasının olumlu ve olumsuz yanlarını karşılaştırmak ve bu uygulamada<br />
vücut kondisyon testinin hayvanların gruplandırılmasında kullanılmasını göstermek amacıyla<br />
yapılmıştır.<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Anahtar sözcükler: Toplam harmanlanmış rasyon, süt sığırı, vücut kondisyon testi<br />
<br />
Total Mixed Ration For Dairy Cows and Body Condition Score Test<br />
<br />
Abstract: Total Mixed-Ration (TMR) is a feeding system that all forages, concentrates, minerals<br />
and vitamins are throughly mixed together. It is suggested especially for dairy farming which<br />
have many animals. A minimum of two and preferably three production level groups should be<br />
arranged. The animals are separated from lactating string and milk production level . Due to the<br />
advantages of TMR, particularly the dairy production, in the developed countries where the dairy<br />
production increased, it is gainning larger application in practise. The aim of the study was to<br />
compared of the advantages and disadvantages of TMR and to showed the use of body condition<br />
score test in this aplication in order to separate the group of animals.<br />
<br />
Key words: Total Mixed-Ration, dairy cow, body condition score test<br />
<br />
<br />
<br />
Giriş<br />
Total Misch-Ration (TMR), Total Blended-Ration (TBR), Complete-Ration (CR),<br />
Total Mixed-Ration (TMR), Complete Feeds (CF) ve türkçe olarak da Toplam<br />
Hazırlanmış Rasyon veya Toplam Hazır Rasyon (THR) vb. bir dizi isim altında<br />
tanımlanmaya ve özellikle süt sığırcılığında uygulanmaya çalışılan bir yemleme şeklidir<br />
(Kalkan, 1999). Burada, hayvanlara tüketim amacıyla verilen farklı kaynak ve<br />
bileşimdeki yem öğelerinin topluca tek bir karışım halinde ad libitum olarak tüketim<br />
şansı verilir (Kılıç, 2000). Bunun için TMR’e iştirak etmesi planlanan her tür kuru kaba<br />
yemler veya suca zengin kaba yemler, yoğun yemler, mineral yemler ve vitaminler yanı<br />
sıra her tür katkı maddeleri (örneğin CaC03, NaCl, antibiyotikler vb.) tek bir karışım<br />
haline getirilmiş durumdadır. Elbette bu tür bir karışımın formulasyonu da hayvanların<br />
besin maddeleri gereksinimi dikkate alınarak, uzman kişiler tarafından hesaplanarak<br />
hazırlanmak durumundadır (Hoffman et al., 1998). Burada üreticiye düşen tek şey,<br />
şayet kendi işletmesinde böyle bir karışımı hazırlama olanağı var ise kendi TMR’ini,<br />
kendisi hazırlayıp veya bir kurum ya da kuruluştan temin ederek her gün ya da belli<br />
zaman aralıkları ile hayvanların ad libitum olarak tüketimleri amacı ile servis etmektir<br />
(Kılıç, 2000).<br />
Böyle bir uygulama, hayvansal üretim bakımından gerçekten ileri gitmiş ülkelerde gün<br />
geçtikçe daha geniş bir uygulama alanına sahip olmaktadır (DLG, 1995). Bu bakımdan<br />
başta süt sığırcılığı olmak üzere sığır besiciliği, (daha çok barınak yemlemesinin<br />
ağırlıklı olarak uygulanması hallerinde) düve yetiştiriciliği, koyun yetiştiriciliği, toklu<br />
besiciliği vb yetiştirme şekillerinde uygulama karakterine sahip olan bir saha çalışması<br />
şeklidir (Hampel, 1994). TMR’ın kullanımı halinde, artık söz konusu hayvan gruplarına<br />
bir diğer yem veya yem öğesinin verilmesine gereksinim duyulmaz. O bakımdan üretici<br />
ve uygulanması bakımından ilk planda, son derece cazip bir yemleme uygulaması<br />
olarak benimsenmiştir. Nitekim, TMR’ın kısa sürede aktüel bir konu haline gelmesinde<br />
aşağıdaki nedenlerin etkin rolü olmuştur (Helner und Potthassi, 1985; Hampel, 1994;<br />
DLG, 1995)<br />
a. Düve yetiştiriciliğinde, özellikle sürü büyüklüğünün çok fazla olduğu işletmelerde<br />
üretici, uygulanan yemleme sisteminin olanak ölçüsünde basitleştirilmesi ve bu amaçla<br />
iş gücüne duyulan gereksinimin en alt sınıra çekilmesini ister. Böyle bir istem hele iş<br />
gücü temininin güç ve pahalı olduğu yer ve zamanlarda kendi ağırlığını daha açık<br />
ortaya koyar.<br />
b. İşletmelerde insan el emeği ve gücü yerine makine kullanımı eğilimi artar ve üretici<br />
bu konularda yeterli bilgi edinme gereksinimi duyar yani üretici kendini eğitmek<br />
zorunda hisseder.<br />
c. Özellikle elit (yüksek) verimli süt ineklerinin, sağım sırası kendilerine verilen verim<br />
pay karma yemini, sağım süresinin sınırlı olması dolayısıyla yeterince tüketememeleri<br />
sorunu yaygındır. Böylece hayvanların kalıtsal yem tüketim yeteneklerinden yeterince<br />
yararlanma şansı ortadan kalkar. Bu hayvanların daha fazla verim payı yemini<br />
tüketebilmeleri için sağım yerinde daha uzun süreli tutulması ise, sağım işlerini ciddi<br />
boyutlarda uzatır ve genelde işletme iş trafiğini aksatır. O nedenle, bu tür yemlerin<br />
sağım dışı zamanlarda tüketime sunulması zorunludur ki, hayvanın kalıtsal<br />
yeteneğinden özlenen düzeyde yararlanma şansı kaybolmasın.<br />
d. Yine özellikle süt ineklerinde, sağım sırası ya da sonrası verim payı yeminin<br />
hayvanın verim düzeyine uygun olarak dağıtımının, bireysel verim farklılıklarının çok<br />
fazla olması dolayısıyla denetimi son derece güçtür ve bu zamanla üreticide işin<br />
yapılabilirliği bakımından bıkkınlık getirebilmektedir. Ayrıca her hayvanın sağım sırası<br />
ne kadar yoğun yem tüketmiş olduğunun saptanması da günlük iş akışı içinde oldukça<br />
zordur.<br />
Bu nedenlerle üretici, yemleme işinin kolaylaştırılmasına olanak veren her tür yeniliğe<br />
ve öneriye hazırdır. Bu gerçekten hareket eden Hayvan Beslemeci’ler, TMR<br />
uygulamasını son yıllarda ilginç bir yemleme uygulaması olarak görmüş, böylece konu<br />
aktüel hale gelmiştir. Bu makale, TMR uygulamasının olumlu ve olumsuz yanlarını<br />
karşılaştırmak ve bu uygulamada vücut kondisyon testinin hayvanların<br />
gruplandırılmasında kullanılmasını göstermek amacıyla yapılmıştır.<br />
<br />
TMR Uygulamasının Olumlu ve Olumsuz Yanları<br />
Her yemleme uygulamasında olduğu gibi TMR uygulamasının da kendine özgü olumlu<br />
ve olumsuz yanları vardır. Böyle bir uygulamaya rakip olabilecek en tanınmış yemleme<br />
uygulaması, günümüze kadar uygulana gelmekte olan verim düzeyine göre günlük<br />
rasyonu oluşturan Temel-, Denkleştirme- ve Yoğun- veya Verim Payı Yem’lerinin<br />
bireysel olarak her hayvana ayrı ayrı servis edilmesidir. Bunlardan hayvancılığı ileri<br />
ülkelerde yemleme zamanından ve iş gücünden artırım sağlamak bakımından özellikle<br />
yoğun yemler veya verim payı yemleri çağrılı otomatlarla verilmeye çalışılmıştır. Buna<br />
karşılık yaşam ve hatta belli bir düzeyde de olsa verim payı besin maddeleri<br />
gereksinimini karşılamak üzere kullanılan kaba yemler ve kaba yem + denkleştirme<br />
yemleri karışımları ayrıca ve yemleme başlangıcında dağıtılmaktadır (Kılıç, 2000).<br />
Bu güne kadar kazanılan deneyimler bağlamında TMR uygulaması ile ortaya<br />
çıkabilecek olumlu ve olumsuz yanların aşağıdaki gibi vurgulanması olasıdır (Kılıç,<br />
2000<br />
<br />
TMR Uygulamasının Olumlu Yanları<br />
<br />
a. Sürü ya da grup yemlemesine son derece yatkındır. Böylece yemlemede<br />
mekanizasyona uygun bir karaktere sahip olup iş zamanı ve gücünden önemli artırım<br />
sağlar.<br />
b. Hayvan başına günlük yem tüketimi, kurumadde de toplamda 1.5 - 2.0 kg kadar<br />
daha yüksektir.<br />
c. Biyolojik yemlemeye yatkın bir yemleme uygulamasıdır. Dolayısıyla gün boyu<br />
rumen koşullarının değişiminde önemli sayılabilecek sapmalar meydana gelmez.<br />
d. Sürü ya da gruptaki uslu ve öncü hayvanların yem tüketimleri zarar görmez. Bu<br />
haliyle uslu ve çok yüksek verimli hayvanların yetersiz, öncü ve düşük verimli<br />
hayvanların ise lüks yem tüketmeleri olasılığı en alt sınıra çekilmiş durumdadır.<br />
e. Rasyonu oluşturan yem öğelerinin selektif olarak tüketimleri ortadan kaldırılmıştır.<br />
f. Yem tüketimi sınırlandırılmadığından, hayvanlara gün boyu kendi istemleri<br />
doğrultusunda yem tüketim olanağı sağlanmıştır.<br />
g. İşletmede ya da çevresindeki ucuz yan ürünlerin (alternatif yem kaynaklarının) en<br />
efektif şekilde kullanılmalarına olanak tanır.<br />
h. Yemleme koşulları büyük ölçüde standardize edilmiş olduğundan hayvanların<br />
bireysel olarak verim düzeyleri bakımından karşılaştırılmalarına her an için güvenilir<br />
olanak tanır.<br />
<br />
i. Oldukça emekli (zor), bıktırıcı, sevimsiz ve sürekli yapımı da zorunlu olan yemleme<br />
iş gücü ve zamanı gereksiniminden artırım sağlar. Yemleme işi daha sevilerek,<br />
benimsenerek yapılabilir bir iş haline gelir.<br />
j. Yem tüketim yeri sınırlandırılmadığından yemliklerin daha fleksibl olarak kullanımı<br />
olasıdır. Böylece barınak yapımında önemli azalmalar meydana gelir.<br />
k. Yoğun yemler ya da verim payı yemlerinin servisi için son yıllarda geniş kullanım<br />
alanı bulan ve fakat oldukça pahalı olan bilgisayar donanımlı çağrılı yemliklerin<br />
kullanımı zorunluluğu ortadan kalkar.<br />
<br />
TMR Uygulamasının Olumsuz Yanları<br />
<br />
TMR uygulamasının yukarıda değinilen kimi olumlu yanları yanı sıra olumsuz<br />
yanlarının da olabileceği aşikardır. Bunlardan kimilerinin de aşağıdaki haliyle<br />
vurgulanması olasıdır.<br />
a. Sürü hayvan varlığının verim düzeylerine göre gruplandırılması (en az 2, daha<br />
uygun olanı 3 grup halinde) şarttır.<br />
b. TMR’ın hazırlanması için gereksinim duyulan rutin işler artar.<br />
c. Mer’alatma olanağının olduğu yer ve zamanlarda yeşil yemlerle olan mer’a<br />
yemlemesinin uygulanması en uygun olanıdır. Nevar ki böyle hallerde mer’a<br />
yemlemesinin açık bıraktığı besin maddeleri gereksinim açığına uygun düşecek<br />
TMR’lerin hazırlanması ve kullanımına ayrı bir özen gösterilir.<br />
d. Yeterli önlem alınmaz ve her grup kendi besin maddeleri gereksinimine uygun<br />
düşen TMR’lerle yemlenmez ise, kimi hayvanların yetersiz yemleme koşullarında<br />
olmalarına karşı, diğer kimilerinin lüks tüketim içinde olmaları engellenemez ve<br />
böylece yem girdileri de artar.<br />
e. TMR’lerin belli bir grup için hazırlanması sırası yapılacak bir hata ve bunun düzeyi<br />
ve haliyle ortaya koyabileceği olumsuzluklar tüm grup hayvanlara yansır.<br />
f. Kullanılacak TMR’lerin daima taze olarak hazırlanması, uygulamada kimi güçlükler<br />
ortaya koyabilir.<br />
g. Yemden yeme geçişler, tüm grup içi hayvanları kapsar yani gruptaki tüm hayvanlar<br />
için geçerlidir.<br />
h. TMR’in hazırlanması sırası silo yemleri, kuruotlar vb yemler dışında kullanılacak<br />
diğer kimi yem öğelerinin (örneğin posalar, şlempeler, küspeler, yoğun yemler,<br />
mineral- ve vitamin karışımları) için depo gereksinimi artar. Dolayısıyla başlangıçta<br />
toplu girdi fiyatları yükselir. Bu arada hele yaz aylarında TMR in depolanması ve<br />
uygulanmasında işletmenin içinde bulunduğu kendine özgü kimi sorunlar yaşanabilir<br />
<br />
i. Hazırlanan TMR’in oluşturulmasında kaba ve yoğun yemlerle mineral ve vitamin<br />
karışımları topluca bir arada bulundurulduğundan homogenitenin sağlanmasında güçlük<br />
yaşanır.<br />
j. TMR uygulaması, genelde hayvan varlığı büyük sürüler için uygun bir yemleme<br />
şeklidir.<br />
Burada değinilen olumlu ve olumsuz yanlar topluca ele alınarak TMR uygulamasına<br />
geçmeden önce işletmenin çok iyi bir karara varmasında yarar vardır ve önerilir. Bu<br />
haliyle TMR’ın genelde niteliği, kendisinin hazırlanması sırası kullanılan yem<br />
öğelerinin niteliğine bağlıdır.O nedenle hazırlanan TMR, kullanılacağı hayvan<br />
grubunun verim düzeyine uygun bir bileşim ve miktarda olmak zorundadır. Bu haliyle<br />
TMR uygulamasında ulaşılabilecek başarının düzeyi, tamamen işletme yürütücüsünün<br />
bilgi ve becerisine bağlılık gösterir.<br />
Buraya dek değinilen özlü bilgilerden de görüleceği gibi, TMR uygulaması her işletme<br />
koşulunda uygulanması önerilebilecek bir yemleme şekli değildir. Örneğin çayır - mer’a<br />
ve diğer yeşil yemlerle yemlemenin ağırlıklı olduğu işletmelerde, verim düzeyi düşük<br />
olan işletmelerde bu tür bir yemlemenin uygulanması hiç de kolay değildir ve önerilmez<br />
(Kılıç, 2000). Böyle işletmelerde en iyisi, yoğun yemlerin ya da verim payı yemlerinin<br />
ya el işçiliği ya da çağrılı otomatlarla hayvanlara bireysel olarak dağıtılmasıdır yani eski<br />
klasik (konvensiyonel) yemlemeye devam edilmesidir. TMR uygulamasının ise<br />
genelde;<br />
a. işletme hayvan varlığı fazla,<br />
b. sürü ya da grup süt verimi yüksek,<br />
c. sürü ya da grup hayvanların bireysel süt verimleri arası varyasyonun az,<br />
d. temini kolay ve ucuz olan yan ürünlerin kullanım olanağının bulunduğu,<br />
e. tartım + karıştırma + dağıtım işlemlerinin aynı zamanda yapılabilmesine olanak<br />
tanıyan bilgisayar donanımlı depolu yemleme arabalarını temin edebilen ve<br />
f. toplu alım ve depolamalar için yeterli depo ve parasal olanağa ve ayrıca TMR<br />
hazırlığı için uygun bir yerin ya da alanın bulunduğu işletmelerde uygulanması önerilir<br />
(Müller, 2000).<br />
<br />
TMR Uygulamasında Hayvanların Gruplandırılması<br />
<br />
TMR uygulamasında hayvanların gruplandırılması mutlak önerildiğine göre, bu amaçla<br />
ileri gebe hayvanların daima ayrı bir grup olarak ele alınmasında yarar vardır (Top<br />
Agrar, 1998). Normal laktasyon seyrinde olan hayvanların gruplandırılması amacı ile<br />
hayvanların süt verimlerinden yararlanılır. Bu amaçla Çizelge 1’deki verim grupları<br />
oluşturulmaya çalışılır<br />
<br />
Çizelge 1’den görüleceği gibi, sürü hayvan varlığının 2 grup altında toplanması ve 2<br />
ayrı TMR ile yemlenmesi işi, sadece çok yüksek ve düşük verimli grupların<br />
oluşturulması halinde söz konusudur. Zira süt verim düzeyi ne denli yüksek ise,<br />
laktasyonun seyri de o denli düzenli bir seyre sahiptir. Böyle olunca da bu tür elit<br />
(seçkin) hayvanlardaki canlı ağırlık değişimlerine uygun düşecek bir besin madde<br />
gereksiniminin karşılanması amacı ile daha duyarlı olunmak zorunluluğu vardır.<br />
<br />
Hayvan varlığı 3 grup altında toplanacak ise, bunlarda düşük verimli gruplardaki<br />
hayvanlarla laktasyon sonunda ya da laktasyon sayısı fazla olanların kondisyonlarının<br />
yağlanmalarına engel olma çabası içinde olunmaya çalışılır<br />
<br />
Süt Sığırlarında Kondisyon Testi<br />
<br />
Günlük yaşamda uygulanan rasyonların, sığırların içinde bulunduğu fizyolojik evreye<br />
ya da verim düzeylerine uygun olup olmadığının takdiri açısından kondisyon testi<br />
büyük önem taşır. Aynı önemlilik, hem işletme karlılığı hem işletmenin geleceği<br />
açısından da anlamlıdır. Böylece uygulanan yemlemenin içinde bulunulan fizyolojik<br />
evreye uygun düşüp düşmediği güvenle ve kolayca takdir edilir. Buna paralel olarak da<br />
gerekli önlemler zamanında alınmaya çalışılır. Bu bağlamda normal laktasyon seyri<br />
boyunca elit süt ineklerindeki vücut kondisyonunun nasıl bir seyre sahip olduğunu<br />
Grafik 1’den izlemek olasıdır (Anonym, 1998).<br />
Süt sığırlarında vücudun içinde bulunduğu kondisyonun takdiri amacı ile en çok<br />
kullanılan yöntem Body - Condition - Score (BCS) testidir (Anonym, 1998). Bu test,<br />
kimi vücut nahiyelerinin puante edilmesi aslına dayandırılmıştır. Böylece halihazırdaki<br />
kondisyon sayesinde vücuttaki reservler takdir edilir. Hayvanın laktasyon başlangıcı-,<br />
ortası- ve sonu- ile kuru evredeki kondisyonlar ele alınarak uygulanacak TMR tipi<br />
ortaya konulmaya ya da gruplar arası hayvanların kondisyonlarındaki değişimler ortaya<br />
konmaya çalışılır.<br />
Kondisyon testi ile verilen puanlar yardımı ile laktasyon seyri boyunca uygulanan<br />
yemlemenin ilgili evreye uygun düşüp düşmediği, bu evre için hayvanın yeterli vücut<br />
rezervelerine sahip olup olmadığı denetlenir. Nitekim birden çok laktasyona sahip olan<br />
hayvanlarla kuruda olanların yağlı kondisyona sahip olmaları istenmez. Aksine hallerde<br />
doğum güçlükleri kaçınılmazdır ya da doğum sonrası hem madde değişimi olayları hem<br />
de döl veriminde önemli aksamaların meydana gelmesi kaçınılmaz hale gelir<br />
<br />
BCS Testinin Uygulanması<br />
<br />
Bu testin uygulanması amacı ile testi yapacak testörün özenle gözlemleyeceği vücut<br />
nahiyeleri Resim 1’de verilmiştir (Anonym, 1998). Bunlar :<br />
<br />
1. Omurga çizgisi (kaburgalar sırt<br />
birleşim yeri): Girintili, çıkıntılı,<br />
dolgun vb.<br />
2. Açlık çukuruna geçiş (sağ yandan) :<br />
Düz, dikey, kavisli vb<br />
3. Sırt kalça çıkıntıları arası alan:<br />
Düz, düşey, kavisli vb<br />
4. Kuyruk sokumu :<br />
Çukur dolgunluğu zayıf, dolgun vb<br />
5. Oturak yumrusu :<br />
Dolgun, çıkıntılı, yuvarlak vb<br />
6. Kalça çıkıntısı :<br />
Dar, geniş vb<br />
7. Omur çizgisi ile omurgalar arası<br />
bağlantı alanı :<br />
Düz, çukur, düşük vb<br />
8 Kaburgalar ile olan omurga bağlantısı<br />
<br />
Yukarıda adı geçen nahiyeler iyi bir gözlem dışında mutlaka el ile de yoklanarak<br />
denetlenir. O bakımdan iyi bir testör, mutlaka bir kurs sonucu yetiştirilmiş eleman<br />
olmak durumundadır. Bu arada gözlemlenen bu noktaların testörde her ırk için<br />
bırakacağı genel kanı farklı olabilir. O nedenle bu noktalara ait görünüm farklılıkları<br />
her ırk için ayrı ayrı ele alınıp yayınlanmak durumundadır. Nitekim burada daha sonra<br />
verilecek örneklerin Siyah-Alaca ve Fleckvieh ırkı sığırlar için saptanmış olduğu<br />
gözden ırak tutulmamalıdır.<br />
Bu bilgiler bağlamında, farklı kondisyonlara sahip hayvanlarda gözlemlenen vücut<br />
nahiyelerinin değerlendirmeleri Çizelge 2, 3, 4 ve 5’te verilmiş, bu değerlendirmeler ile<br />
hesaplanan puanlara ait hayvanlar da Resim 2, 3, 4 ve 5’te gösterilmiştir (Anonym<br />
1998)<br />
<br />
Sonuç ve Öneriler<br />
<br />
Sonuç olarak, üreticilerin ellerindeki hayvan varlığını bu tür testlere alması ve<br />
gereksinimlerine uygun TMR’lerle yemlenmelerine çalışmaları önerilmiştir.<br />
<br />
Kaynaklar<br />
<br />
Anonym, 1998. Konditionskarte für Fleckvieh. Top Agrar. Das Magazine für Moderne<br />
Landwirtschaft, Postfach, 7847, 48042 Munster.<br />
DLG-İnformation, 2/1995. Vorgaben zum Einsatz von Mischrationen bei Milchkühen. DLG-606-<br />
Frankfurt.a.M.<br />
Hampel, G., 1994. Fleischrinder und Mutterkuhhaltung, Verlag, EU, Stuttgart.<br />
Heller, D. und V., Potthasi 1985. Erfolgreiche Milchvichfüttezung. Verlag VUA.<br />
Hoffman, U., H., Steingas, R., Funk, R.V., Schmettow und W., Drochner, 1998. Auswirkung<br />
einer Gesamtmischration (TMR) Kraftfutter 7-8, S.292-303.<br />
Kalkan, H. 1999. Toplam Harmanlanmış Rasyon (THR), Süt Sığırlarının Beslenmesinde<br />
Kullanımı Yüksek Lisans Semineri notları (yayınlanmamış), Bursa.<br />
Kılıç, A. 2000. Toplam Harmanlanmış Rasyon (TMR). Yayınlanmamış Ders Notları, İzmir.<br />
Müller, E., 2000. Totale Mischrationeinsatz bei Milchkühen in der Anfütterungsphase Einfluss<br />
auf Leistung und Staffwechser. Dissertation, TLU- Giesen.RUSTEM BAYRAM OGLUhttp://www.blogger.com/profile/14717989559050705971noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4579075721014937835.post-87884467783438135962010-07-28T13:57:00.000+03:002010-07-28T13:57:42.984+03:00RUMEN DUVARINDAN GLİKOZ EMİLİMİ VE LAKTİK ASİDOZ<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgKFvF8vxkhiRKYYTz8KhlNe17aV3Y01xcOLdGx6HsQaZeoZS1yCoHp_bTkMVHylPnwf7nh8UNcq51OoUdxGvt4_Mi-dmHBN6CXHTBesjTyddC8iFIgodTzs9MZTZ_Pij1ttbOnscl4/s1600/rumen.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" bx="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgKFvF8vxkhiRKYYTz8KhlNe17aV3Y01xcOLdGx6HsQaZeoZS1yCoHp_bTkMVHylPnwf7nh8UNcq51OoUdxGvt4_Mi-dmHBN6CXHTBesjTyddC8iFIgodTzs9MZTZ_Pij1ttbOnscl4/s320/rumen.jpg" /></a></div><br />
<br />
<br />
<br />
Cengiz ATAŞOĞLU1 İsmail Yaman YURTMAN1<br />
<br />
<br />
Glikoz, rumene giren karbonhidratların uçucu yağ asitlerine dönüşümü sırasında açığa çıkan bir ara ürün niteliğinde<br />
olup, normal yemleme koşulları altındaki rumen glikoz konsantrasyonu gayet düşüktür (0.7 mmol/L). Buna karşın,<br />
enerjice zengin yemleme koşulları altında rumen glikoz konsantrasyonu önemli düzeyde artmaktadır (12 mmol/L). Bu<br />
koşullar altında rumende açığa çıkan glikoz rumen epitelyumunda yer alan ve glikoz taşınmasından sorumlu “Sodyuma<br />
bağlı Glikoz Taşıyıcısı-1” (SGLT-1) aracılığı ile rumen lumeninden kana taşınmaktadır. Rumen epitelyumundan glikoz<br />
emilimi ruminant hayvanın enerji metabolizmasını olumlu yönde etkilemesinin yanında, enerjice zengin yemleme<br />
koşulları altında şekillenen ve hayvan sağlığı-refahını olumsuz yönde etkileyen laktik asidoz riskini azaltıcı bir özelliğe<br />
de sahiptir. Rumen epitelyumunda yer alan SGLT-1 aktivitesinin kontrolüne ait mekanizmaların aydınlatılmasına yönelik<br />
olarak yapılan çalışmalardan elde edilen bulgular, SGLT-1 aktivitesinin bazı önemli metabolik hormon(lar) (epinefrin)<br />
tarafından düzenlendiğini ortaya koymaktadır. SGLT-1 aktivitesinin kontrolünde endokrinal mekanizmalarının yanı sıra,<br />
epitelyumun kan yönünde yer alan ve glikoza duyarlı algılayıcı bir mekanizmanın da etkili olabileceği diğer bazı<br />
araştırmalar sonucunda tespit edilmiştir. SGLT-1 aktivitesinin kontrolünde rol oynayan metabolik hormonlar ve<br />
substratlar konusunda gelecekte yapılacak olan çalışmalar, ciddi düzeylerde ekonomik kayıplara neden olan laktik<br />
asidoz sorununun çözümüne katkı sağlayarak ruminantlara dayalı üretim sektörünü olumlu yönde etkileyecek<br />
potansiyele sahiptir.<br />
<br />
Anahtar Kelimeler: rumen, glikoz, SGLT-1, laktik asidoz, substrat, hormon<br />
<br />
<br />
Glucose Absorption from the Rumen and Lactic Acidosis<br />
<br />
The concentration of intraruminal glucose, which is an intermediate in the breakdown of carbohydrates into volatile fatty<br />
acids, is quite low under conventional feeding conditions (0.7 mmol/L). On the other hand, intraruminal glucose<br />
concentration rises to significant levels under energy rich feeding conditions (12 mmol/L). Under such conditions,<br />
glucose which appears during carbohydrate fermentation in the rumen is taken up by Sodium-dependent Glucose<br />
Transporter-1 from the rumen side to blood. Glucose transport from the rumen via SGLT-1 not only affects the energy<br />
metabolism of ruminant animals but also counteracts the risk of lactic acidosis, which often occurs under energy rich<br />
feeding conditions and which causes considerable health-welfare problems in ruminants. The studies that were<br />
undertaken to elucidate regulatory mechanisms of ruminal SGLT-1 demonstrated that SGLT-1 can be regulated by<br />
hormone(s) (epinephrine). In addition to the regulatory effect of endocrinal system, some studies also indicated <br />
<a name='more'></a><br />
substrate regulation of SGLT-1 by various sugars present on the serosal side via a sugar-sensing mechanism. Future<br />
studies aiming at investigating possible beneficial effects of metabolic hormones and substrates have certainly<br />
enormous potential to solve lactic acidosis problem and hence improve the productivity of ruminant-based production<br />
systems.<br />
<br />
Key Words: rumen, glucose, SGLT-1, lactic acidosis, substrate, hormone<br />
<br />
Giriş<br />
<br />
Rumen içerisinde yüksek miktarda laktik asit<br />
oluşumu ile şekillenen laktik asidoz ruminantlarda<br />
sağlık ve refahı olumsuz yönde etkileyen üretim<br />
sorunlarından birisini oluşturmaktadır. Kolay<br />
fermente olabilir karbonhidratlarca zengin<br />
rasyonlar, bu tip rasyonlara hızlı geçiş, etkin<br />
yapısal karbonhidrat (NDFf) içeriği düşük kaba<br />
yemlerin yüksek oranda kullanımını içeren<br />
yemleme koşulları laktik asidoz riskini artırdığı<br />
bilinen faktörlerdir (Owens ve ark., 1998). Laktik<br />
asidoz besi işletmelerinde ekonomik kayıplara yol<br />
açan rahatsızlıklar içerisinde önemli yer tutuyor<br />
olmasının yanı sıra (Smith, 1998), özellikle laminitis<br />
ile olan ilişkileri bağlamında süt sığırcılığı<br />
işletmeleri açısında da potansiyel sorun kaynağı<br />
teşkil edebilmektedir (Nocek, 1997). Ruminantlar<br />
için olağan kabul edilebilecek yemleme<br />
koşullarında rumende oldukça düşük seviyelerde<br />
<br />
rastlanabilen glikozun, kolay sindirilebilir<br />
karbonhidratlarca zengin besleme koşullarında bir<br />
ara ürün olarak önemli miktarlarda açığa<br />
çıkmasının mikrobiyal kompozisyon ve<br />
metabolizma üzerindeki olası olumsuz etkilerine<br />
dikkati çeken Owens ve ark. (1998), rasyon kaba<br />
yem içeriğinin artırılması ve nişasta tüketiminin<br />
kontrol altına alınmasını, laktik asidoz ile<br />
sonuçlanacak söz konusu gelişmelerin<br />
önlenebilmesi açısından kullanılabilecek genel<br />
uygulamalar olarak nitelemektedir.<br />
<br />
Günümüzde laktik asidoza karşı kullanım<br />
potansiyeline sahip uygulamalar incelendiğinde,<br />
genel olarak etki mekanizmalarının sorumlu<br />
mikroorganizma gruplarının kontrolüne yönelik<br />
olduğu gözlenmektedir. Buna karşın söz konusu<br />
koşullarda konukçu hayvanın geliştirebileceği<br />
adaptif nitelikteki mekanizmalardan yararlanabilme<br />
olasılığı üzerinde fazla durulmamıştır<br />
<br />
Enerjice zengin besleme rejimine geçiş sürecinde<br />
rumen duvarında bir takım fizyolojik değişimlerin<br />
yaşandığı; epitel dokunun kalınlaştığı, papilla sayısı<br />
ve yüzey alanının arttığı ve rumene kan akışının<br />
hızlandığı bilinmektedir (Gabel ve ark., 2002). Son<br />
dönemlerde yapılan çalışmalar ile glikozun rumen<br />
duvarından emilimini gerçekleştiren mekanizmalar<br />
konusunda elde edilen bilgiler, laktik asidoz<br />
oluşumunda önemli bir yer tutan serbest glikozun<br />
bu yol ile rumen ortamından eleminasyonunun<br />
potansiyel öneme sahip olabileceğini ortaya<br />
koymaktadır (Aschenbach ve ark., 2000a ve<br />
2000b)<br />
<br />
Rumen Fermantasyonu ve Rumen Duvarından<br />
Glikoz Emilimi<br />
<br />
Rumen, sığır, koyun, keçi gibi geviş getiren<br />
hayvanlarda sindirim sisteminin en büyük<br />
bölümünü oluşturmaktadır. Büyük bir fermantasyon<br />
ünitesi yapısına sahip olan rumende<br />
karbonhidratlar mikrobiyal bir etki sonucu “asetik”,<br />
“propiyonik” ve “bütirik asit” adı verilen “uçucu yağ<br />
asitleri” yanında CO2, metan ve H+ gazlarına<br />
dönüşmektedirler. Karbonhidratların rumende<br />
yüksek düzeyde bir mikrobiyal etkiye maruz<br />
kalmaları glikozun fermantasyon esnasında açığa<br />
çıkan bir ara ürün olmasına neden olmaktadır<br />
(Russell ve Gahr, 2000). Bu nedenle rumen glikoz<br />
konsantrasyonu genellikle düşük bir değere (<0.7<br />
mM; Kajikawa ve ark., 1997) sahip bulunmaktadır.<br />
Bu durum yakın bir geçmişe kadar rumen<br />
duvarından glikoz emiliminin önemli düzeyde<br />
gerçekleşemeyeceği düşüncesinin bilim adamları<br />
arasında hakim olmasına neden olmuştur. Fakat<br />
bazı araştırıcılar rumende kolay parçalanabilir<br />
karbonhidratlarca zengin bir yemleme durumunda<br />
rumen glikoz konsantrasyonunun 12 mM düzeyine<br />
kadar yükselebileceğini ve rumen duvarından<br />
glikoz emiliminin gerçekleşebileceğini ileri<br />
sürmüşlerdir (Ganter ve ark., 1993).<br />
<br />
Rumen duvarından glikoz emilimi konusunda<br />
yapılan ilk çalışmalarda ele alınan yaklaşımlar<br />
temelini ince barsak mukozasından glikoz<br />
emiliminde yer alan mekanizmalardan almıştır.<br />
Çünkü ince barsak mukozasından glikoz<br />
emiliminde yer alan mekanizmaların<br />
aydınlatılmasına yönelik geniş kapsamlı çok sayıda<br />
araştırmalar bir çok araştırmacı tarafından<br />
yürütülmüş ve bu konuda önemli düzeyde bir bilgi<br />
üretimi gerçekleşmiştir (Ferraris, 2001).<br />
<br />
İnce barsak mukozasından glikoz emilimi iki<br />
aşamada gerçekleşmektedir (Şekil 1). İlk aşamada,<br />
ince barsak lumeninde sindirim sonucunda açığa<br />
çıkan glikoz molekülleri lumenden epitel hücre<br />
içerisine “Sodyuma Bağlı Glikoz Transporter –<br />
SGLT-1” adı verilen bir proteinin rol aldığı<br />
mekanizma sayesinde taşınmaktadır. Epitel hücre<br />
içerisine alınan glikoz ikinci aşamada GLUT-2 adı<br />
verilen bir başka taşıyıcı proteinin işleve sahip<br />
olduğu farklı bir mekanizma aracılığı ile hücre<br />
içerisinden kana iletilmektedir (Shirazi-Beechey,<br />
1996<br />
<br />
Aschenbach ve ark. (2000a) tarafından yürütülen<br />
bir araştırmada, moleküler teknikler kullanarak<br />
klonlama yolu ile elde edilen SGLT-1 proteini ile<br />
ince barsakta görev alan SGLT-1 proteininin<br />
yapısal özellikleri incelenmiştir. Moleküler düzeyde<br />
%100 oranında bir benzeşmenin saptandığı<br />
çalışmada, ruminal SGLT-1 in fonksiyonel olduğu<br />
ve rumen ortamından kana glikoz taşınmasında<br />
aktif olarak rol oynadığı ortaya konmuştur. Söz<br />
konusu bulgular, önceki yaklaşımların aksine,<br />
mikrobiyal sindirim sonucu rumen ortamında ara<br />
ürün olarak açığa çıkan glikozun tamamı ile uçucu<br />
yağ asitlerine dönüşmediği, bir miktar glikozun<br />
rumen duvarından kana taşındığı (taşınabildiği)<br />
yönündeki tespitleri destekler nitelikte bulunmuştur.<br />
<br />
Aschenbach ve ark. (2000b) tarafından yapılan bir<br />
diğer çalışmada, kaba yeme dayalı yemleme<br />
rumen duvarından emilen glikozun günlük<br />
metabolize edilebilir enerji tüketiminin ancak<br />
%<0.1’ini karşılayabileceği ve fizyolojik bir öneme<br />
sahip olamayacağı, buna karşın enerjice zengin<br />
yemleme durumunda rumen duvarından emilen<br />
glikozun günlük metabolize enerji tüketiminin<br />
yaklaşık %4’ünü oluşturabileceği rapor edilmiştir. In<br />
vivo koşullarda gerçekleştirilen bu çalışmada,<br />
intraruminal glikozun yaklaşık %11’inin 30 dakika<br />
içerisinde rumen duvarı tarafından emildiği tespit<br />
edilmiştir<br />
<br />
Rumen Duvarından Glikoz Emiliminin Substrat<br />
(şeker) Regülasyonu<br />
<br />
Ruminantlarda ince barsak SGLT-1 aktivitesinin<br />
regülasyonu konusunda önemli düzeyde bir bilgi<br />
birikimi bulunmaktadır (Ferraris, 2001). Buna karşın<br />
ruminal SGLT-1 aktivitesinin regülasyonu<br />
konusunda yapılan çalışma sayısı hayli kısıtlıdır.<br />
Ruminal SGLT-1 aktivitesinin regülasyonu<br />
konusunda izlenen deneysel yaklaşımların<br />
kaynağını ince barsak SGLT-1 regülasyonunu konu<br />
alan çalışmalardan aldığını söylemek mümkündür.<br />
<br />
Pre-ruminant hayvanlar sütle almış oldukları<br />
laktozu ince barsaklarından salgıladıkları laktaz<br />
enzimi ile glikoz ve galaktoza hidrolize<br />
etmektedirler. Hidroliz ürünü olan bu şekerler<br />
SGLT-1 tarafından ince barsak lumeninden epitel<br />
hücre içerisine, hücre içerisinden de GLUT-2<br />
vasıtasıyla kana taşınmaktadırlar (Ferraris, 2001).<br />
Dolayısı SGLT-1 aktivitesi sütle beslenen<br />
hayvanlarda üst düzeyde gerçekleşmektedir<br />
(Shirazi-Beechey, 1996). Pre-ruminant hayvanların<br />
süt yanında kuru yem tüketmeleri rumen gelişimini<br />
teşvik etmektedir. Rumen gelişiminin uyarılması bu<br />
sindirim bölmesine giren karbonhidratların uçucu<br />
yağ asitlerine dönüşümünü sağlamaktadır.<br />
Rumenin fonksiyonel gelişimine paralel olarak ince<br />
barsağa ulaşan monosakkarit miktarında da önemli<br />
düzeyde bir azalma meydana gelmektedir. Bu<br />
durum aynı zamanda ince barsak enterositlerinde<br />
bulunan SGLT-1 aktivitesi ve protein miktarında<br />
100-500 kat (Shirazi-Beechey ve ark., 1991),<br />
SGLT-1 mRNA miktarında da önemli düzeyde<br />
azalmalara neden olmaktadır (Lescale-Matys ve<br />
ark. 1993).<br />
<br />
Koyunların ince barsağına bir kanül vasıtasıyla<br />
değişik şeker veya şeker benzeri substratların 4<br />
gün süresince infüzyon yoluyla verilmesinin SGLT-<br />
1 protein ve aktivitesine etkisinin araştırıldığı bir<br />
çalışmada, substratların SGLT-1 aktivitesinde<br />
önemli düzeylerde artışa neden oldukları tespit<br />
edilmiştir (Dyer ve ark. 1997). Buna karşın şeker<br />
veya şeker benzeri substratların aynı hayvanlarda<br />
dolaşım sistemine infüzyonu benzer bir etkiye<br />
neden olmamıştır. Araştırıcılar bu araştırmadan<br />
elde ettikleri bulgular ışığında ince barsak SGLT-1<br />
aktivitesinde meydana gelen bu artışın epitel<br />
dokuda yer alan hücrelerin lumen tarafına bakan<br />
bölgesinde yer alan bir “şeker algılama<br />
mekanizması” sayesinde uyarıldığı sonucuna<br />
varmışlardır. İnce barsak SGLT-1 aktivitesinin<br />
regülasyonunda rasyon yapısının yönlendirici bir<br />
etkiye sahip olabileceği Shirazi-Beechey ve ark.<br />
(1996) tarafından da vurgulanmaktadır.<br />
<br />
Ruminal SGLT-1 aktivitesinin substrat<br />
regülasyonuna ilişkin ilk çalışma Gabel ve<br />
Aschenbach (2002) tarafından yürütülmüştür. Söz<br />
konusu çalışmada koyunların 48 saat süreli aç<br />
bırakılmasının SGLT-1 aktivitesinde önemli<br />
düzeyde bir azalmaya neden olduğu tespit<br />
edilmiştir. Araştırıcılar ruminal SGLT-1 aktivitesinde<br />
meydana gelen bu azalmanın değişik faktörlerden<br />
kaynaklanabileceğini bildirmişlerdir. Hayvanların 48<br />
saat süresince aç bırakılmalarının intraruminal<br />
glikoz konsantrasyonunda önemli düzeyde bir<br />
azalmaya neden olabileceği, bu olaya paralel<br />
olarak SGLT-1 aktivitesinde de benzer bir<br />
azalmanın meydana gelebileceği görüşü<br />
araştırıcılar tarafından ileri sürülen görüşlerden<br />
birisini oluşturmaktadır. Bu görüş ruminal SGLT-1<br />
aktivitesi regülasyonunun yukarıda da belirtilen<br />
ince barsak SGLT-1 aktivitesinin regülasyonuna<br />
benzer bir mekanizma ile kontrol edilebileceği<br />
görüşünü destekler nitelikte bulunmuştur. Bir diğer<br />
görüş ise açlığa maruz kalan hayvanların farklı bir<br />
metabolik strateji ile enerji kullanımlarında belirli bir<br />
kısıtlamaya gitmelerinin SGLT-1 aktivitesinde bir<br />
azalmaya yol açacağı yönündedir. Bilindiği gibi<br />
sindirim sistemi ruminantlarda önemli düzeyde<br />
enerji kullanan bir sistem durumundadır<br />
(Huntington, 1997).<br />
<br />
Atasoglu ve ark. (2004) tarafından izole edilmiş<br />
rumen epitel dokusunun in vitro koşullar altında<br />
kullanımını içeren diğer bir çalışmada rumen epitel<br />
dokusu mukozal veya serozal yönde değişik<br />
şekerler ile inkübasyon edilmek suretiyle SGLT-1<br />
tarafından taşınan glikoz miktarı tayin edilmiş ve<br />
konuya ilişkin önemli bulgular elde edilmiştir.<br />
Çalışmada, glikozun mukozal yönde<br />
inkübasyonunun kontrol grubuyla<br />
karşılaştırıldığında SGLT-1 tarafından taşınan<br />
glikoz miktarına herhangi bir etkisinin olmadığı<br />
bulunmuştur (Çizelge 1). Buna karşın glikozun<br />
serosal yönde inkübasyonu SGLT-1 tarafından<br />
taşınan glikoz miktarında önemli oranda artışa<br />
neden olmuştur. Bulgular rumen SGLT-1<br />
aktivitesinin ince barsak SGLT-1’ın substrat<br />
regülasyonundan tamamen farklı bir substrat<br />
regülasyon mekanizmasıyla, serozal yöndeki<br />
şekerler tarafından bir “şeker algılama<br />
mekanizması” vasıtasıyla gerçekleştirildiğini ortaya<br />
koymaktadır (Çizelge 1). Aynı çalışmada elde<br />
edilen diğer bulgular bu regülasyon<br />
mekanizmasının aynı zamanda serozal kısımdaki<br />
şeker konsantrasyonuna, bir başka ifade ile plasma<br />
glikoz konsantrasyonuna bağlı olarak kontrol<br />
edildiğini destekler niteliktedir.<br />
<br />
Rumen Duvarından Glikoz Emiliminin Hormonal<br />
Regülasyonu<br />
<br />
Bazı hormonların değişik hayvan türlerinde SGLT-1<br />
aktivitesine etki ettikleri farklı araştırıcılar tarafından<br />
rapor edilmiştir (Ishikawa ve ark., 1997; Stümpel ve<br />
ark., 1998; Hyun ve ark., 1997; Stümpel ve ark.,<br />
2000). Bu çalışmalarda ince barsak SGLT-1<br />
aktivitesinin başlıca epinefrin, glukagon-37 ve<br />
prostoglandin E2 etkisi ile önemli düzeyde arttığı<br />
bildirilmektedir. Rumen SGLT-1 aktivitesinin<br />
hormonal regülasyonu konusunda şu ana kadar<br />
sadece bir çalışma yürütülmüştür. Aschenbach ve<br />
ark. (2002)’nın in vitro koşullar altında yürüttükleri<br />
bu çalışmada, epinefrin hormonunun Ussing<br />
bölmelerinde inkübe edilen izole edilmiş rumen<br />
epitel dokuya serozal yönde ilave edilmesinin<br />
SGLT-1 aktivitesine olan etkisi araştırılmıştır.<br />
Araştırma bulguları epinefrin hormonunun ruminal<br />
SGLT-1 aktivitesini artırıcı bir etkiye sahip<br />
olduğunu ortaya koymaktadır. Araştırıcılar,<br />
epinefrin hormonunun ilk aşamada adrenerjik<br />
reseptörlerin uyarımını gerçekleştirerek c-AMP<br />
üretimini teşvik ettiğini, hücre içerisinde artan c-<br />
AMP konsantrasyonunun ise sonuçta SGLT-1<br />
aktivitesinin artırmak suretiyle rumen duvarından<br />
daha yüksek miktarda glikoz emiliminin<br />
gerçekleşmesine neden olduğunu belirtmektedirler.<br />
<br />
<br />
Sonuç ve Öneriler<br />
<br />
<br />
Ruminal SGLT-1 aktivitesinin regülasyonuna ilişkin<br />
mekanizmaların aydınlatılmasına yönelik olarak<br />
yapılan çalışmalar, SGLT-1 aktivitesinin bazı<br />
metabolik hormonlar ve plazma şeker<br />
konsantrasyonunu içeren ve adaptasyon özelliğine<br />
sahip mekanizmalar tarafından regüle edildiğini<br />
destekler niteliktedir. Günümüzde bu konuya ilişkin<br />
literatürde çok az sayıda araştırma bulunmaktadır.<br />
Bu nedenle ruminal SGLT-1 regülasyonuna ilişkin<br />
yeni ve kapsamlı çalışmalara acilen ihtiyaç<br />
bulunmaktadır. Bu konuda yaşanacak yeni<br />
gelişmeler özellikle ruminant üretim sektöründe<br />
ciddi düzeylerde ekonomik kayıplara neden olan<br />
laktik asidoz sorununun çözümüne katkı<br />
sağlayacak nitelikte gözükmektedir.<br />
<br />
Kaynaklar<br />
<br />
Aschenbach JR, Bhatia SK, Pfannkuche H ve Gabel G.<br />
2000a. Glucose is absorbed in a sodium-dependent<br />
manner from forestomach contents of sheep. J Nutr. 130:<br />
2797-2801.<br />
Aschenbach JR, Wehning H, Kurze M, Schaberg E,<br />
Nieper H, Burckhardt G ve Gabel G. 2000b. Functional<br />
and molecular biological evidence of SGLT-1 in the<br />
ruminal epithelium of sheep. Am J Physiol Gastrointest<br />
Liver Physiol. 279: G20-27.<br />
Aschenbach JR, Borau T ve Gabel G. 2002a. Glucose<br />
uptake via SGLT-1 is stimulated by β2-adrenoceptors in<br />
the ruminal epithelium of sheep. J Nutr. 132: 1254-1257.<br />
Atasoglu C, Gabel G ve Aschenbach JR. 2004. Bloodborn<br />
substrates can stimulate ruminal sodium-dependent<br />
glucose transporter. Brit J Nutr (basıma kabul edildi).<br />
Dyer J, Barker PJ ve Shirazi-Beechey SP. 1997. Nutrient<br />
regulation of the intestinal Na+/glucose co-transporter<br />
(SGLT1) gene expression. Biochem Biophys Res<br />
Commun. 230: 624-629.<br />
Ferraris RP. 2001. Dietary and developmental regulation<br />
of intestinal sugar transport. Biochem J. 360: 265-276.<br />
Gäbel G, Aschenbach JR. 2002. Influence of food<br />
deprivation on the transport of 3-O-methyl-α-D-glucose<br />
across the isolated ruminal epithelium of sheep. J Anim<br />
Sci. 80: 2740-2746.<br />
Gäbel G, Aschenbach JR ve Müller F. 2002. Transfer of<br />
energy substrates across the ruminal epithelium:<br />
implications and limitations. Anim Health Res Rev. 3: 15-<br />
30.<br />
Ganter M, Bickhardt K, Winicker M ve Schwert B. 1993.<br />
Experimental studies of the pathogenesis of rumen<br />
acidosis in sheep. Zentralbl Veterinarmed. A40: 731-740.<br />
Huntington GB. 1997. Starch utilization by ruminants:<br />
from basics to the bunk. J Anim Sci. 75: 852-867.<br />
Hyun HS, Onaga T, Mineo H ve Kato S. 1997. Responses<br />
of glucose absorption and fructose absorption to<br />
prostaglandin E2 in intestinal loops of sheep. Res Vet Sci.<br />
62: 153-157.<br />
Ishikawa Y, Eguchi T ve Ishida H. 1997. Mechanism of β-<br />
adrenergic agonist-induced transmural transport of<br />
glucose in rat small intestine. Regulation of<br />
phosphorylation of SGLT1 controls the function. Biochim<br />
Biophys Acta. 1357: 306-318.<br />
Kajikawa H, Amari M ve Masaki S. 1997. Glucose<br />
transport by mixed ruminal bacteria from a cow. Appl<br />
Environ Microbiol. 63: 1847-1851.<br />
Lescale-Matys L, Dyer J, Scott D, Fremann TC, Wright<br />
EM ve Shirazi-Beechey SP. 1993. Regulation of the ovine<br />
intestinal Na+-glucose co-transporter (SGLT-1) is<br />
dissociated from mRNA abundance. Biochem J. 291:<br />
435-440.<br />
Nocek JE. 1997. Bovine acidosis: Implications on<br />
laminitis. J Dairy Sci. 80: 1005-1028.<br />
Owens FN, Secrist DS, Hill JW ve Gill DR. 1998. Acidosis<br />
in cattle: A review. J Anim Sci. 76: 275-286.<br />
Russell RW, Gahr SA. 2000. Glucose availability and<br />
associated metabolism. “Ed. JPF D’Mello. Farm Animal<br />
Metabolism and Nutrition”, s. 121-147. Oxon, CAB<br />
International.<br />
Shirazi-Beechey SP. 1996. Intestinal sodium-dependent<br />
D-glucose co-transporter: dietary regulation. Proc Nutr<br />
Soc. 55: 167-178.<br />
Shirazi-Beechey SP, Hirayama BA, Wang Y, Scott D,<br />
Smith MW & Wright EM. 1991. Ontogenic development of<br />
lamb intestinal sodium-glucose co-transporter is regulated<br />
by diet. J Physiol. 437: 699-708.<br />
Smith RA. 1998. Impact of disease on feedlot<br />
performance: A review. J Anim Sci. 76: 272-274.<br />
Stümpel F, Scholtka B ve Jungermann K. 1997. A new<br />
role for enteric glucagon-37: acute stimulation of glucose<br />
absorption in rat small intestine. FEBS Lett. 410: 515-519.<br />
Stümpel F, Scholtka B ve Jungermann K. 2000.<br />
Stimulation by postal insulin of intestinal glucose<br />
absorption via hepatoenteral nerves and prostaglandin E2<br />
in the isolated, jointly perfused small intestine and liver of<br />
the rat. Ann NY Acad Sci. 915: 111-116.<br />
<br />
<br />
1Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü 17020 ÇanakkaleRUSTEM BAYRAM OGLUhttp://www.blogger.com/profile/14717989559050705971noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4579075721014937835.post-19022023704549975622010-07-28T13:32:00.000+03:002010-07-28T13:32:13.300+03:00ΕΚΔΟΣΕΙΣ ΑΘ. ΣΤΑΜΟΥΛΗΣ: Νεες Εκδοσεις - Ιατρικη<a href="http://www.stamoulis.gr/ViewShopCategoryMisc.aspx?Id=1421">ΕΚΔΟΣΕΙΣ ΑΘ. ΣΤΑΜΟΥΛΗΣ: Νεες Εκδοσεις - Ιατρικη</a>RUSTEM BAYRAM OGLUhttp://www.blogger.com/profile/14717989559050705971noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4579075721014937835.post-47137371585406966562010-06-22T19:41:00.000+03:002010-06-22T19:41:17.612+03:00SÜT SIĞIRLARINDA VERİM ÜZERİNE ETKİLİ BAZI İKLİMSEL STRES FAKTÖRLERİ<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjSCwec3Puhdg3W2oNfZFVT4SHnZ30Ay079ti6bDZenx5zCvkK2ArjTCdDyfIJu29li8jpKHsBxZDvx_mTshc0J2t1fSBgLEBR3QnwAZ6D721k1HSDjuOLqDgltW6h4rC0K9w_saw7w/s1600/imagesCAAGFPCG.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ru="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjSCwec3Puhdg3W2oNfZFVT4SHnZ30Ay079ti6bDZenx5zCvkK2ArjTCdDyfIJu29li8jpKHsBxZDvx_mTshc0J2t1fSBgLEBR3QnwAZ6D721k1HSDjuOLqDgltW6h4rC0K9w_saw7w/s320/imagesCAAGFPCG.jpg" /></a></div><br />
<br />
Savaş Atasever Hüseyin Erdem Ertuğrul Kul<br />
O.M.Ü. Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü, Samsun<br />
<br />
Özet:İklimsel çevre süt sığırlarında süt verimi, üreme performansı ve metabolizmayı olumsuz yönde etkileyebilen önemli<br />
bir faktördür. Yüksek verimli sığırlar besin madde tüketiminde ve meme bezlerine kan akışında büyük oranda azalmaya<br />
yol açan iklimsel stres koşullarına daha duyarlıdırlar. Özellikle yüksek sıcaklık ve bağıl nem, süt sığırlarında davranışsal<br />
ve fiziksel değişimlere yol açabilmektedir. Süt sığırları için optimum çevre koşulları; orta derecede solar radyasyon, 5-8<br />
km/saat rüzgar hızı, 13-18 oC sıcaklık ve %60-70 oransal nem olarak nitelendirilebilir.<br />
Bu makalede bazı yaygın iklimsel stres faktörleri, verim üzerine etkileri ve bu etkilerin önlenebilme olanakları üzerinde<br />
durulmuştur.<br />
<br />
Anahtar Kelimeler: İklimsel stres, verim, süt sığırı.<br />
<br />
Some Climatic Stress Factors Effective on Yield in Dairy Cows<br />
<br />
Abstract:The climatic environment is a major factor that can negatively effects milk production, reproductive<br />
performance and metabolism of dairy cows. High producing cows are more sensitive to climatic stres conditions that<br />
cause reducing a large amount of nutritient intake and a decreasing in blood flow to the mammary gland. Especially,<br />
high temperature and relative humidity can cause in behavioral and physical changes in dairy cows. Optimum<br />
environmental conditions for dairy cows can be qualified as moderate solar radiation, 5-8 km/h air velocity, the ambient<br />
temperature range of 13-18 oC and the relative humidity range of 60-70%.<br />
In this review, some prevalent climatic stress factors, their effects on yield and possibilities to prevent their intensity<br />
were discussed<br />
<br />
Key Words: Climatic stress, yield, dairy cow.<br />
<br />
1.GİRİŞ<br />
Hayvancılıktan elde edilen geliri ekonomik sınırlar<br />
içinde artırabilmek için, iklim etmenlerinin<br />
hayvancılıkla ilişkisini iyi anlamak ve<br />
<a name='more'></a><br />
değerlendirmek gerekir. İklim etmenlerinin<br />
hayvanlar üzerine olan etkileri araştırılırken, önce<br />
her biri ayrı ayrı ele alınmalı, sonra da bunların<br />
ortaklaşa etkileri üzerinde durulmalıdır. İklimsel<br />
faktörlerin verime etkilerinin yanında; hastalık,<br />
bakım ve besleme üzerine de dolaylı etkileri vardır.<br />
Bu etkiler, çeşitli hayvan türlerinde ve aynı tür<br />
içinde de değişik ırklarda farklı sonuçlar<br />
oluştururlar. Dünyanın bazı bölgelerinde bir iklim<br />
etmeni aşırı derecede etkili olurken, bazı<br />
bölgelerinde ise bu etki sınırlıdır. Bu nedenle, iklim<br />
etmenlerinin etkilerinden hayvanları korumak için<br />
alınması gereken önlemler farklıdır.<br />
<br />
2. SIĞIRLARDA YAYGIN STRES KAYNAKLARI<br />
<br />
Süt sığırı yetiştiriciliğinde ve süt üretiminde<br />
maksimum verimi elde etmeye etki eden fiziksel<br />
etmenlerinin en önemlilerinin başında, hava<br />
sıcaklığı ve oransal nem gelmektedir. Sığırlar için<br />
ideal sayılan iklim koşullarının dışına çıkıldığında<br />
belirli sınırlar dahilinde bu çevre koşulları tolere<br />
edilmektedir. Bu iklim etmenlerinin ekstrem<br />
durumlara doğru gitmesi durumunda, olumsuz<br />
koşullarda oluşacak stres ortamında etkilenmede<br />
hayvanın ırkı ve verim düzeyi önemli rol oynarken,<br />
bireysel farklılıklardan da söz etmek olasıdır (Öngel<br />
ve Özkütük, 2000 ). Hayvanların stres kaynaklarına<br />
karşı gösterdikleri direnç fizyolojik, metabolik<br />
<br />
endokrinolojik, immünolojik, davranışsal ve<br />
psikolojik açılardan büyük farklılıklar gösterir<br />
(Carpenter, 1998).<br />
<br />
Stres durumunda kortikosteroid salgılanmasındaki<br />
artış sonucu bağışıklık sistemi doğrudan<br />
etkilenmektedir. Kortikosteroidler; elektrolit - su<br />
dengesi, karbonhidrat, lipit ve protein<br />
metabolizması gibi vücut fonksiyonlarını etkilerken,<br />
lenf doku aktivasyonundaki azalma nedeniyle<br />
bağışıklık sistemi olumsuz yönde etkilenmekte<br />
olup, süt sığırı yetiştiricileri stres manejmanının,<br />
sağlıklı sürü tesisinin önemli bir parçası olduğunu<br />
iyice anlamak zorundadırlar (Quakenbusch, 1999).<br />
<br />
3. SIĞIRLARDA VÜCUT SICAKLIĞININ<br />
AYARLANMASI<br />
<br />
Süt sığırları sıcakkanlı (homoterm) hayvanlar olup,<br />
vücut sıcaklıkları geniş ölçüde çevre sıcaklığının<br />
etkisi dışındadır ve değişik çevre sıcaklıklarında<br />
vücut sıcaklıklarını ayarlayan bir yapıya sahiptirler.<br />
Belli bir zaman diliminde metabolik olarak üretilen<br />
ısı miktarı (M), çevreden kazanılan (G) ve çevreye<br />
yayılan (L) arasındaki dengeye bağlı olup; M+G=L’<br />
dir (Demirören, 2002). Vücut sıcaklığını ayarlayan<br />
düzen, hipotalamusta termostat gibi görev yapan<br />
bir ısı merkezi tarafından yönetilir. Bu merkezin<br />
önemli uyarıları, derideki sıcak ve soğuk sinir<br />
reseptörleri ile kan sıcaklığındaki değişmelerdir.<br />
Çevre sıcaklığı düştüğünde, derideki sinir<br />
reseptörleri ve kan sıcaklığının düşmesiyle ısı<br />
ayarlama merkezi uyarılır. Bu uyarmayla derideki<br />
kan sirkülasyonu azalarak radyasyon, kondüksiyon<br />
<br />
ve konveksiyon yoluyla oluşan ısı kaybının<br />
önlenmesine yardım eder. Buna karşın, oksidasyon<br />
yoluyla oluşan ısı üretimi artar. Ter bezlerinin<br />
sekresyonu tamamen durur ve böylece<br />
buharlaşmayla oluşan ısı kaybının önlenmesini<br />
sağlar.Sığırlar deride iyi gelişmiş ter bezlerine<br />
sahiptirler. Ancak bunların yoğunluğu, derinliği ve<br />
ısı yayımındaki etkinlikleri, ırklar ve aynı hayvanda<br />
da vücut bölgeleri arasında farklılık göstermektedir<br />
(Özkütük, 1990; Vercoe, 2003). Isı yükü arttığında<br />
ve vücut sıcaklığı artmaya başladığında derideki<br />
sinyaller hipotalamusa iletilir ve ter bezleri<br />
senkronizatör gibi aktif bir rol oynayarak, vücut<br />
sıcaklığının düzenlenmesi için çalışır. Bu durum<br />
yeterli olmazsa, soluma ve salya üretimi başlar<br />
(McDowell ve ark, 1976). Vercoe (2003), ısı artışı<br />
içindeki ineklerde vücut içi sıcaklığının yaklaşık<br />
%15’inin doğrudan solunum yoluyla vücuttan<br />
<br />
uzaklaştırıldığını; Berman ve ark. (1985) ise,<br />
laktasyondaki süt ineklerinin evaparasyonla<br />
yaydıkları maksimum su miktarının 1.5 kg/saat<br />
olduğunu bildirmektedirler.Finch (1986), ılıman<br />
ortamdan (15oC), sıcak ortama (>25oC)<br />
geçildiğinde; sığırların ısıyı solar radyasyon ve<br />
metabolik aktivite yoluyla kazandıklarını, kazanılan<br />
ısının toplam ısı miktarından fazla olması halinde<br />
<br />
vücut sıcaklığındaki artış nedeniyle hayvanın<br />
sıcaklık stresine girdiğini bildirmektedir. Diğer ısı<br />
aktarım yöntemleri ise kondüksiyon, konveksiyon<br />
ve radyasyondur (Spiers, 2003).<br />
<br />
4.TERMONÖTRAL (KONFOR) BÖLGE<br />
<br />
<br />
Günün her saati vücut sıcaklığının korunması için<br />
gerekli enerji miktarının sağlandığı çevre<br />
sıcaklıkları arası bölge termonötral bölge olarak<br />
bilinir. Bu bölgede vücut iç sıcaklığındaki değişimler<br />
minimumdur. Vücut sıcaklığını sabitlemek için<br />
metabolizmada değişimlerin meydana geldiği bölge<br />
“Termonötral Bölge” olarak tanımlanmakta olup; alt<br />
ve üst kritik sıcaklık bölgeleri arasındaki dereceler<br />
süt sığırları için –13.9 oC ve 27.2 oC arasındadır<br />
(Spiers, 2003). Hamada (1971); alt kritik sıcaklığın<br />
–16/–37 oC’ ye kadar inebildiğini; Berman ve ark.<br />
(1985) ise, üst kritik sıcaklığın 25/26oC olduğunu<br />
bildirmektedirler. Süt sığırlarının normal vücut<br />
sıcaklığı (rektal sıcaklık) 38.5-39.3 oC ve termal<br />
konfor sıcaklığı 5-25 oC olup (Gerrit-Rietveld,<br />
2003), vücut sıcaklığındaki 1oC ya da daha az<br />
meydana gelen artışlar bile dokuların bütünlüğü ve<br />
metabolizma üzerinde bozucu etki yapmakta,<br />
<br />
özellikle vücut proteinlerinin parçalanmasına ve<br />
verimde önemli azalmalara yol açmaktadır (Vercoe,<br />
2003). Bu gibi durumlarda terlemenin ve solunum<br />
sayısının arttığı, yem tüketiminin azaldığı, aşırı<br />
sıcaklıklarda ise organizmanın aldığı önlemlerin<br />
yetersizliği sonucu ölümün meydana geldiği<br />
bildirilmektedir (Akman ve Yener, 1997). Sıcaklık,<br />
konfor bölgenin alt sınırının altına inerse,<br />
organizmada vücut sıcaklığını korumaya yönelik<br />
önlemler başlamakta olup, bunların en önemlisi<br />
yem tüketimindeki artıştır. Böylece hayvan daha<br />
<br />
fazla enerji üretme şansına kavuşmuş olur. Çevre<br />
sıcaklığı daha düşük olursa verimler de<br />
azalmaktadır. Çünkü bir hayvanın yem tüketimi<br />
sınırsız değildir ve tüketilen yem hem verim, hem<br />
de vücut sıcaklığını korumak için gerek duyulan<br />
besin maddelerini karşılayamamaktadır. Sıcaklık<br />
düştükçe tüketilebilen yemin sağladığı enerji iyice<br />
yetersiz kalmakta ve vücut sıcaklığının<br />
korunamadığı noktaya ulaştığında ölüm<br />
gerçekleşmektedir. Konfor bölge; yaş, tür, ırk, yem<br />
tüketimi, rasyonun yapısı, aklimatizasyondan<br />
önceki bölgedeki sıcaklık durumu, verim, barınak<br />
koşulları, yalıtım dokuları (yağ ve deri) vedavranış<br />
özelliklerinden etkilenmektedir (Yousef, 1985).<br />
McArthur ve Clark (1998); konfor bölgenin,<br />
hayvandaki su-sıcaklık dengesiyle büyük ölçüde<br />
ilişkili olduğunu bildirmektedirler.<br />
<br />
5. YÜKSEK ÇEVRE SICAKLIĞININ ETKİLERİ<br />
<br />
Süt sığırlarında sıcaklık stresinin oluşumunu<br />
etkileyen başlıca etmenler şunlardır (West, 2001):<br />
<br />
Çevre koşulları<br />
Laktasyon dönemleri<br />
Serinletme manejmanı<br />
Egzersiz gereksinimi<br />
Irk<br />
Renk<br />
Verim düzeyi<br />
Yem tüketimi<br />
<br />
Hayvanların termal stres altındaki ilk belirgin<br />
tepkileri, yem tüketimindeki (Özkütük, 1990) ve<br />
bunun sonucunda, süt verimindeki düşmedir<br />
(Bucklin ve ark,1992). Günde 30 kg’dan fazla süt<br />
veren ineklerde 25oC’nin üzerinde iştah azalırken,<br />
30oC’nin üzerinde yem tüketiminde belirgin bir<br />
düşme gözlenmekte, 40oC’nin üzerinde ise<br />
tamamen durmaktadır (Özhan ve ark, 2001).<br />
Berman ve ark. (1985) ile McGuire ve ark. (1991),<br />
süt sığırlarında hava sıcaklığının 26oC’nin üzerine<br />
çıkmasıyla KM tüketiminin azaldığını; McGuire ve<br />
ark.(1991), yem tüketiminin 30oC’de konfor<br />
bölgedekilere göre %90’a , 32oC’de %75’e, 40oC’de<br />
ise %67’ye düştüğünü bildirmektedirler<br />
<br />
Sıcaklığın yem tüketimini azaltmasında 3 etmenin<br />
rolü vardır<br />
<br />
a) Sıcaklığı ayarlayan merkezlerin doğrudan<br />
regülasyonu,<br />
b) Yüksek solunum oranının yem yemeyi<br />
engellemesi,<br />
c) Davranışta meydana gelen değişmelerle ısı<br />
üretiminin düşmesi ya da gölge arama şeklinde<br />
hayvanların yem kaynaklarından uzaklaşması<br />
(Özhan ve ark, 2001<br />
<br />
Yüksek verimli hayvanlar daha fazla metabolik<br />
aktiviteye sahiptirler ve daha fazla ısı ürettikleri için<br />
yüksek sıcaklık stresinden daha fazla<br />
etkilenmektedir (Jones ve Stallings, 1999). Vücut<br />
içi sıcaklığının artışıyla deriye daha fazla kan<br />
akmakta, solunum ve terleme oranları yükselmekte<br />
<br />
ve hayvan uzanma yerine ayakta durmayı tercih<br />
etmektir. Deriye doğru kan akışı artarken; meme<br />
bezlerine kan akışının azalması, vücut içi dokulara<br />
kan akışının azalmasına neden olmaktadır.<br />
Solunum oranındaki artış ile kan bikarbonat<br />
düzeylerindeki azalma, salyanın tamponlayıcı<br />
özelliğinin azalması sonunda solunum alkolosisine<br />
yol açmaktadır (Goings, 2003). Çevre sıcaklığı<br />
vücut sıcaklığının düzeyine geldiğinde, vücuttan ısı<br />
atma yollarından akla gelen radyasyon,<br />
kondüksiyon ve konveksiyon işlemez hale gelir.<br />
<br />
Geriye yalnızca buharlaşma yolu ile ısı atma<br />
olanağı kalır. Bu durumda kaba yem tüketiminde ve<br />
geviş getirmede büyük çapta azalmalar meydana<br />
gelir. Kaba yem tüketimindeki azalma ise, uçucu<br />
yağ asitlerinin üretiminde azalmaya ve asetatpropiyat<br />
oranın değişmesine neden olur. Sıcaklık<br />
stresi devam ettiği sürece rumen pH’ sı azalır,<br />
rumen su içeriği yükselir, buna bağlı olarak rumen<br />
sıvısının osmotik basıncı düşer. Sıcak stresinde<br />
olan inekte rumen sıvısında elektrolit<br />
konsantrasyonu (özellikle K ve Na) azalır. Na ve<br />
K’daki azalma, idrarla Na kaybına ve deri K<br />
kaybına neden olduğu gibi, plazmada aldesteron<br />
miktarının azalmasına ve prolaktin düzeyinin<br />
çoğalmasına neden olur (Özhan ve ark, 2001).<br />
<br />
Metabolizmadaki bu değişimler nedeniyle enerji<br />
gereksinimi %7-25, su tüketimi 1/3 arasında<br />
artarken, yem tüketimi azalır. Enerji gereksinimi<br />
karşılansa bile gastrointestinal aktivitedeki<br />
değişimler nedeniyle uçucu yağ asitleri üretimi<br />
azalmaktadır (Goings, 2003). Chase ve Sniffen<br />
(1988), süt sığırlarında çevre sıcaklığının 24-26oC<br />
yi geçtiğinde yem tüketiminde azalma ve süt<br />
veriminde ani düşüş olduğunu, benzer şekilde<br />
Keown ve Grant (1997), çevre sıcaklığı 25-26oC ‘yi<br />
geçtiğinde yem tüketiminde azalma ve süt<br />
veriminde düşme, 32oC’yi geçtiğinde ise süt<br />
veriminde %3-20 oranında azalma olduğunu<br />
belirlemişlerdir. Harris (1992) ile Özhan ve ark.<br />
(2001), günlük ortalama çevre sıcaklığı 24oC’ye<br />
ulaştığında süt sığırlarında sıcaklık stresi nedeniyle<br />
süt veriminde düşüş meydana gelmeye başladığını<br />
bildirmektedirler. Schneider ve ark.(1988)’nın<br />
yaptığı çalışmada sıcaklık stresindeki süt sığırları,<br />
uygun çevre sıcaklığındaki süt ineklerine göre daha<br />
az yem (13.6 kg/gün -18.4 kg/gün) daha fazla su<br />
tüketmiş (86.0 lt/gün - 81.9 lt/gün), buna karşın<br />
daha az süt üretmişlerdir (16.5 kg/gün –20.0<br />
kg/gün). Yüksek sıcaklık stresi ayrıca sütün<br />
bileşimini de etkilemektedir (Summer ve ark, 2003).<br />
<br />
Sıcaklığın 27oC’nin üzerine çıkması durumunda<br />
Holstein ineklerde yağ verimleri azalmakta; rektal<br />
sıcaklığın 1oC veya daha fazla artıran ısı yükü süt<br />
yağı karakteristiklerini değiştirmekte, özellikle<br />
düşük-bağlı yağ asitleri içeriğinde düşme meydana<br />
getirirken, palmitik ve stearik asitleri artırmaktadır.<br />
Bu durum, sütün peynire işlenmesi için kalitesini<br />
de olumsuz etkilemektedir (Özkütük, 1990).<br />
<br />
Sıcağa duyarlılık bakımından türler arasında<br />
olduğu gibi aynı tür içinde de farklılıklar<br />
bulunmaktadır. Bos taurus sığırlar, tropik ve<br />
subtropik sıcak ve nemli iklim koşullarına Bos<br />
indicus ve Zebu’ lara göre daha az dayanıklıdırlar<br />
(Yousuf, 1985; Finch 1986). Irklar arasında da<br />
farklılık bulunmakta olup örneğin Jersey’ler<br />
Holstein’lere göre daha dayanıklıdırlar (Sharma ve<br />
ark 1983). Bunda vücut sıcaklığını etkileyen bir<br />
faktör olan cüssenin etkisi söz konusu olmaktadır<br />
(Kadzare ve ark, 2002).<br />
<br />
Süt sığırlarının yüksek çevre sıcaklığına<br />
gösterdikleri tepkinin en belirgin işareti solunum<br />
sayısının artmasıdır (Marquis, 2001). Yüksek çevre<br />
sıcaklıklarında hayvanların solunum sayısında<br />
başlangıçta hızlı bir artış, sonra da yavaş bir<br />
düşme görülür. Buna karşın solunum derinliğinde<br />
artış gözlenir (Epperson ve Zalesky, 1995; Smith,<br />
1996). Solunum frekansının, ortam sıcaklığının<br />
25oC’nin üzerine çıkışıyla birlikte, dakikada 50 -<br />
60’dan fazla olduğu (Berman ve ark, 1985), giderek<br />
dakikada 100’ün üzerine çıktığı ve hayvanın soluk<br />
alabilmek için başını yukarıda tuttuğu<br />
bildirilmektedir (Mader ve ark., 2000). Buna karşın<br />
sığırların yüksek sıcaklık stresi koşullarında kalp<br />
atışı hızları azalmaktadır. Singh ve Newton (1978),<br />
2-3 aylık yaştaki B. taurus buzağılarda sıcaklıklar<br />
%50 bağıl nemde 18oC’ den 40.5oC’ ye çıktığında<br />
kalp atış hızlarının azaldığını, bu durumun yüksek<br />
çevre sıcaklığında fazla ısı üretiminin<br />
engellenmesine yönelik bir eylem olduğunu<br />
bildirmektedirler. Muller ve Botha (1993) Güney<br />
Afrika’da yaz sıcaklığı koşullarında Holstein<br />
Friesian ve Jersey ineklerinin vücut tepkilerini<br />
ölçmüş ve Holstein Friesian’larda 15:00 ve 17:00<br />
saatlerinde yapılan ölçümlerde kalp atış hızlarını<br />
daha yüksek olarak belirlemişlerdir. Hunke ve<br />
Monty (1976) ise, doğum sonrası serin hava<br />
koşullarında Holstein Fresian ırkı ineklerde kalp<br />
atış hızını 74.5 minimum ve 79.2 maksimum<br />
olarak, doğum sonrası dönemde ise 92.3 minimum,<br />
98.5 maksimum olarak saptamışlardır.<br />
Araştırmacılara göre serin havalarda plasentaya<br />
kan akış hızı artmıştır.<br />
Yüksek çevre sıcaklığının üreme üzerinde de<br />
olumsuz etkileri bulunmakta olup, bu etkiler şöyle<br />
sıralanabilir:<br />
<br />
Erken embriyonik ölümler ve düşük canlı ağırlığa<br />
sahip buzağılar (Smith ve ark.,1998; Shannon,<br />
2001).<br />
• Döl tutmada başarısızlık, estrus döngüsünde<br />
aksamalar (Smith ve ark.,1998).<br />
• Üreme etkenliğinde düşme (Özkütük, 1990).<br />
• Servis periyodu, buzağılama aralığı ve<br />
buzağılama ile ilk tohumlama arası sürelerde<br />
uzama (Soydan, 2002).<br />
• Döl yatağının işlevinde ve hormonal<br />
fonksiyonlarda aksama (Shannon, 2001; West,<br />
2001).<br />
• Semen kalitesi ve miktarında azalma (O’connor,<br />
1998).<br />
<br />
6. DÜŞÜK SICAKLIĞIN ETKİSİ<br />
<br />
Sıcak stresi ile karşılaştırıldığında, soğuk stresi ile<br />
ilgili araştırma sayısının oldukça sınırlı olduğu<br />
görülür. Ayrıca soğuk stresi ile ilgili araştırmalar süt<br />
sığırlarından çok et sığırlarına özgüdür. İneğin<br />
soğuk havadan etkilenme düzeyi; barınak içi<br />
şartlar, yaş, laktasyon dönemi, beslenme, termal<br />
aklimatizasyon, kıl örtüsü ve davranış gibi<br />
etmenlere bağlıdır (Armstrong ve Hillman, 1999).<br />
Süt sığırlarında verim, genelde soğuk havalardan<br />
etkilenmemekte olup (Tyson, 2003); ani ve tekrarlı<br />
düşmeler olmadıkça –18oC ve daha düşük<br />
sıcaklıklar sığırların sağlığı, verimi ve yemden<br />
yararlanmaları üzerinde önemli bir değişiklik<br />
yapmaz. Genellikle süt sığırlarında süt veriminin<br />
düşmeye başladığı düşük sıcaklık; Jerseyırkında –<br />
1,1oC, Holstein ve Brown Swiss ırkı sığırlarda –<br />
12oC dolaylarındadır. Hatta bağıl nemin fazla<br />
yüksek olmaması koşuluyla –16oC‘e kadar olan<br />
düşük sıcaklıklar Holstein ırkı sığırlarda süt verimi<br />
üzerine etkili olmamaktadır. Sığırlar için en düşük<br />
kritik sıcaklık –30oC olarak kabul edilebilirse de,<br />
çok düşük sıcaklıklarda verim olumsuz yönde<br />
etkilenmektedir. Çünkü çok düşük sıcaklıklarda<br />
yemden sağlanan enerjinin büyük bir bölümünün,<br />
vücuttan kaybolan ısının karşılanmasında<br />
kullanılmasından dolayı üretim için kullanılmaması,<br />
süt sığırlarında süt veriminin, besi sığırlarında ise<br />
canlı ağırlık artışının azalmasına yol açmaktadır<br />
(Ekmekyapar, 1991). Armstong ve Hillman<br />
(1999)’ın bildirdiğine göre, yem tüketim isteği,<br />
ortam sıcaklığı ile ters yönde ilişkili olup, soğuk<br />
koşullarda yem tüketimi artmaktadır. Buna karşın,<br />
ortam sıcaklığının hayvanın konfor bölge<br />
sıcaklığından 1oC düşüşü ile hayvanın sindirim<br />
yeteneği %0.2 düzeyinde azalmaktadır.Soğuk<br />
çevre koşullarında süt veriminde oluşan kayıplar<br />
üzerinde;<br />
<br />
a) Beslenme düzeyi<br />
b) Rüzgar hızı<br />
c) Radyasyon, nem ve yağış<br />
d) Altlık tipi<br />
e) Soğuğun şiddeti<br />
f) Soğuğun süresi<br />
g) Irk<br />
h) Mevsim etkili olmaktadır (Armstrong ve Hillman,<br />
1999).<br />
<br />
Soğuk stresinin bulunduğu bölgelerde barınak<br />
seçimi ve çevre modifikasyonu uygulamaları<br />
hayvanı ölüm gibi ciddi durumlardan korumak ve<br />
performanslarını artırmaya yönelik düşünceleri de<br />
birlikte getirmektedir. Sığırlar soğuk ve rüzgarlı<br />
havalarda kalabalık halde bulunma eğiliminde olup,<br />
bu durum vücut sıcaklıklarını koruma<br />
gereksinimlerinden kaynaklanmaktadır. Rüzgar<br />
kırıcılar ve kısmen kapalı barınaklar, süt<br />
sığırlarında soğuk havalarda birer sigorta görevi<br />
yaparlar. Gölgeliklerin sıcak havalarda solar<br />
radyasyondan korunmayı sağlamasının yanında,<br />
soğuk havalarda özellikle gece oluşan ısı kaybını<br />
<br />
önleyici yararları da bulunmaktadır (Hillman ve ark.,<br />
1996). Düşük çevre sıcaklıklarında hayvanlar kendi<br />
vücut sıcaklıklarını iyi bir vücut örtüsüne sahip<br />
olmakla, vücut örtüsünü ürperterek, vücut alanını<br />
küçülterek, solunum frekansını ve derinin üst<br />
katmanlarının kanla beslenmesini azaltarak<br />
durağan tutmaya çalışırlar (Mutaf ve Sönmez,<br />
1984). Soğuk stresi genellikle sıcak stresinden<br />
daha az süreli olsa da, rüzgar ve nem bu dönemde<br />
söz konusuysa, sıcaklık stresine göre daha<br />
olumsuz etki oluşturmaktadır (Armstrong ve<br />
Hillman, 1999)<br />
<br />
Bu verilerin ışığında, Türkiye’nin hemen her<br />
bölgesinde sığırlar için soğuğun sorun olmadığı,<br />
aksine bazı bölgelerde sıcaklığın problem olarak<br />
görülmesi gerektiği açıktır. Barınak seçiminde bu<br />
durum mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır.<br />
Deneysel çalışmalar, verimlerinde bir düşme<br />
olmaksızın, sığırların kış aylarını Erzurum<br />
koşullarında bile üç tarafı ve üstü kapalı<br />
sundurmalarda geçirebildiğini göstermiştir (Akman<br />
ve Yener, 1997).<br />
<br />
7. NEMİN ETKİSİ<br />
<br />
Havadaki nem oranının çok yüksek ya da çok<br />
düşük olması, çiftlik hayvanlarını olumsuz yönde<br />
etkilemektedir. Yüksek nem oranının olumsuz etkisi<br />
yüksek sıcaklıkla birlikte daha da artmaktadır.<br />
Örneğin 29oC hava sıcaklığında bağıl nem oranı<br />
%44 olduğunda Holstein ineklerinin süt<br />
verimlerinde %3, aynı sıcaklıkta bağıl nem oranı<br />
%90 olduğunda ise süt verimlerinde %31 oranında<br />
düşme meydana gelmektedir (Mutaf ve<br />
Sönmez,1984). Nem %30, sıcaklık 32ºC olduğunda<br />
orta derecede stres varken, nem >%80; sıcaklık<br />
24-27ºC olduğunda aynı stres düzeyine<br />
ulaşılmaktadır. Çok kuru ortamda (%10 - 20<br />
nemde) inekler sıcaklık stresinin etkisini 26.6ºC’lik<br />
ortam sıcağına dek hissetmezler. Ancak nem<br />
%75’in üzerine çıktığında (çok nemli ortamda )<br />
sıcaklık stresi 21’ºC ‘de başlamaktadır (Linn ve<br />
Raeth-Knight, 2002). 32ºC / %100 nem ile 38ºC /<br />
%60 nemin aşılmasıyla oluşan aşırı stres<br />
durumunda; ağzı açık soluma, vücut sıcaklığında<br />
artış ve süt veriminde %25 azalma meydana<br />
gelmektedir (Jones ve Stallings, 1999). Sığırlar için<br />
çevre sıcaklığına bağlı olarak olumsuz etki<br />
yapmayan yüksek bağıl nem sınırları Çizelge 2’de<br />
görülmekte olup, optimal çevre sıcaklıklarında (13-<br />
18 ºC’de) %60-70 dolayındaki nem , süt sığırları<br />
için ideal kabul edilmektedir (Özkütük ve<br />
Göncü,1999).<br />
<br />
8.HAVA HAREKETİ<br />
<br />
Sığırlarda deri yüzeyi nemli olduğu zaman, hava<br />
hareket hızının artışı evaporasyon yoluyla ısı<br />
kaybına yardımcı olmakta, deri yeterince nemli<br />
olmadığı zaman etkisi sınırlı olmaktadır. Ilıman<br />
iklimlerde hava hareket hızı arttıkça ısı kaybı da<br />
artmaktadır. Yüksek sıcaklık seviyelerinde (29oC ve<br />
üzerinde) bunun tersi geçerlidir.<br />
<br />
Hava hareketi, kondüksiyon ve konveksiyon yolu ile<br />
hayvanlardan ısı kaybına yol açarken, örneğin<br />
tropik Muson rüzgarlarının estiği bölgelerde şiddetli<br />
yağışlar hızlı hava hareketi, toz, rüzgarın günlerce<br />
esmesi gibi bazı ek psikolojik etkiler de hesaba<br />
katılmalıdır. Böyle durumlarda hayvanlar, otlamayı<br />
bırakarak ortada toplanmaya çalışmaktadırlar.<br />
<br />
Yapılan bir denemede esintili yağmur sırasında<br />
açıkta otlayan ve örtülü bir yer sağlanmayan<br />
ineklerin otlamaya devam ettikleri; buna karşın üç<br />
tarafı örtülü bir barınak sağlanan ineklerin çatı<br />
altına kaçarak otlamayı günde % 50 azalttıkları<br />
belirlenmiştir (Özkütük, 1990). Hava hareketinin<br />
engellenmesi, evaporasyon ve konveksiyon ile<br />
oluşan ısı kaybını azaltmakta ve gölgeliğin etkisini<br />
sıfıra düşürmektedir. Düşük hava hareket hızı,<br />
hayvanların kendilerini rahat hissetmeleri açısından<br />
çok önemli etkiye sahip olup, bu derece düşük<br />
hızın ölçümü de o derece zor ve pahalıdır. Rüzgar<br />
hızının 8-10 km/saat olması durumunda önemli bir<br />
problem oluşmazken, 30 km/saat’i geçtikten sonra<br />
kuru-sıcak ve sıcak-nemli bölgelerde önlem<br />
alınması düşünülmelidir. Topografyanın etkisinin<br />
bilinmesi, kurulacak olan hayvan barınaklarının<br />
yerleşim yönünden belirlenmesinde yardımcı<br />
olacaktır. Gün içinde zaman ve mevsime göre<br />
rüzgarın farklı esmesi söz konusu olduğuna göre,<br />
hayvanların gece ve gündüz meraya çıkarılmaları<br />
durumunda tepe ve vadilerden hangisinde otlaması<br />
gerektiği ortaya çıkmaktadır.<br />
<br />
9. YAĞIŞIN ETKİSİ<br />
<br />
Yağışın çiftlik hayvanlarına doğrudan etkisi<br />
bulunmaktadır. Evaporasyon yolu ile ısı yayımına<br />
yararı olmasına karşın, yem tüketimi ve sağlık<br />
bakımından önemli derecede sorun<br />
oluşturulabilmektedir. Hayvanlar yağmurun fiziksel<br />
<br />
etkisine karşı büyük tepki gösterirler. Otlamayı<br />
bırakır ve ayakta hareketsiz kalırlar veya ağaç altı<br />
gibi yerlere gidebilirler. Bu durum özellikle<br />
yağmurun rüzgar ile savrularak yağdığı zaman söz<br />
konusu olup, yağan yağmur sonrası mera yaş ise<br />
yem alımı normalin biraz altına inebilmektedir<br />
<br />
Sıcak bir ortamda yağan bir yağmur veya hayvanın<br />
kıl örtüsü üzerinde kalan su buharlaşarak, ısı<br />
dengesini oluşturmada yararlı olur. Bu soğutmanın<br />
düzeyi, suyun kıl örtüsüne nüfuz etme oranı ile kıl<br />
örtüsü kalınlığına bağlıdır. Yağış çok şiddetli<br />
olmadıkça kıl örtüsü, yağmurun geçiş hızını azaltır.<br />
Uzun kıllar da geçiş hızını azaltıcı etki yapmakta<br />
olup, örneğin Asya’daki Yak sığırları ile<br />
İngiltere’deki Highland sığırlarının kılları kiremit<br />
dizilişi şeklindedir. Alttaki kılların üstünde daha<br />
uzun olanlar bulunduğundan, suyun akıp gitmesini<br />
kolaylaştırmaktadır<br />
<br />
10. IŞIK<br />
<br />
Güneşin doğuşundan batışına kadar geçen süre<br />
olarak tanımlanan fotoperiyot (ışıklama süresi)<br />
bitkiler için kritik olup hayvanın performansı<br />
üzerinde doğrudan etkilidir. Fotoperiyottan en fazla<br />
koyunların etkilenmesine karşın, Avusturya’da<br />
yapılan denemelerde sığırlarda kıl örtüsü büyümesi<br />
ve dökülmesi üzerine etkili olduğu belirlenmiştir<br />
(Özkütük, 1990). Ilıman iklim sığırları tropik bölgeye<br />
götürüldüklerinde, fotoperiyottaki varyasyonun<br />
azlığı nedeniyle kıl örtüsü uyarılmamakta, ilerleyen<br />
dejenerasyon sonucunda ölüm görülebilmektedir.<br />
<br />
Fotoperiyot’a ek olarak bulutlanma derecesi ve<br />
süresinin sıcak iklimdeki hayvanlar üzerine<br />
doğrudan ve dolaylı etkileri bulunmakta olup,<br />
bulutlanma solar radyasyonu önlemekte yardımcı<br />
bir etki oluşturarak, hayvanların stresli periyotlarını<br />
azaltmaktadır<br />
<br />
12. ATMOSFER BASINCI VE RAKIM<br />
<br />
Yükseklik artışı ile birlikte havanın sıcaklığında,<br />
neminde ve basıncında düşüş, hava hızında ise<br />
artış olmaktadır. Her 100 m yükseklik artışında<br />
hava sıcaklığı 1oC düşer. Oksijenin kısmi<br />
basıncında ve dolayısıyla havanın statik<br />
basıncında da yükseklik artışına bağlı olarak<br />
azalma olur. Rüzgar, yağış miktarı ve kar oranı da<br />
yükseklerde alçaklara oranla daha fazladır. Çevre<br />
sıcaklığının düşmesi, kuru veya duyulur ısı kaybını<br />
artırırken, rüzgar hızının artışı ve havanın daha<br />
kuru oluşu çiftlik hayvanlarını kuru ya da duyulur<br />
(radyasyon, kondüksiyon, konveksiyon) veya ıslak<br />
ya da gizli (buharlaşma) ısı kayıplarını artırır.<br />
Yükseklik artışına paralel olarak hava basıncında<br />
ve oksijenin kısmi basıncında düşmelerin olması<br />
da, çiftlik hayvanlarını etkilemekte olup,<br />
<br />
yükseklerde sığırların solunum derinlikleri ve kalp<br />
atışları artarken kanın yapısında değişmeler<br />
meydana gelmektedir (Mutaf ve Sönmez, 1984).<br />
<br />
Aynı yazarlar, solunum sayısının artmasıyla birlikte<br />
ineklerin 1000 m yükseklikte deniz yüzeyinde<br />
bulunanlara oranla günde 2200 lt daha fazla<br />
oksijene gereksinim duyduklarını bildirmektedirler.<br />
Bu değer Alpler’deki ineklerde 4000 lt/gün O2’e<br />
kadar çıkmaktadır. Hayvanların düşük rakımdan<br />
yüksek rakıma çıkmaları çoğunlukla sorun olmakla<br />
birlikte, bunun tersi de geçerli olup aynı şekilde<br />
problemler ortaya çıkmaktadır. Ani yükseklik<br />
değişmeleri sonunda Brisket (yüksek dağ hastalığı)<br />
sıkça görülmektedir. Atmosfer basıncının düşmesi,<br />
hayvanların fırtınanın geleceğini hissetmelerine ve<br />
davranışsal değişimlere yol açmaktadır<br />
<br />
Biyolojik araştırmalarda atmosfer basıncına göre<br />
ayarlama yapmak yaygın bir uygulamadır ve bugün<br />
atmosferik basınç, en çok meteorolojik tahminlerin<br />
yapılmasında kullanılmaktadır. Basınç<br />
değişimlerinin hayvanın performansı üzerine etkisi<br />
sınırlıysa da bu konu üzerinde yeni çalışmalara<br />
gereksinim duyulmaktadır<br />
<br />
12. iKLiMSEL STRES ETMENLERiNiN DENETiMi<br />
<br />
Ilıman iklime sahip bölgelerde hayvanlar için<br />
optimum çevre koşullarını sağlamak oldukça<br />
kolaydır. Ancak, kışın sıcaklığın sıfırın çok altına<br />
düştüğü bağıl nemin çok yüksek olduğu ya da<br />
yazın sıcaklığın 30oC’nin üzerinde bağıl nemin<br />
%35-40’nın altına düştüğü bölgelerde güçlükler<br />
ortaya çıkar. Böyle durumlarda barınaklarda ısıtma<br />
-soğutma düzeni ve yeterli yalıtım ile istenen<br />
sıcaklık ve bağıl nem sınırları sağlanabilir. Soğuk<br />
bölgelerde hayvanların vücutlarından ısı kayıplarını<br />
önleyici, sıcak bölgelerde de hayvanların<br />
vücutlarından ısı yayımlarını artırıcı önlemler<br />
üzerinde durulmalıdır.<br />
<br />
Süt sığırları için stres oluşturabilen ekstrem iklim<br />
koşullarının denetimi için yapılabilecek öneriler<br />
şunlardır:<br />
<br />
Evaporatif soğutma: Sıcak havalarda çatılar<br />
ıslatılarak duş, yağmurlama ve fan tesisatı olanağı<br />
sağlanmalıdır.<br />
<br />
Yemliklerin üzerine gölgelik temini: İneklerin<br />
yemliklerde daha çok kalarak daha fazla yem<br />
tüketmeleri sağlanmalıdır.<br />
<br />
Yemleme saatlerinin değiştirilmesi: Sıcak iklim<br />
bölgelerinde yemlemenin önemli kısmının sabah 4-<br />
6, akşam 21-23 saatlerine çekilmesi önerilebilir.<br />
Ahır temizliği, uygun hava sirkülasyonu ve kuru<br />
zemin temini: Bulaşıcı patojenler ve<br />
mikroorganizmalar için uygun ortam oluşumunun<br />
önlenmesi için barınak içi temizliğine önem<br />
verilerek,uygun hava akımı ve kuru bir zemin<br />
sağlanmalıdır.<br />
<br />
Uygun rasyon: Artan enerji açığının yağ ilavesi ile<br />
kapatılmalı, soğuk havalarda kesif yem oranının<br />
artırılmalı, sıcak havalarda da verilen kaba yemin<br />
kolay sindirilebilir ve kaliteli olmasına özen<br />
gösterilmeli, rasyonlar vitamin ve mineral<br />
bakımından desteklenmelidir.<br />
Kaba yemlerin ıslatılarak verilmesi: Kaba yem<br />
tüketimi düşerse sığıra verilen kaba yemlere bir<br />
miktar su ilavesi, yem tüketiminde artışa sebep<br />
olur. Silaj veriliyorsa biraz daha sulandırılarak,<br />
saman ve kuru ot veriliyorsa ıslatılarak verilmesi<br />
yeterlidir.<br />
Soğuk su temini: Verilen suyun kışın donması,<br />
yazın ise ısınması önlenmeli, 10 ºC düzeyinde<br />
olması sağlanmalıdır.<br />
<br />
Bazı Yem Katkı Maddeleri Kullanımı: Canlı<br />
maya, niasin ve fungus gibi yem katkı maddelerinin<br />
kullanımı ile stresin etkisi azaltıldığı gibi, süt<br />
veriminde de artış sağlanabilir.<br />
Yapılan tüm çalışmalar sıcak yaz aylarında<br />
alınabilecek bazı önlemlerle süt sığırlarının yüksek<br />
verim düzeylerinin korunmasının mümkün<br />
olduğunu göstermektedir. Ancak süt sığırlarının ani<br />
değişikliklere çok duyarlı olmaları nedeniyle, sürü<br />
idaresinde bir değişiklik yapılacaksa yavaş, dikkatli<br />
ve mutlaka bir araştırma programı ile<br />
gerçekleştirilmesi gereklidir<br />
<br />
13. SONUÇ<br />
<br />
Süt sığırlarından beklenen verim ancak onlara<br />
optimum çevre koşullarının sağlanmasıyla olasıdır.<br />
Süt sığırları için en uygun çevre koşulları 13-<br />
18oC’lik çevre sıcaklığı, %60-70 oransal nem, orta<br />
derecede solar radyasyon ve saatte 5-8 km’lik<br />
rüzgar hızı olarak nitelenebilir.<br />
Stres kaynağı olarak gösterilebilecek en önemli<br />
iklimsel faktörler ise sıcaklık ve oransal nem olup<br />
bu iki bileşenin birbirine göre durumu sığırlar<br />
üzerinde farklı etkilere neden olmaktadır. Havadaki<br />
nem ne kadar yüksek olursa, vücut ısısının<br />
dengelenmesi de o kadar zor olmaktadır. Çevre<br />
koşullarının olumsuz etkileri entansif üretim<br />
koşullarında özellikle yüksek verimli hayvanlarda<br />
daha fazla önem taşımaktadır. Hayvancılıkta<br />
verimliliğin artması için çoğu kez ıslah ve beslenme<br />
üzerinde durulmakta, barınaklarda çevre denetimi<br />
ise genellikle ikinci plana bırakılmaktadır. Oysa<br />
verim yeteneği yüksek ve beslenme durumu yeterli<br />
olan süt sağırlarında çevre denetimi yeterli değilse,<br />
istenen verim düzeyine ulaşılamamaktadır. Bu<br />
nedenle bir yandan işletmelerdeki iklimsel stres<br />
faktörlerinin etkilerini azaltacak önlemler alınırken,<br />
diğer yandan da bu konudaki yetersiz sayıdaki<br />
araştırmaların arttırılmasının bir zorunluluk olduğu<br />
unutulmamalıdır.<br />
<br />
<br />
<br />
14. KAYNAKLAR<br />
<br />
Akman, N., Yener, S.M., 1997. Sığır Yetiştiriciliği. “Ed. M.<br />
Ertuğrul, Hayvan Yetiştirme (Yetiştiricilik) 2. Baskı”. s.81-<br />
144, Ankara<br />
Armstrong, D.V., Hillman, P.E., 1999. Effect of cold stress<br />
on dairy cattle performance. http://ansci.colostate.edu/<br />
ran/dairy/armstrong. htm<br />
Berman, A., Folman, Y.M., Kaim, M., Mamen, Z., Herz,<br />
D., Wolfenson, A., Graber, Y. 1985. Upper critical<br />
temperatures and forced ventilation effects for high -<br />
Süt Sığırlarında İklimsel Stres<br />
215<br />
yielding dairy cows in a tropical climate. J.Dairy Sci<br />
(68):488-495.<br />
Bucklin, R.A., Bray, D.R., Bray, D.R., Beede, D.K., 1992.<br />
Methods to relieve heat stress for Florida dairies.<br />
Cooperative Extension Service. Circular 782. University of<br />
Florida.<br />
Carpenter,J.R., 1998. Complexityofan animal’s<br />
environment and its stressors. http.//www.hawaii.edu/<br />
ansc/News/95summer/envstres.htm.<br />
Chase, L.E., Sniffen, C.J., 1988. Feeding and managing<br />
dairy cows during hot weather. http://www.inform.umd.<br />
edu/Edres/Topic/Agric.Eng.<br />
Demirören, E., 2002. Hayvan Davranışları (1.Basım).<br />
E.Ü.Z.F. Yayınları No:547, İzmir.<br />
Ekmekyapar, T., 1991. Hayvan barınaklarında çevre<br />
koşullarının düzenlenmesi. Atatürk Üniversitesi Yay.<br />
No:698, Zir. Fak. Yay. No:306, Erzurum.<br />
Epperson, B., Zalesky, D., 1995. Effects of high heat and<br />
humidity on reproduction in cattle. Extension Extra 2018.<br />
Cooperative Extension Service.College of Agriculture &<br />
Biological Sciences. South Dakota University.<br />
Finch, V.A., 1986. Body temperature in beef cattle: its<br />
control and relevance to production in the tropics. J.<br />
Anim. Sci.(62).531-542.<br />
Gerrit-Rietveld, V.T., 2003. Heat stress in dairy cattle.<br />
http://www.gov.on.ca/OMAFRA/english/livestock/dairy/fac<br />
ts/info_heatstress.htm<br />
Goings, R.,2003. Heat stress also affects dry cows.<br />
http://www.vigortone.com/ heat_stress _article.htm.<br />
Hamada, T., 1971. Estimation of lower critical<br />
temperatures for dry and lactacing dairy cows. J.Dairy<br />
Sci. 54:1704-1705.<br />
Harris, B.J., 1992. Feeding and managing cows in warm<br />
weather. http://hammock.ifas.ufl.edu/txt/fairs/2939<br />
Hillman, P.E., Gebremedhin, K.G., Donald, E.J., 1996.<br />
Effect of heat loss to cold clear skies on daily weight<br />
gains of cattle in winter feedlots. ASAE Annual Meeting,<br />
Paper no:964120 (July 14-18). St. Joseph MI 4905-9659.<br />
USA.<br />
Hunke, M.R., Monty, Jr.D.E., 1976. Physiologic<br />
responses of preparturient and postparturient Holstein-<br />
Fresian cows to summer heat stress in Arizona. Am. J.<br />
Vet. Res. (37):1301-1304.<br />
Jones, G.M., Stallings, C.C., 1999. Reducing heat stress<br />
for dairy cattle. Virgina Cooperative Extention. Publication<br />
Number 404-200. Virginia Polytechnic Institute and State<br />
Universty.<br />
Kadzare, C.T., Murphy, M.R., Silanikove, N., Maltz, E.,<br />
2002. Heat stress in lactating dairy cows: a review.<br />
Livestock Production Sci. 77:59-91.<br />
Keown, F.J., Grant, R.G.,1997. How to reduce heat stress<br />
in dairy cattle. http://www. unl.edu/IANR/PUBS/extnpubs/<br />
dairy/1063 html.<br />
Linn, J., Raeth- Knight, M.,2002. Managing heat stressed<br />
lactating dairy cows. http://hubbardfeeds.com/nmg/dairy/<br />
dairy_heatstress.shtml.<br />
Mader, T., Griffin, D., Hahn, L.R., 2000. Managing feedlot<br />
heat stress.Nebraska Cooperative Extension GOO- 1409-<br />
A. Universty of Nebraska . Lincoln<br />
Marquis, B., 2001. Untitled. http://www.vicsystems.com/<br />
eng/expert.html.<br />
McArthur, A.J., Clark, J.A., 1988. Body temperature of<br />
homeotherms and the conservation of energy and water<br />
J. Therm. Biol. (3) : 9-13<br />
McDowell, R.E., Hoowen, N.W., Camoens , J.K., 1976.<br />
Effects of climate on performance of Holstein in first<br />
lactation. J. Dairy Sci. (59):965-973<br />
McGuire, M.A., Beede, D.K., Collier, R.J., Buonomo, F.C.,<br />
DeLorenzo, M.A., Wolcox, C.J., Huntington, G.B.,<br />
Reynolds, C.K., 1991. Effect of acute thermal stress and<br />
amount of feed intake on concentrations of somatotropin,<br />
insulin-like growth factor (IGF)-I and IGF-II, and thyroid<br />
hormones in plasma of lactating Holstein cows. J.Anim.<br />
Sci.(69):2050-2056<br />
Muller, C.J.C., Botha, J.A., 1993. Effect of summer<br />
climatic conditions on different heat tolerance indicators in<br />
primiparous Fresian and Jersey cows. S. Afr. J. Anim.<br />
Sci.(23):98-103<br />
Mutaf, S., Sönmez, R., 1984. Hayvan Barınaklarında<br />
İklimsel Çevre ve Denetimi. E.Ü.Z.F. Yay .No:438<br />
O’connor, M.L., 1998. Dairy heat stress and reproduction.<br />
Dairy and Animal Sci. Extension. Document number:<br />
28902138. College of Agri. Sciences, Penn State<br />
University.<br />
Öngel, E., Özkütük, K., 2000. Siyah Alaca ineklere sıcak<br />
yaz aylarında duş olanağı sağlanmasının süt verimine<br />
etkisi ve duşa girme alışkanlığına ilişkin davranışın<br />
saptanması. Ç.Ü.Z.F.Dergisi.15(3):119-126.<br />
Özhan, M., Tüzemen, N., Yanar, M., 2001. Büyükbaş<br />
Hayvan Yetiştirme. Atatürk Üniversitesi Zir.Fak.<br />
Yay.No:134. 604 s. Erzurum.<br />
Özkütük, K., 1990. Hayvan Ekololojisi Ç.Ü.Z.F. Ders<br />
Kitabı. No:79, 136 s. Adana.<br />
Özkütük, K., Göncü, S., 1999. Siyah Alaca süt sığırlarına<br />
yaz aylarında isteğe bağlı duş sağlanmasının süt verimi<br />
üzerine etkisi ve duşa girme davranışları. Ç.Ü.Z.F. Dergisi<br />
14(1):99-104.<br />
Quankenbusch, G., 1999. Maintaining herd immunity.<br />
http://www.moomilk.com/ archive/a_health_38.htm.<br />
Schneider, P.L., Beede, D.K., Wilcox, C.J., 1988.<br />
Nycterohemeral patterns of acid-base status, mineral<br />
concentrations and digestive function of lactating cows in<br />
natural or chamber heat stress environments. J.Anim. Sci.<br />
(66):112-125<br />
Shannon, W.,2001. Heat stress in cattle. http://<br />
outreach.missouri.edu/warren/KnowledgeinAction/HeatStr<br />
essInCattle.shtml<br />
Sharma, A.K., Rodriguez, L.L., Mokennen, G., Wilcox,<br />
C.J., Bachman, K.C., Collier, R.J., 1983. Climatogical and<br />
genetic effects on milk composition and yield. J.Dairy<br />
Sci.66:119–126<br />
Singh, S.P., Newton, W.M., 1978. Acclimatization of<br />
young calves to high temperatures: physiological<br />
responses. Am.J. Vet. Res. (39): 795-799.<br />
Smith, J., Dunham, D., Shirley, J., Senior, M.M., 1998.<br />
Coping with summer weather: dairy management<br />
strategies to control heat stress. Kansas State<br />
University.Agricultural Experiment Station and<br />
Cooperative Extension Service. MF-2319.<br />
Smith, J.F., 1996. Why is milk production depressed in<br />
the summer? Dairy Lines. Kansas Dairy Extension News.<br />
Volume:2, Number.7.Manhattan, Kansas<br />
Soydan,E., 2002. Düşük ve yüksek verimli Jersey<br />
siğırlarında süt ve bazı döl verim özelliklerinin mevsimsel<br />
değişimi. O.M:Ü. Fen Bil. Ens. Yük. Lis. Tezi (Basılmadı).<br />
Süt Sığırlarında İklimsel Stres<br />
216<br />
Spiers, E.D., 2003. How cows dissipate heat.<br />
http://www.oznet.ksu.edu/ansi/dairycon/2000HOAcowhea<br />
t.pdf.<br />
Summer, A., Formaggioni, P., Tosi, F., Fossa. E., Mariani,<br />
P., 2003. Effects of the hot-humid climate on rennetcoagulation<br />
properties of milk produced during summer<br />
monthsof 1998andrelationships with thehousing<br />
systems in the rearing of Italian Friesian Cows.<br />
http://www.unipr.it/arpa/facvet/annali/1999/summer. htm<br />
Tyson, J.T., 2003. Ventillation: why, when and how.<br />
http://www.extension.psu.edu/scregion/Agriculture/<br />
AgEngArticles/VentBasics.PDF<br />
Vercoe, J.E., 2003. Climatic and environmental factors<br />
affecting Dairy Productivitiy. htty://www.ssdairy.org/<br />
AdditionalRes/Smhdairy/chap4.html.<br />
West, J.W., 2001. Management considerarions for the<br />
dairy cow during heat stress. http://www.cals.nscu.<br />
edu/an_sci/extension/dairy/repr2000/west.htm<br />
Yousef, M.K., 1985. In: Basic Principles. Physiology in<br />
Livestock, Vol.1. CRC Press, Boca Raton.RUSTEM BAYRAM OGLUhttp://www.blogger.com/profile/14717989559050705971noreply@blogger.com7tag:blogger.com,1999:blog-4579075721014937835.post-50946258666791864092010-06-02T22:19:00.000+03:002010-06-02T22:19:19.324+03:00Laktasyondaki Süt Ineklerinde Beslemenin Metabolik Hastalıklar Üzerindeki Etkisi<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEguLAmVlItmTUTeIQAATdAe45QPM656zOhbOECZDXyfhnxsVgPqmwTHs7eYnJSuGGQemeH1m5sh3MvY6MgoeW3HJOqSIAEc8W13J5zJM7yQzDb6lfu1Q6YCtuNlQNGQC9waTIE5CJvn/s1600/140.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" gu="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEguLAmVlItmTUTeIQAATdAe45QPM656zOhbOECZDXyfhnxsVgPqmwTHs7eYnJSuGGQemeH1m5sh3MvY6MgoeW3HJOqSIAEc8W13J5zJM7yQzDb6lfu1Q6YCtuNlQNGQC9waTIE5CJvn/s320/140.jpg" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg9eRMrAG2V9XUQ0UPGjmQBYiipWHfM87GdBzU0MWAkipFepqENxCfM5kG4Bi60juBXFOC2JLUg9qW3nENZHSbgV8SaRcVMCUiBpAey2NnzHHvh3kmEFWX41kZDSOsfMQ6wQ7xc5Ptu/s1600/140.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" gu="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg9eRMrAG2V9XUQ0UPGjmQBYiipWHfM87GdBzU0MWAkipFepqENxCfM5kG4Bi60juBXFOC2JLUg9qW3nENZHSbgV8SaRcVMCUiBpAey2NnzHHvh3kmEFWX41kZDSOsfMQ6wQ7xc5Ptu/s320/140.jpg" /></a></div><br />
<br />
<br />
Charles C. Stallings<br />
Sütçülük Bilimi Profesörü<br />
Virginia Tech. Üniversitesi<br />
Blacksburg, Virginia USA<br />
<br />
<br />
Buzagılamanın hem öncesi, hem de sonrasındaki besleme uygulamaları, laktasyondaki<br />
süt ineklerinin saglıgını etkileyebilir. Metabolik hastalıklar, genellikle, yem alımının<br />
sınırlı oldugu ve süt veriminin hızla arttıgı ilk laktasyon haftalarında bas gösterir. Rumen<br />
asidozu ve abomasum deplasmanı gibi bazı metabolik hastalıklarsa, rasyodaki<br />
dengesizliklere baglı olarak laktasyonun daha ileri haftalarında da ortaya çıkabilir.<br />
Ayrıca, birçok metabolik hastalık birbiriyle iliskili olup bunlardan birinin ortaya çıkması<br />
digerlerini de tetikleyebilir. En yaygın görülen hastalıklar, metabolik sebepleri ve<br />
beslemeyle olan iliskileriyle birlikte asagıda tanımlanmıstır:<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Rumen Asidozu ve Topallık<br />
<br />
Birçok sey topallıga yol açabilir. Fakat beslemeyle iliskili olan sebebi, rasyonda asırı<br />
nisasta bulunması ve kafi derecede selüloza yer verilmemesidir. Bunun neticesinde<br />
rumende asidoza yol açabilecek asırı asit üretimi ortaya çıkar. Rumen pH derecesinin<br />
günün büyük kısmında 6.2’nin altında seyretmesi durumunda akut asidoz görülür. pH’ın<br />
genellikle yemleme saatlerine baglı olarak sadece kısa sürelerle bu seviyenin altına indigi<br />
hallerde ise sub-akut asidozdan söz edilir. Topallık, genellikle siddetli asidozun birkaç<br />
hafta ardından belirir. Asidoz ve topallık, gevis getirmeyi stimüle edecek yeterli<br />
miktarda selüloz beslemesi yapılması ve mısır ile arpa gibi tahıllardan gelen nisastanın<br />
sınırlanmasıyla önlenebilir. Rasyon kuru maddesinde genellikle %18 asit deterjan selüloz<br />
(ADF) ve %30 nötr deterjan selüloz (NDF) bulunması tavsiye edilir. Buna ilaveten, söz<br />
konusu selülozun çignemeyi ve salya ifrazatını tesvik edecek kadar kaba bir formda<br />
(“Etkin Selüloz”) verilmesi gerekir. Salya, rumende üretilen asidi dogal olarak nötralize<br />
eden sodyum bikarbonat içerir.<br />
<br />
Abomasum Deplasmanı<br />
Abomasum deplasmanı veya kayması, genellikle, ineklerin yem alımını tedricen artırdıgı<br />
erken laktasyon asamalarında görülür. Ancak, diyette selüloz eksikligi bulundugu<br />
durumlarda daha ileri laktasyon safhalarında da abomasum deplasmanına rastlanabilir.<br />
Hipokalsemi veya diger bir deyisle kandaki kalsiyum seviyesinin düsük olmasından<br />
kaynaklanan, kas tonusu zayıflıgının bu hastalıga zemin hazırlayan bir faktör oldugu<br />
düsünülmektedir. Kandaki kalsiyum seviyesinin yetersiz olması, kuru dönemde ve<br />
özellikle de buzagılama öncesindeki geçis döneminde yüksek seviyede katyon<br />
beslemesinden (K ve Na) kaynaklanabilir. Bu hastalıgı önlemek için izlenecek<br />
stratejilerden biri, buzagılama öncesinde yüksek K ve Na içerikli yemlerin<br />
sınırlanmasıdır. Aynı zamanda, dogumu yaklasmıs kurudaki ineklere amonyum klorür<br />
gibi anyonik tuzlar veya hidroklorik asitle islenmis soya küspesi verilerek diyetteki klor<br />
(anyon) seviyesi yükseltilebilir ve böylece diyetteki katyon : anyon farkı (DCAD) asagı<br />
çekilir. Buzagılama öncesindeki yüksek DCAD seviyeleri, dogumun akabinde<br />
hipokalsemiye yol açma egilimindedir.<br />
<br />
Süt Humması<br />
<br />
Süt humması, genellikle, süt üretimiyle birlikte kalsiyum ifrazatının basladıgı<br />
laktasyonun ilk haftasında ortaya çıkar. Bu asamada yem ve dolayısıyla kalsiyum alımı<br />
sınırlı oldugundan, hayvan, açıgını kapatmak için kemiklerdeki rezervlerini mobilize<br />
eder. Açıgın bu sekilde kapatılması mümkün olmazsa hayvan koordinasyonunu<br />
kaybedebilir ve yürüyemez hale gelebilir. Tedavi, kana kalsiyum infüzyonu seklinde<br />
yapılır. Gebeligin son asamalarında katyon : anyon farkı yüksek diyetler verilmesi bu<br />
hastalıga sebep olabilir. Kurudaki ineklerin diyetleri, katyon ve özellikle de potasyum<br />
açısından sınırlanmalıdır. Erken laktasyon dönemi rasyonlarında ise, kullanılan takviye yag miktarına baglı olarak KM bazında %0.8 ilâ %1 oranında kalsiyum bulunmalıdır<br />
(yag takviyesi yapılan rasyonlarda daha fazla kalsiyuma ihtiyaç vardır).<br />
<br />
Ketozis<br />
<br />
Ketozis, inekler negative enerji dengesine düstügünde ortaya çıkan bir metabolik<br />
hastalıktır. Sıklıkla erken laktasyonda görülse de, yem alımının sınırlandıgı her zaman<br />
ortaya çıkması mümkündür. Abomasum deplasmanı gibi, yem alımını azaltan diger<br />
vakalar da ketozise yol açabilir. Ketozis esnasında kandaki glukoz seviyesinin düsük<br />
olması, vücuttaki yag rezervlerinin mobilizasyonunu tetikler ve dolayısıyla kandaki<br />
esterlesmeyen yag asidi (NEFA) seviyesi artar. Esterlesmeyen yag asitlerinin<br />
parçalanması sonucunda açıga çıkan ketonlar kanda birikir ve idrarda tespit edilir.<br />
Ketozis esnasında verim düser. Ketozis tedavileri, kandaki glukoz seviyesinin artırılması<br />
mekanizmasına dayanır. Propilen glikol veya kalsiyum propiyonat vererek kandaki<br />
glukoz seviyesini artırmak, ketozisin önlenmesinde kullanılan usullerdendir.<br />
<br />
Mastit<br />
<br />
Mastit, bakterilerin meme bezlerine yerlesmesi sonucu enfeksiyon ve somatik hücre<br />
sayımında arısla kendini gösteren bir hastalıktır. ineklerin bu hastalıga karsı en zayıf<br />
oldugu zaman, bagısıklık baskılanmasının sıkça görüldügü erken laktasyon dönemidir.<br />
Bagısıklık sistemi baskılanmıs hayvanlarda lenfositler gerekli reaksiyonu gösteremedigi<br />
için, kandaki kalsiyum seviyesinin düsük olması hayvanın bakterilerle mücadele<br />
yetenegini olumsuz etkileyebilir. Dogum stresleri de bagısıklık sistemini baskılayan<br />
kortizol hormonu salgılamasını artırabilir. ineklerin buzagıladıktan hemen sonra yem<br />
yemeye baslamalarını saglamak, bagısıklık sistemlerine islerlik kazandırmak açısından<br />
çok önemlidir. Ayrıca; E vitamini, selenyum, çinko ve diger iz mineraller de bagısıklık<br />
sistemi için gereklidir ve hem kurudaki, hem de yeni buzagılamıs ineklerin rasyonlarında<br />
takviye edilmeleri gerekir. Organik ve inorganik selenyum (selenometiyonin ve sodyum<br />
selenit) ve çinkonun (çinko metiyonin ve çinko oksit) kombinasyon halinde kullanılması<br />
da faydalı olabilir.<br />
<br />
Plasenta Retensiyonu ve Metrit<br />
<br />
Plasenta retensiyonu da (son atamama) bagısıklık baskılanmasına baglı bir durum olup<br />
tipik olarak dogumların %10’dan az bir kısmında görülür. ikiz veya iri cüsseli buzagı<br />
dogumlarında son atamama vakalarına daha sık rastlanır. Plasentanın döl yatagından<br />
(uterus) ayrılamaması, anne inegin bagısıklık sisteminin bu materyali yabancı olarak<br />
tanıyamamasından kaynaklanabilir. Bu açıklama, özellikle de dogumu takip eden ilk<br />
birkaç gün için geçerlidir. Ayrıca, buzagılamayı müteakip serviks de açık kaldıgından<br />
bakteriler döl yatagına girerek enfeksiyona yol açabilir (metrit). Bu durum da, bagısıklık<br />
sistemi baskılanmıs hayvanlar için daha büyük bir problem teskil eder. iz mineraller ve E<br />
vitamini bu rahatsızlıgın önemli besinsel faktörleri olup buzagılama öncesi ve sonrasında<br />
takviye edilmelidirRUSTEM BAYRAM OGLUhttp://www.blogger.com/profile/14717989559050705971noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4579075721014937835.post-40072988418599091162010-06-02T21:36:00.000+03:002010-06-02T21:36:09.450+03:00Yatalak Sığır (The downer cow)<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi_CgiJ1OdzeZCIHL7cE_mePvzbDp_suVTaNKWS7fjnIcBJEYC446MQdpwExjKOJ46LvqEOqsNgA2iDZxQrsfd7Vtda2OUMKF9Nc2v8GyzPni6kR4wv5qckrFmPJz8nqPc1n2tKZUBI/s1600/65.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" gu="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi_CgiJ1OdzeZCIHL7cE_mePvzbDp_suVTaNKWS7fjnIcBJEYC446MQdpwExjKOJ46LvqEOqsNgA2iDZxQrsfd7Vtda2OUMKF9Nc2v8GyzPni6kR4wv5qckrFmPJz8nqPc1n2tKZUBI/s320/65.jpg" /></a></div><br />
<br />
Süt hummasına yakalanmış fakat başarılı sağıtım yapılmamış hayvanlar “yatalak sığırlar” (downer cows) olarak adlandırılır. Bu hayvanlar tez canlı görünür, isterler fakat arka ayakları felçli olduğundan ayağa kalkabilmeleri mümkün değildir. Bazıları ön ayakları üzerine kalkarak, sürünerek yürümeye çalışır. Yatalak sığır sendromu metabolik hastalıklardan farklı değildir. Sadece doğum felcinin devamı olan bir durumdur. <br />
<br />
Hayvanın 4-6 saat kadar yatalak kalması bile, sert zemine temas eden vücut kısımlarında kan dolaşımı engellendiğinden, kas çürümelerine (işemik nekroz) ve sinirlerde iltihaba yol açar. Kan enzim profilinin ölçülmesi sonucu serum glutamik oxalo transaminase (GOT) ve creatine phosphokinase (CPK) gibi enzimlerin yıkıma uğramış kas hücrelerinden kana geçmesi ile yükseldiği görülür. İdrarda pozitif myoglobin reaksiyonunun görülmesi hastalığın ilerlemiş halini yansıtır ve böyle hayvanın iyileşmesi mümkün değildir. Doğum travması sonucu siyatik sinirin tahribi sonucu felç gelişebilir. Hayvanın ani düşmesi ile leğen kemiği kırılmış olabilir. En sonunda hayvanda meme ve döl yatağı iltihapları gelişir. <br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Bazı hallerde, kırık, çıkık yoksa, bir haftalık yataklık süresinden sonra bile iyileşme görülebilir. <br />
Yatalak hayvan nadiren doğum felci klinik bulguları gösterir. Kan kalsiyum, fosfor, magnezyum ve glikoz seviyeleri normal <br />
sınırlar içersindedir. Eğer değilse damar içi tedavi iyi sonuç verebilir. Fosfat eriği verilmesi bazen çok etkilidir. <br />
Sağıtım için çok iyi gözlem ve bakım gereklidir. Yumuşak, kalın yataklıklar kullanılmalıdır ve hayvan her 2-4 saatte bir diğer tarafa çevrilmelidir. Arka bacaklara masaj yapılarak, açıp kapayarak kan dolaşımının hızlandırılması sağlanmalıdır. Ayağa kalkma gayreti gösterenlere yardım edilmeli ve sağ ve soluna dayanaklar konulmalıdır. Sabırla, yavaş yavaş ekzersizler yapılmalıdırRUSTEM BAYRAM OGLUhttp://www.blogger.com/profile/14717989559050705971noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4579075721014937835.post-50808351981218355202010-05-24T00:36:00.000+03:002010-05-24T00:46:48.850+03:00Strategies for Managing Reproduction in the Heat-Stressed Dairy Cowl<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCUigygHhnLjVaCBmxt8cXzVSL9ONaSO9lSxVeM7OJQUROGFVuk1VO-sXJ6FiVdRLsL7uA54q_IvQBkVAct4eawNFszIs8ud6BXWRv_oZm21WCScn-G_HdLegNzDnsesNpR0-szJ4o/s1600/imagesCAW2C6LA.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" gu="true" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCUigygHhnLjVaCBmxt8cXzVSL9ONaSO9lSxVeM7OJQUROGFVuk1VO-sXJ6FiVdRLsL7uA54q_IvQBkVAct4eawNFszIs8ud6BXWRv_oZm21WCScn-G_HdLegNzDnsesNpR0-szJ4o/s320/imagesCAW2C6LA.jpg" width="206" /></a></div><br />
<br />
P. J. Hansen" and C. F. ArBchiga'y2<br />
*Department of Dairy and Poultry Sciences, University of Florida, Gainesville 3261 1-0920 and<br />
+Facultad de Medicina Veterinaria y Zootecnia, Universidad Autonoma de Zacatecas Zacatecas, Mexico<br />
<br />
ABSTRACT<br />
<br />
Establishment and maintenance of<br />
pregnancy is difficult in lactating dairy cows exposed<br />
to heat stress because of reductions in estrous<br />
detection rate and the proportion of inseminated cows<br />
that maintain pregnancy. The most common approach<br />
to ameliorate heat stress in developed countries has<br />
been to alter the cow's environment through provision<br />
of shade, fans, sprinklers, and so on. Nonetheless,<br />
seasonal variation in reproductive function persists.<br />
Increased understanding of bovine reproductive function<br />
and its alteration by heat stress has led to<br />
additional strategies for reducing deleterious consequences<br />
of heat stress on reproduction. These include<br />
hormonally induced timed artificial insemination,<br />
which can reduce losses in reproductive efficiency<br />
caused by poor detection of estrus, and embryo<br />
transfer, which can increase pregnancy rate by<br />
allowing embryos to bypass the period when they<br />
<br />
are most sensitive to elevated temperature (Le., in the<br />
first 1 to 2 d after breeding). <br />
<a name='more'></a>Other efforts are directed<br />
toward developing methods to protect the embryo from<br />
harmful actions of elevated temperature. Approaches<br />
being studied include manipulation of embryonic<br />
synthesis of heat shock proteins and use of antioxidants<br />
to reduce free radical damage associated with<br />
heat stress. It may also be possible to reduce the<br />
magnitude of hyperthermia caused by heat stress.<br />
This might be possible physiologically, for example by<br />
feeding of agents that affect thermoregulatory systems,<br />
or genetically by selecting for specific traits<br />
conferring thermal resistance. Finally, the development<br />
of bovine somatotropin as a lactational promotant<br />
means that it may be possible to extend<br />
lactations beyond 305 d and voluntarily discontinue<br />
inseminations during periods of heat stress.<br />
<br />
Conclusions and Implications<br />
<br />
hot periods of the year has reduced the magnitude of<br />
effects of heat stress on reproductive function but<br />
large declines in herd pregnancy rate still occur<br />
during periods of hot weather. Nonetheless, a combination<br />
of new reproductive technologies and innovative<br />
application of existing technologies offers<br />
prospects for achieving additional improvements in<br />
reproductive performance during heat stress.<br />
<br />
Poor estrus detection. This problem can be solved<br />
through the use of TAI programs (Arechiga et al.,<br />
1998a; de la Sota et al., 1998). Under this paradigm,<br />
high embryonic mortality following breeding will<br />
continue to limit herd pregnancy rates<br />
<br />
Increase in embryonic survival through embryo<br />
transfer. Pregnancy rates in summer can be improved<br />
through the use of embryo transfer (Putney et al.,<br />
1989a; Drost et al., 1994; Ambrose et al., 1997). For<br />
this technology to be widely adopted, further improvements<br />
must be made in the techniques for in vitro<br />
production of embryos, embryo freezing, and timed<br />
embryo transfer so as to lower costs and simplify<br />
animal handling<br />
<br />
Alteration of the biochemical properties of the embryo<br />
to protect it from exposure to elevated temperature.<br />
Cultured embryos can be made more thermotolerant<br />
to heat shock by exposure to a mild heat shock (Ealy<br />
and Hansen, 1994; Arechiga et al., 1995; Arechiga and<br />
Hansen, 1998). Additional challenges will be to<br />
identify the molecules responsible for this phenomenon<br />
of induced thermotolerance and develop strategies<br />
for achieving thermoprotection in vivo. Antioxidants<br />
have reduced effects of heat shock on cultured<br />
embryos (Malayer et al., 1992; Ealy et al., 1992;<br />
Arechiga et al., 1994, 1995) and, in one experiment<br />
(Arechiga et al., 1998a), increased herd pregnancy<br />
rate in summer. Nonetheless, additional studies<br />
evaluating effectiveness of antioxidant administration<br />
are warranted before use of antioxidant supplementation<br />
can be recommended<br />
<br />
Genetic modification. Genetic selection has been a<br />
traditional method to reduce effects of environment on<br />
livestock by development of animals that are genetically<br />
adapted to hot climates. There are additional<br />
possibilities for meeting this goal. Identification of<br />
specific genes that control traits related to thermotolerance<br />
make it possible to select for thermal<br />
resistance without inadvertently selecting against<br />
milk yield. Examples of such traits include coat color<br />
(King et al., 1988; Hansen, 1990; Becerril et al., 1994)<br />
and genes controlling hair length (Olson et al., 1997).<br />
Possibly, there are also genes controlling cellular<br />
resistance to heat shock (Kamwanja et al., 1994).<br />
Integration of marker-assisted selection (Meuwissen<br />
and Van Arendonk, 1992; Dodgson et al., 1997;<br />
Kappes, 1999) into animal breeding systems should<br />
make selection for traits conferring thermotolerance<br />
more rapid. Crossbreeding schemes are likely to be<br />
important in certain dairy production systems<br />
(Madelena et al., 19903 and use of in vitro production<br />
of embryos makes maintenance of the purebred herds<br />
required to produce crossbreds less of a limitation to<br />
these breeding programs (Rutledge, 1997).<br />
<br />
Pharmaceuticals and nutraceuticals. There are<br />
prospects for development of pharmaceuticals or<br />
feedstuffs (nutraceuticals) that regulate heat production<br />
and heat loss mechanisms; perhaps fungal culture<br />
extracts represent the first example of such preparations<br />
(Huber et al., 1994). In addition, an existing<br />
pharmaceutical, BST, can prove useful for extending<br />
lactation (Van Amburgh et al., 1997) and avoiding<br />
inseminations during hot periods of year<br />
<br />
Taken together then, it is evident that reproductive<br />
dysfunction caused by heat stress can be reduced by<br />
1) reducing the magnitude of heat stress that drives<br />
cattle into hyperthermia, 2) changing the cow physiolog~<br />
callyo r genetically so that the degree of hyperthermia<br />
caused by heat stress is reduced, 3 ) manipulating<br />
the cow’s reproductive system to bypass phases of the<br />
reproductive process that are particularly sensitive to<br />
heat stress or 4) use of lactational promotants like<br />
BST to avoid breeding cows during seasons of the year<br />
when heat stress can compromise reproduction.<br />
Although not all of these approaches will prove<br />
feasible under practical conditions, it should be<br />
manifest that there are myriad opportunities for<br />
solving what is the one of the most severe environmental<br />
limitations to cattle reproductionRUSTEM BAYRAM OGLUhttp://www.blogger.com/profile/14717989559050705971noreply@blogger.com10tag:blogger.com,1999:blog-4579075721014937835.post-44557552720475456582010-05-20T23:57:00.000+03:002010-05-20T23:57:59.810+03:00The effects of bovine viral diarrhoea virus on cattle reproduction in relation to disease control<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi0A3PaJ62E6Fks0fq4EeTwhie4RXBU8rssfdC8woRbydIb0b_QuKcOTgyKd53PiQCXBfY61BTE1lQV_2wbiwTUcu1EAgeLpgs0fg8MNvcXUOX0kBDBHe2csr6xdcdCWlBg29EoNliU/s1600/imagesCAJYUNTV.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" gu="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi0A3PaJ62E6Fks0fq4EeTwhie4RXBU8rssfdC8woRbydIb0b_QuKcOTgyKd53PiQCXBfY61BTE1lQV_2wbiwTUcu1EAgeLpgs0fg8MNvcXUOX0kBDBHe2csr6xdcdCWlBg29EoNliU/s320/imagesCAJYUNTV.jpg" /></a></div><br />
<br />
<br />
Abstract <br />
<br />
Bovine viral diarrhoea virus (BVDV) is a major reproductive pathogen in cattle. Infection of the bull can lead to a fall in semen quality and the isolation of infectious virus in the ejaculate, while infection in the cow leads to poor conception rates, abortions and congenital defects. BVDV also reduces the animal's resistance to other respiratory and enteric pathogens. The prevalence of BVDV is primarily due to the efficiency with which the virus crosses the placenta of susceptible females. Calves that survive infection during the first trimester of pregnancy are born with a persistent and lifelong infection. <br />
<a name='more'></a>These persistently infected (PI) animals represent between 1.0% and 2.0% of the cattle population and continuously shed infectious virus.<br />
<br />
The availability of reliable diagnostic ELISA and PCR techniques, which can test milk or serum samples for virus or antibodies, has simplified BVDV surveillance and improved the prospects for control. Although PI animals are the principal vectors within and between herds, they can be readily identified and removed. By contrast, cows carrying a PI foetus are particularly problematic. These animals have been compared to ‘Trojan Horses’ because they are virus-negative and antibody-positive but they deliver PI calves. In general, acutely infected cattle are much less efficient vectors but infections at the onset of puberty have resulted in a localised and persistent infection within the testes. Under these circumstances, virus shedding into the semen may remain undetected<br />
<br />
Transmission of BVDV can be controlled through vaccination or eradication. BVDV vaccine technology has been developing over the past 30 years, but currently available vaccines are still of the conventional inactivated or attenuated sort. In general, vaccination has not been applied with sufficient rigor to make a significant impact on the level of circulating virus, unlike the national and regional eradication programmes established in areas such as Scandinavia, Austria, the Netherlands and Scotland. Eradication confers the added advantage of improved herd health; however, it also creates a susceptible cattle population that needs to be protected by stringent biosecurity<br />
<br />
In this article, we discuss how BVDV influences reproductive function, the potential for viral transmission during breeding and the measures that must be taken to avoid the spread of infection to susceptible cattle populations via semen, embryos, culture fluids and infected cows<br />
<br />
M.D Fraya, D.J Patonb, S AleniuscRUSTEM BAYRAM OGLUhttp://www.blogger.com/profile/14717989559050705971noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-4579075721014937835.post-72026540245228961202010-05-19T21:57:00.000+03:002010-05-19T21:57:19.989+03:00Sıgırlarda Kan Üre Nitrojen Düzeyinin Fertiliteye Etkisi <br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjUXU35d7xcrC9H0gf7Na7inHe_cAgrXNKtKfH3rJgHTx3FSHr-9G8Y3seodtvzRLrqWcaTfRu9vjGTVb9YSWuINPox3NVE7j8EUdzDvthqxeHDRb-n16V-6XDaDBQc1l8P_0SzpEq9/s1600/22-173970055.gif" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjUXU35d7xcrC9H0gf7Na7inHe_cAgrXNKtKfH3rJgHTx3FSHr-9G8Y3seodtvzRLrqWcaTfRu9vjGTVb9YSWuINPox3NVE7j8EUdzDvthqxeHDRb-n16V-6XDaDBQc1l8P_0SzpEq9/s320/22-173970055.gif" wt="true" /></a></div> <br />
<br />
<br />
Ibrahim AYDIN<br />
Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Dogum ve Jinekoloji Anabilim Dalı, Konya-TÜRKIYE<br />
<br />
<br />
Özet: Yüksek miktarda protein içeren rasyonlarla beslenen ineklerde kan üre nitrojen (BUN) konsantrasyonu artmakta,<br />
artan BUN konsantrasyonu ise fertiliteyi olumsuz olarak etkilemektedir. Sıgırlarda normal BUN konsantrasyonu 12 ile<br />
15 mg/dl arasındadır. BUN konsantrasyonu 19 ile 20 mg/dl’den yüksek olan ineklerde gebelik oranı %20 ile %25 arasında<br />
azalmaktadır. Sıgırlarda yüksek BUN konsantrasyonları ya fertilizasyonda aksamalara ya da erken dönemde<br />
embriyonik ölümlere yol açarak gebelik oranlarını düsürmektedir.<br />
<br />
Anahtar Kelimeler: Fertilite, sıgır, üre nitrojen.<br />
<br />
Effect of Blood Urea Nitrogen Level on Fertility in Cattle<br />
<br />
Summary: Blood urea nitrogen (BUN) concentration increases in cattle fed with dietary including high amount of<br />
protein. However, this increase is associated with decreased fertility. Normal value of BUN in cattle should be between<br />
12-15 mg/dl. If BUN reaches at a level of 19-20 mg/dl, pregnancy rate decreases by 20-25%. It is suggested that high<br />
BUN concentration either leads to failure in fertilization or causes early embryonic deaths.<br />
<br />
Key Words: Cattle, fertility, urea nitrogen.<br />
<br />
Giris<br />
<br />
Ineklerde fertiliteyi etkileyen faktörler genital organlarda<br />
fonksiyonel bozukluklar, enfeksiyonlar,<br />
dogmasal-edinsel anomaliler ve bakım-besleme<br />
gibi çevresel faktörlerdir.<br />
<a name='more'></a> Çevresel faktörlerden<br />
özellikle beslemeye iliskin eksiklik ve dengesizlikler<br />
fertiliteyi önemli ölçüde etkileyebilmektedir (45).<br />
Özellikle süt üreticileri erken laktasyon döneminde<br />
pik süt üretimini devam ettirmek veya süt üretimini<br />
artırmak için rasyondaki protein yogunlugunu artırmaktadırlar.<br />
Yüksek protein içeren rasyonlarla<br />
beslenen ineklerde süt veriminde istenilen hedeflere<br />
ulasılmıs fakat bunun yanında döl verimi önemli<br />
oranda düsmüstür (10). Özellikle yüksek oranda<br />
tüketilen proteinlerin metabolizması sonucu açıga<br />
çıkan üre gibi ürünlerin fertiliteyi negatif yönde<br />
etkiledigi bildirilmektedir (11, 18, 21, 24, 36, 38,<br />
46, 48)<br />
<br />
Ürenin Genel Özellikleri<br />
<br />
Üre karbon, nitrojen, oksijen ve hidrojenden meydana<br />
gelen küçük organik bir molekül olup kan ve<br />
diger vücut sıvılarının ortak bir unsurudur (41).<br />
Üre, karacigerde amonyaktan olusmaktadır.<br />
Amonyak ise rumende protein katabolizması sonucu<br />
ve yine karacigerde aminoasit metabolizması<br />
ve deaminasyonu sonucu olusur. Amonyak, dokular<br />
için oldukça toksik bir moleküldür. Bu nedenle<br />
karacigerde hızla detoksifiye edilerek üreye<br />
çevrilçevrilmekte<br />
ve daha sonra vücuttan idrarla atılmaktadır<br />
<br />
Üre protein metabolizmasının nihai ürünüdür (42).<br />
Suda çözünen küçük bir molekül olan üre hücre<br />
membranları içerisine serbest bir biçimde geçme<br />
yetenegine sahip oldugu için vücutta tüm hücre ve<br />
dokulara nüfuz eder ve böylece kan dolasımına,<br />
reproduktif dokulara, meme bezlerine ve süte kolaylıkla<br />
geçer (29, 41). Üre, kan ve sütün normal<br />
bir ögesi olarak kabul edilir ve sütte normal olarak<br />
bulunan nonprotein nitrojenin bir bölümünü kapsar.<br />
Kandaki ürenin pasif transfer yoluyla süte geçtigi<br />
bildirilmektedir (46, 48). Bu nedenle üre hem kanda<br />
hem de sütte ölçülebilmektedir (42). Kana ve<br />
süte geçen üre, kan plazmasında (PUN), kan serumunda<br />
(SUN) ve sütte (MUN) üre nitrojen olarak<br />
ölçülmektedir (8).<br />
<br />
Vücutta Amonyak ve Ürenin Olusumu<br />
Rumende protein metabolizması sonucu olusan<br />
amonyak, rumen mikroorganizmaları tarafından<br />
protein sentezinde ve azot kapsayan hücre duvarı<br />
unsurları ile nükleik asitler gibi diger mikrobiyel<br />
hücre unsurlarının sentezinde kullanılır. Amonyagın<br />
rumen mikroorganizmaları tarafından meydana<br />
getirilmesi ve yeniden kullanılması arasındaki denge<br />
büyük önem tasımaktadır (16, 56). Ruminantlar<br />
yüksek protein oranlarına sahip rasyonlarla beslendikleri<br />
taktirde rumende protein metabolizması<br />
sonucu olusan amonyak, mikroorganizmaların<br />
kullanabilecegi miktarı asar ve rumende amonyak<br />
konsantrasyonları artmaya baslar (9, 45).<br />
Rasyondaki ham protein (HP) oranının %14’den<br />
fazla olması durumunda açıga çıkan fazla miktardaki<br />
amonyagın mikroorganizmalar tarafından<br />
kullanılamadıgı ve nitrojen kaybı olustugu bildirilmektedir<br />
(24). Rumendeki amonyak konsantrasyonu<br />
5 mg/dl’yi asarsa rumendeki mikrofloraların<br />
amonyagı kullanma kapasitesi asılmıs olur (5, 24).<br />
Özellikle rumende yıkımlanabilen protein<br />
(RDP)’lerin fazla miktarda tüketilmesi ruminal<br />
amonyak konsantrasyonlarını artırmaktadır. Bu<br />
nedenle rumende açıga çıkan fazla miktardaki<br />
amonyagın bir kısmı mikroorganizmalar tarafından<br />
tutulamaz ve rumen duvarından emilerek kan dolasımına<br />
geçer. Buna baglı olarak kanda amonyak<br />
konsantrasyonu artmaya baslar. Dolasım yolu ile<br />
karacigere gelen amonyak burada detoksifiye edilerek<br />
üreye dönüstürülür ve tekrar hızla dolasıma<br />
katılır. Yüksek miktarda RDP içeren rasyonlarla<br />
beslenen ruminantlarda kan amonyakla birlikte kan<br />
üre-nitrojen (BUN) konsantrasyonları da artmaktadır<br />
(22, 35). Damar içi amonyum klorid verilen hayvanlarda<br />
kan plazmasında ve oviduktal sıvıda hem<br />
amonyak hem de üre konsantrasyonu artarken,<br />
damar içi üre verilen hayvanlarda kan plazmasında<br />
ve oviduktal sıvıda sadece üre konsantrasyonu<br />
artmaktadır. Bu durum amonyagın karacigerde<br />
üreye çevrildigini ve olusan ürenin dolasımla<br />
reproduktif organlara geçtigini göstermektedir (35).<br />
Bununla birlikte fazla miktarda tüketilen rumende<br />
yıkımlanmayan protein (RUP)’lerin barsaklarda<br />
sindirimi sonucu olusan fazla miktardaki aminoasitler<br />
kullanılamaz ve depolanamazlar. Bu aminoasitler<br />
tekrar karacigerde deaminasyona ugratılarak<br />
amonyaga ve daha sonra üreye çevrilir. Bu nedenle<br />
fazla miktarda RUP tüketen ruminantlarda da<br />
BUN konsantrasyonlarının arttıgı bildirilmektedir<br />
(40, 47).<br />
<br />
Üre Nitrojen Ölçümlerinin Önemi<br />
<br />
Üre nitrojen ölçümlerinden elde edilen sonuçlar<br />
ineklerin saglıgı ve beslenme durumuyla ilgili yetistiriciye<br />
önemli bilgiler saglayabilmesi yönünden<br />
önem arz etmektedir (42, 56). Özellikle BUN ve<br />
MUN ineklerde protein metabolizmasını, RDP ve<br />
RUP’lerin kullanımını izlemek için ve rasyondaki<br />
protein/enerji oranı veya dengesizliklerini ortaya<br />
koymak için yaygın olarak kullanılmaktadır (13, 14,<br />
31, 43). Üre nitrojen düzeyleri o hayvanın tüketmis<br />
oldugu protein miktarını yansıtır (43, 48). Bu nedenle<br />
sıgırlarda yapılan üre nitrojen tespitleri ile<br />
nitrojen kayıpları azaltılabilmekte, optimum süt<br />
üretimi ve hayvan saglıgı elde edilebilmektedir<br />
(48). Sıgırlardaki yüksek üre nitrojen konsantrasyonları<br />
sürü fertilitesinde önemli kayıplara neden<br />
olmaktadır. Bu nedenle son yıllarda üre konsantrasyonlarının<br />
izlenmesi reproduktif verimliligi<br />
artıartırmada<br />
etkili bir araç olarak kullanılmaktadır (11).<br />
Amerika ve bazı Avrupa ülkelerinde BUN veya<br />
MUN analizleri sürü kayıtlarında normal bir bölüm<br />
olarak mevcuttur. Bu ülkelerde özellikle rasyon<br />
formülasyonu ve fertilite düzensizliklerinin teshisi<br />
için belirli periyotlarda üre nitrojen ölçümleri yapılmaktadır<br />
(13, 54, 56).<br />
<br />
BUN ve MUN Arasındaki Iliski<br />
<br />
Vücut sıvılarındaki üre konsantrasyonları birbirleriyle<br />
benzerlik göstermektedir (11, 47, 48). Özellikle<br />
BUN, PUN, MUN ve uterin sekresyonlarındaki<br />
üre nitrojen konsantrasyonları yakın bir iliski içerisindedir<br />
(11, 31, 56). MUN ölçümleri saha sartlarında<br />
BUN’a göre daha avantajlı ve kolaydır (11).<br />
Bu nedenle sürü taramalarında genellikle MUN<br />
ölçümü tercih edilmektedir. Meme epiteliyumu içerisindeki<br />
üre miktarı esit oldugu için sagım öncesi<br />
ve sagım sonrası MUN degerleri birbirleriyle benzer<br />
seviyededir. Bu nedenle sagımın herhangi bir<br />
dönemindeki sütten üre nitrojen ölçümü yapılabilmektedir.<br />
Bazı arastırıcılar (48) BUN ve MUN arasındaki<br />
iliski katsayısını r; .88 olarak belirlemislerdir.<br />
Buna göre BUN ve MUN arasındaki iliski;<br />
MUN (mg/dl) = -1.32 + .88 x PUN (mg/dl) olarak<br />
formüle edilmektedir. Bazı arastırıcılar (11) ise<br />
MUN ve PUN arasındaki iliskiyi MUN = .76<br />
(PUN) + 6.3 (R2=.69) olarak formüle etmislerdir<br />
<br />
Süt toplama tanklarındaki sütün üre nitrojen konsantrasyonları<br />
ile ineklerde bireysel olarak ölçülen<br />
ortalama BUN ve MUN konsantrasyonları birbirleriyle<br />
benzerdir (13, 43, 56). Son yıllarda ineklerde<br />
bireysel olarak yapılan BUN veya MUN ölçümleri<br />
yerine sürüdeki ineklerin sütlerinin toplandıgı tanklardaki<br />
sütlerde üre nitrojen ölçümleri, özellikle<br />
sürüler arasındaki fertilite farklılıkları ve mevcut<br />
protein kullanımını tahmin etmek için yaygın olarak<br />
kullanılmaktadır (10, 43, 46). Tanktaki MUN konsantrasyonu<br />
o sürüdeki ineklerin genel fertilitesiyle<br />
negatif korelasyona sahiptir. Bu nedenle tanktaki<br />
MUN degerleri ne kadar yüksekse o sürünün<br />
fertilitesinin o derece düsük oldugu bildirilmektedir<br />
(46). Süt toplama tanklarında yapılan MUN ölçümleri<br />
sütteki üre nitrojen konsantrasyonlarında olan<br />
gün içindeki degisiklikleri ve inekler arasındaki<br />
MUN degisikliklerini elimine etmesi keza saha sartlarında<br />
kolay yapılabilmesi nedeniyle daha avantajlıdır<br />
(13, 56).<br />
<br />
Üre Nitrojen Konsantrasyonlarını<br />
Etkileyen Faktörler<br />
<br />
Üre nitrojen konsantrasyonlarını etkileyen bir çok<br />
faktör bulunmaktadır. Bu nedenle vücut <br />
sıvılarındaki üre nitrojen konsantrasyonları gün boyunca<br />
düzensiz olarak degisiklik gösterir (54).<br />
<br />
Özellikle yemleme ve örnekleme zamanı BUN ve<br />
MUN konsantrasyonlarını etkilemektedir (29). Kandaki<br />
amonyak konsantrasyonu yemlemeden sonraki<br />
yaklasık 60. dakikada pik yapar (5, 55). BUN<br />
konsantrasyonu ise yemleme öncesinde en düsük<br />
seviyesindeyken yemlemeden sonra yaklasık olarak<br />
2. saatte en yüksek seviyesine ulasır ve yemleme<br />
sonrasındaki 12. saate kadar tedricen azalmaya<br />
baslar (29). Yemle alınan HP miktarı ne kadar<br />
yüksekse üre nitrojen seviyesi o derece artmaktadır.<br />
Fakat RDP metabolizmasından kaynaklanan<br />
BUN ile RUP metabolizmasından kaynaklanan<br />
BUN’un pik yapma zamanlarının farklı oldugu<br />
bildirilmektedir (18, 19). BUN ve MUN piki arasında<br />
ise yaklasık olarak 1-2 saat kadar bir süre vardır<br />
(29). Dolayısıyla MUN konsantrasyonları 1-2<br />
saatlik bir sürede PUN konsantrasyonlarıyla esitlenmektedir<br />
(8). Sıgırlardaki BUN ve MUN degerlerinin<br />
tüketilen protein miktarıyla birlikte enerji alımı,<br />
besleme sekli, süt verimi, su alımı ve dehidrasyon<br />
ile etkilendigi bildirilmektedir (54). Ihtiyacından<br />
düsük enerji seviyeleriyle beslenen sıgırlarda üre<br />
nitrojen seviyeleri artmaktadır (4, 22, 48).<br />
Rumendeki mikrofloralar, yüksek oranda protein<br />
alımlarına baglı olarak olusan yüksek miktardaki<br />
amonyagı, mikrobial protein sentezi amacıyla kullanabilmek<br />
için fazla miktarda enerjiye ihtiyaç duyarlar.<br />
Rasyondaki enerji miktarı hayvanın ihtiyacını<br />
karsılamada yetersiz ise, olusan fazla miktardaki<br />
amonyak mikrofloralar tarafından kullanılamayıp<br />
dolasıma geçer ve karacigerde üreye dönüstürülür.<br />
Buna baglı olarak kanda amonyak ve üre konsantrasyonları<br />
artar (2, 16). Fakat mikrofloraların<br />
amonyagı kullanma kapasiteleri sınırlıdır.<br />
Rasyondaki enerji seviyesi hayvanın ihtiyacını<br />
karsılayacak düzeyde olsa da fazla miktarda protein<br />
tüketimi kanda ve sütte üre degerlerinin yükselmesine<br />
neden olur (8, 22). Bunun yanı sıra bazı<br />
arastırıcılar (25, 56), yüksek oranda protein içeren<br />
rasyonlara yapılan enerji ilavelerinin, proteinin<br />
olumsuz etkisini kısmen azaltarak BUN konsantrasyonlarını<br />
düsürdügünü ve gebelik oranlarını<br />
artırdıgını bildirmektedirler.<br />
<br />
Üre vücuttan idrarla atıldıgı için idrar üretimini artıran<br />
su alımının artması üre konsantrasyonunu<br />
azaltır. Buna baglı olarak hayvandaki hafif bir<br />
dehidrasyon üre degerlerinde artısa neden olmaktadır.<br />
Besleme stratejisi de ruminal amonyak ve<br />
BUN konsantrasyonlarını etkilemektedir. Kaba ve<br />
konsantre yemin ayrı ayrı verildigi ineklerde, total<br />
karısık rasyonla beslenen veya gün boyunca sık<br />
aralıklarla beslenen ineklere göre daha yüksek<br />
amonyak piki ve daha yüksek BUN<br />
konsantrasyonlarına sahiptir<br />
<br />
Total karısık rasyon hayvandaki<br />
amonyak dalgalarını önlemektedir (8, 15). Hayvanlardaki<br />
süt veriminin de MUN konsantrasyonları<br />
üzerinde etkili oldugu bildirilmektedir. Süt verimi<br />
yüksek olan ineklerde MUN seviyeleri daha yüksektir.<br />
Bu durum muhtemelen protein alımı ile iliskilidir<br />
(13, 42). Hem yaslı hem de genç ineklerde<br />
rumen sıvısındaki amonyak ve BUN konsantrasyonları<br />
arasında bir fark yoktur (24, 34). Irkın üre<br />
nitrojen konsantrasyonlarına etkisinin olmadıgını<br />
bildiren arastırmacılar yanında (15, 32), Jersey ırkı<br />
ineklerdeki BUN konsantrasyonlarının Holstayn<br />
ırkı ineklere göre daha yüksek oldugunu bildiren<br />
arastırmacılarda vardır (3). Yine memedeki yangı<br />
olayları da sütteki MUN degerini etkilemektedir.<br />
CMT testi sonucunda pozitif sonuç veren sütteki<br />
MUN konsantrasyonları saglıklı meme lobundaki<br />
sütün MUN konsantrasyonlarından daha düsüktür<br />
(29)<br />
<br />
Yüksek Üre Nitrojen Konsantrasyonu<br />
ve Gebelik Oranı Arasındaki Iliski<br />
<br />
Sütçü sıgırlarda ölçülen BUN ve MUN konsantrasyonları<br />
7.5 mg/dl ile 31.5 mg/dl arasında degismektedir<br />
(23, 56). Sıgırlarda tavsiye edilen BUN<br />
konsantrasyonları ise 12 ile 15 mg/dl arasındadır<br />
(14, 20, 42). Yetistiriciler ineklerden daha fazla süt<br />
verimi elde etmek için %16-17 HP oranlarından<br />
daha yüksek oranlarda protein içeren rasyonlarla<br />
besleme yapmaktadırlar. Yüksek oranlarda HP<br />
tüketen ineklerde ise kan amonyak, BUN ve MUN<br />
konsantrasyonları tavsiye edilen seviyelerin üzerine<br />
çıkmaktadır (26, 38). BUN konsantrasyonlarının<br />
artması aynı zamanda vagina ve uterus dokularında<br />
ve sıvılarında üre seviyelerinin artmasına neden<br />
olmaktadır (30, 56). Özellikle yüksek oranda<br />
protein içeren rasyonlarla beslenen ineklerin<br />
uterus sekresyonlarındaki üre konsantrasyonlarının<br />
normalden 2.7 kat daha fazla oldugu bildirilmektedir<br />
(33).<br />
<br />
Yüksek üre nitrojen konsantrasyonları fertiliteyi<br />
olumsuz olarak etkilemektedir (10). Özellikle<br />
postpartum dönemde yüksek BUN konsantrasyonlarına<br />
sahip ineklerde ovaryum aktivitelerinin yeniden<br />
baslaması gecikmekte, postpartum ilk tohumlama<br />
zamanı uzamakta ve dogum-yeniden gebe<br />
kalma aralıgı artmaktadır (24, 38, 53). Üre nitrojen<br />
ve gebelik oranı arasında negatif bir iliski vardır<br />
(11, 18, 46). Vücut sıvılarında üre nitrojen seviyeleri<br />
belirli bir degerin üzerine ne kadar çıkarsa gebelik<br />
oranları da o derecede azalmaktadır (21, 48).<br />
BUN konsantrasyonlarındaki her 1 mg/dl’lik artıs<br />
gebelik oranında %.8 oranında azalmaya neden<br />
olmaktadır (23). Özellikle tohumlama zamanındaki<br />
yüksek BUN konsantrasyonlarının ilk tohumlamada<br />
gebelik oranlarında ciddi ölçüde azalmalara<br />
neden oldugu bildirilmektedir (1, 38). Genellikle<br />
gebe ineklerdeki BUN degerlerinin gebe olmayan<br />
ineklerdeki BUN degerlerinden önemli derecede<br />
daha düsük oldugu gözlenmistir (11). Yapılan sürü<br />
taramalarında BUN konsantrasyonları gebe olan<br />
ineklerde 15.7-18.7 mg/dl arasında iken gebe olmayan<br />
ineklerde ortalama 20.7 mg/dl olarak ölçülmüstür<br />
(11, 12). Isviçre esmeri ineklerde yapılan<br />
diger bir çalısmada ise PUN konsantrasyonları<br />
gebe olan ineklerde 16.5 mg/dl iken gebe olmayan<br />
ineklerde 21.7 mg/dl olarak ölçülmüstür (1). Yüksek<br />
BUN konsantrasyonları ya fertilizasyonda aksamalara<br />
neden olarak yada erken dönemde<br />
embriyonik ölümlere neden olarak gebelik oranlarını<br />
düsürmektedir (36, 44). Yapılan çalısmalarda<br />
BUN seviyeleri yüksek olan hayvanlardan<br />
süperovulasyonla elde edilen embriyoların kültür<br />
ortamında daha yavas gelistikleri ve bir süre sonra<br />
öldükleri gözlenirken, düsük BUN konsantrasyonlarına<br />
sahip hayvanlardan alınan embriyolar kültüre<br />
edildiklerinde normal gelisimlerine devam ettikleri<br />
gözlenmistir (39).<br />
<br />
Laktasyondaki ineklerde 19-20 mg/dl’den yüksek<br />
BUN veya MUN konsantrasyonları fertilitede azalmaya<br />
neden olmaktadır (11, 21, 22). BUN seviyeleri<br />
19 mg/dl’den yüksek olan ineklerde gebelik<br />
oranının %20 oranında azaldıgı bildirilirken (11),<br />
BUN seviyeleri 20 mg/dl’den yüksek olan ineklerde<br />
gebelik oranlarının %25’e kadar varan oranlarda<br />
azaldıgı gözlenmistir (22). Bununla birlikte vaginal<br />
sıvıdaki üre nitrojen konsantrasyonlarının 40 mg/<br />
dl’yi asması durumunda hiçbir hayvanın gebe kalmadıgı<br />
görülmüstür (17). Yine vaginal sıvıdaki üre<br />
nitrojen konsantrasyonları 6.64 mmol/l’den yüksek<br />
olan inekler en az 4 defa tohumlandıkları halde<br />
gebe kalmadıgı bildirilmektedir (15).<br />
<br />
Herhangi bir reproduktif saglık problemi olmadıgı<br />
ve normal östrus siklusu gösterdigi halde bazı<br />
ineklerde gebelik oranlarının düstügü ve bu ineklerde<br />
embriyonik ölüm insidansının arttıgı görülmektedir.<br />
Genellikle bu tip ineklerin BUN veya<br />
MUN degerlerinin 20 mg/dl’nin üzerinde oldugu<br />
tespit edilmistir (52). BUN konsantrasyonları 20<br />
mg/dl’ye esit veya küçük olan ineklerle kıyaslama<br />
yapıldıgında, BUN konsantrasyonları 20 mg/dl’den<br />
büyük olan ineklerin gebe kalma olasılıkları 3 kat<br />
azalmaktadır (22). Özellikle ineklerde BUN konsantrasyonu<br />
için 20 mg/dl kritik bir deger olarak<br />
kabul edilmektedir. BUN konsantrasyonları bu degeri<br />
ne kadar fazla oranda geçerse gebelik oranının<br />
o derecede azalacagı bildirilmektedir (38). Bazı<br />
arastırıcılar (36) ise kritik degeri 21 mg/dl olarak<br />
kabul etmektedirler. Bu konuda yapılan bir çalısmada<br />
tohumlama zamanında MUN degeri 14 mg/<br />
dl’den düsük olan ineklerin ilk tohumlamada gebelik<br />
oranı % 73.8 iken, MUN degeri 20 mg/dl’den<br />
büyük olan ineklerin ilk tohumlamada gebelik oranı<br />
%50.7 olarak bulunmustur (56). Yine yapılan diger<br />
bir çalısmada BUN konsantrasyonları 20.1 mg/dl<br />
olan ineklerin ilk tohumlamada gebelik oranı %41<br />
iken BUN degeri 25 mg/dl olan ineklerin ilk tohumlamada<br />
gebelik oranı %24.1’lere kadar düsmüstür<br />
(38).<br />
<br />
Bazı arastırmacılar (18) 16 mg/dl’nin üzerindeki<br />
BUN konsantrasyonlarının bile fertilite için risk<br />
faktörü olabilecegini ileri sürmektedirler. Özellikle<br />
düvelerde 16 mg/dl’den yüksek BUN konsantrasyonlarının<br />
gebelik oranlarında %30’a kadar varan<br />
oranlarda azalmalara neden oldugu bildirilmektedir.<br />
Yine süt toplama tanklarındaki sütlerde yapılan<br />
ölçümlerde 16 mg/dl’den yüksek MUN konsantrasyonlarına<br />
sahip olan sürülerin gebelik oranlarının,<br />
MUN konsantrasyonları 16 mg/dl’den düsük olan<br />
sürülere göre önemli ölçüde daha az oldugu gözlenmistir<br />
(46). Fertilite için risk olabilecek üre nitrojen<br />
konsantrasyonları çalısmada kullanılan istatistiksel<br />
teste göre de degisebilmektedir. Ferguson<br />
ve ark (23)’nın BUN ve gebelik oranı arasındaki<br />
iliskiyi incelemek için yaptıkları çalısmada 2 farklı<br />
istatistiksel test kullanılmıs ve 1. test BUN konsantrasyonlarının<br />
14.9 mg/dl’den büyük oldugu<br />
zaman gebelik oranlarının azalacagını gösterirken,<br />
2. test BUN konsantrasyonlarının 20 mg/dl’nin<br />
üzerinde olana kadar gebelik oranlarında bir azalma<br />
olusmayacagını göstermektedir. Bazı çalısmalarda<br />
MUN ve gebelik oranları arasındaki iliskiyi<br />
daha iyi degerlendirmek için birkaç kategoride inceleme<br />
yapılmıstır. Buna göre MUN degeri 15.4<br />
mg/dl’den büyük olan ineklerle kıyaslama yapıldıgında,<br />
MUN degeri 10 mg/dl’den küçük olan ineklerin<br />
2.4 kat, 10-12.7 mg/dl arasında olan ineklerin<br />
1.4 kat ve 12.7-15.4 mg/dl arasında olan ineklerin<br />
1.2 kat daha fazla gebe kalma olasılıklarına sahip<br />
oldukları gözlenmistir (42).<br />
<br />
Hayvanlardaki yüksek üre nitrojen konsantrasyonlarında<br />
oldugu gibi çok düsük üre nitrojen konsantrasyonlarında<br />
da fertilite problemleri ortaya çıkmaktadır<br />
(28). Sıgırlarda 10 mg/dl’nin altındaki<br />
BUN degerleri protein yetersizliginin bir göstergesidir<br />
(50). MUN konsantrasyonları 11 mg/dl’den küçük<br />
veya 19 mg/dl’den büyük olan ineklerin gebe<br />
kalma olasılıklarının, MUN konsantrasyonları 11-<br />
19 mg/dl olan ineklere göre daha az oldugu gözlenmistir.<br />
(27).<br />
<br />
<br />
Rumende Yıkımlanan Proteinlerin Üre Nitrojen<br />
Konsantrasyonuna ve Gebelik Oranına Etkisi<br />
<br />
RDP’lerin katabolizmasından dolayı yemlemeden<br />
sonra BUN konsantrasyonları artmaya baslamaktadır.<br />
RUP’lerin metabolizması ise gün boyunca<br />
sürekli olarak BUN konsantrasyonları için katkıda<br />
bulunmaktadır (19). BUN konsantrasyonları<br />
rasyondaki HP, RDP ve RUP oranlarına baglıdır<br />
(27, 52). Asırı HP içeren rasyonlarla beslenen hayvanlarda<br />
kan amonyak, uterus sekresyonundaki<br />
üre, BUN ve MUN düzeyleri artmaktadır (5, 16,<br />
40). Yüzde 12 HP içeren rasyonlarla beslenen<br />
ineklere göre %23 HP içeren rasyonlarla beslenen<br />
ineklerde uterus sekresyonlarındaki üre konsantrasyonlarının<br />
2.7 kat, BUN konsantrasyonlarının<br />
3.5 kat ve kandaki amonyak konsantrasyonlarının<br />
1.7μg/ml daha yüksek oldugu gözlenmistir (33).<br />
Fakat amonyak ve üre konsantrasyonları yemdeki<br />
protein tipine göre farklılık göstermektedir. Rumen<br />
ve kandaki amonyak konsantrasyonları sadece<br />
rasyondaki RDP oranlarından etkilenirken, kandaki<br />
üre konsantrasyonu rasyondaki hem RDP oranlarından<br />
hem de RUP oranlarından etkilenmektedir<br />
(21). Rasyondaki RDP oranı arttırıldıgı zaman hem<br />
kan amonyak hem de BUN konsantrasyonları artmaktadır<br />
(6, 53). Fakat rasyondaki RUP oranı arttırıldıgı<br />
zaman kan amonyak konsantrasyonu azalırken<br />
BUN konsantrasyonu artmaktadır (7). Bu nedenle<br />
yüksek oldugu taktirde hem RDP hem de<br />
RUP, BUN konsantrasyonlarının artısına neden<br />
olmaktadır (11, 19, 48). Fakat bazı arastırıcılar<br />
(20, 49, 56), ürenin sadece RDP’lerin katabolizması<br />
sonucu olustugunu bildirirlerken, bazı arastırıcılar<br />
(37) ise, RUP’lerin yüksek oranlarını içeren<br />
rasyonlarla beslenen sıgırların daha yüksek plazma<br />
üre konsantrasyonuna sahip olduklarını ve bu<br />
durumun muhtemelen artan aminoasitlerin<br />
deaminasyonunun bir neticesi oldugunu ileri sürmektedirler.<br />
Ham protein oranları aynı fakat<br />
yıkımlanabilir protein oranları farklı olan<br />
rasyonlarla beslenen inekler kıyaslandıgı zaman<br />
RDP oranı yüksek olan yemleri tüketen ineklerde<br />
kan amonyak ve BUN konsantrasyonlarının daha<br />
yüksek, dogum-yeniden gebe kalma aralıgının<br />
daha uzun ve gebelik oranlarının daha düsük oldugu<br />
gözlenmistir (12, 24). Rasyonun HP oranı RDP<br />
kullanılarak %16’dan %19’a çıkartıldıgında PUN<br />
degerinin 12.3 mg/dl’den 19.3 mg/dl’ye çıktıgı ve<br />
bu hayvanlarda ilk tohumlamadaki gebelik oranının<br />
%17 oranında azaldıgı bildirilmektedir (12).<br />
<br />
Özellikle ilk bahar ve yaz aylarında meradaki otlar<br />
RDP bakımından zengindir. Bu aylarda meraya<br />
çıkan hayvanlar fazla miktarda RDP’ye maruz kaldıkları<br />
için rumen ve kanda amonyak, BUN ve<br />
MUN konsantrasyonları artar (54).<br />
<br />
Meraya dayalı beslemeye geçilince MUN degerlerinde yaklasık<br />
olarak 5.6 mg/dl’lik bir artıs oldugu bildirilmektedir<br />
(13). Kısın kapalı ahırda beslenen hayvanlarda<br />
MUN konsantrasyonları 6-16 mg/dl arasında iken<br />
yazın meraya çıkan hayvanlarda MUN degerlerinin<br />
17-25 mg/dl’ye kadar çıktıgı bildirilmektedir (40,<br />
56). Bu nedenlerden dolayı ilk bahar ve yaz aylarında<br />
meraya dayalı besleme yapılan hayvanlarda<br />
buzagılama-ilk östrus aralıgı uzamakta ve gebelik<br />
oranları düsmektedir (41, 43).<br />
<br />
Rasyonda yüksek orandaki RDP’den ziyade RUP<br />
oranlarının arttırılmasının daha düsük BUN konsantrasyonlarına<br />
neden oldugu ve fertiliteyi artırdıgı<br />
bildirilmektedir (11, 22). Özellikle yemde yüksek<br />
oranda bulunan ve RDP kaynagı olarak kullanılan<br />
soya yerine RUP kaynagı olarak balık ununun kullanılmasıyla<br />
BUN ve kan amonyak degerlerinin<br />
azaldıgı ve bu azalmanın gebelik oranlarında %<br />
20’ye kadar varan oranlarda artmaya neden oldugu<br />
gözlenmistir (6). Bununla birlikte rasyonda mısır<br />
gluteni veya kan unu gibi yıkımlanabilirlik oranı<br />
düsük olan protein kaynaklarının kullanılması da<br />
BUN konsantrasyonlarının düsmesine neden olmaktadır<br />
(38, 49). Yine yemdeki soyanın formaldehitle<br />
muamele edilerek rumende yıkımlanma oranının<br />
azaltılmasıyla rumen sıvısındaki amonyagın ve<br />
BUN konsantrasyonlarının azaldıgı, gebelik oranının<br />
%13 oranında arttıgı ve dogum-yeniden gebe<br />
kalma aralıgının kısaldıgı gözlenmistir (24).<br />
<br />
Bazı arastırmacılar (38) rasyondaki HP oranlarının<br />
sabit tutulup RUP oranlarının arttırılmasının PUN<br />
konsantrasyonlarını azalttıgını fakat bu azalmanın<br />
gebelik oranlarında ve dogum-yeniden gebe kalma<br />
aralıgında pozitif yönde bir degisiklige neden olmadıgını<br />
bildirmektedirler. Rasyondaki RDP’lerin yerine<br />
rumende yıkımlanma oranı düsük olan protein<br />
kaynaklarının kullanılmasıyla BUN konsantrasyonlarında<br />
bir azalma olmadıgı belirlenen çalısmalarda<br />
vardır (19). Bununla birlikte bir çok çalısmada<br />
rasyondaki proteinlerin rumende yıkımlanabilirliklerine<br />
bakmaksızın yüksek oranda HP<br />
içeren rasyonlarla beslenen sıgırlarda BUN degerlerinin<br />
arttıgı ve gebelik oranlarının azaldıgı bildirilmektedir<br />
(26, 33, 51)<br />
<br />
Sonuç olarak, yüksek oranda protein içeren<br />
rasyonlarla beslenen sıgırlarda BUN konsantrasyonu<br />
artmaktadır. Artan BUN konsantrasyonu ise<br />
uterus ortamını olumsuz etkileyerek erken<br />
embriyonik ölümlere sebep olarak fertiliteyi azaltır.<br />
Özellikle sütçü sıgırlarda BUN konsantrasyonu için<br />
19-20 mg/dl kritik deger olarak kabul edilmektedir.<br />
BUN konsantrasyonu 19-20 mg/dl’yi asan hayvanlarda<br />
gebe kalma olasılıgı 3 kat azalmaktadır.<br />
<br />
Bu nedenle uygun reprodüktif verimliligi saglamak için<br />
rasyonda kuru madde bazında HP oranının %17<br />
ve RDP oranının %10 olarak sınırlandırılması tavsiye<br />
edilmektedir<br />
<br />
Kaynaklar<br />
<br />
1. Aydın I ve Güler M, 2004. Sıgırlarda kan ürenitrojen<br />
düzeyinin gebelik oranı üzerine etkisinin<br />
arastırılması. Vet Bil Derg, 20:1, 85-94.<br />
2. Baker LD, Ferguson JD and Chalupa W,<br />
1995. Responses in urea and true protein of<br />
milk to different protein feeding schemes for<br />
dairy cows. J Dairy Sci, 78:11, 2424-2434.<br />
3. Barton BA, Rosario HA, Anderson GW,<br />
Grindle BP and Carroll DJ, 1996. Effects of<br />
dietary crude protein, breed, parity and health<br />
status on the fertility of dairy cows. J Dairy Sci,<br />
79: 12, 2225-2236.<br />
4. Blanchard T, Ferguson J, Love L, Takeda T,<br />
Henderson B, Hasler J and Chalupa W, 1990.<br />
Effect of dietary crude-protein type on<br />
fertilization and embryo quality in dairy cattle.<br />
Am J Vet Res, 51:6, 905-908.<br />
5. Blauwiekel R, Kincaid RL and Reeves JJ,<br />
1986. Effect of high crude protein on pituitary<br />
and ovarian function in holstein cows. J Dairy<br />
Sci, 69: 2, 439-446.<br />
6. Bruckental I, Drori D, Kaim M, Lehrer H and<br />
Folman Y, 1989. Effects of source and level of<br />
protein on milk yield and reproductive<br />
performance of high-producing primiparous<br />
and multiparous dairy cows. Anim Prod,<br />
48:319-329.<br />
7. Bruckental I, Holtzman M, Kaim M, Aharoni Y,<br />
Zamwell S, Voet H and Arieli A, 2000. Effect<br />
of amount of undegradable crude protein in<br />
the diets of high-yielding dairy cows on energy<br />
balance and reproduction. Livestock<br />
Production Sciences, 63: 2, 131-140.<br />
8. Butler WR, 1998. Review: Effect of protein<br />
nutrition on ovarian and uterine physiology in<br />
dairy cattle, Symposium: Optimizing protein<br />
nutrition for reproduction and lactation. J Dairy<br />
Sci, 81:9, 2533-2539.<br />
9. Butler WR, 2000. Nutritional interactions with<br />
reproductive performance in dairy cattle. Anim<br />
Reprod Sci, 60:61, 449-457.<br />
10. Butler WR, 2005. Relationships of dietary protein<br />
and fertility. Adv Dairy Technol, 17, 159-<br />
168.<br />
11. Butler WR, Calaman JJ and Beam SW, 1996.<br />
Plasma and milk urea nitrogen in relation to<br />
pregnancy rate in lactating dairy cattle. J Anim<br />
Sci, 74: 858-865.<br />
12. Canfield RW, Sniffen CJ and Butler WR, 1990.<br />
Effects of excess degradable protein on<br />
postpartum reproduction and energy balance<br />
in dairy cattle. J Dairy Sci, 73: 9, 2342-2349.<br />
13. Carlsson J and Pehrson B, 1993. The<br />
relationships between seasonal variations in<br />
the concentration of urea in bulk milk and the<br />
production and fertility of dairy herds. J Vet<br />
Med A, 40:3, 205-212.<br />
14. Carlsson J and Pehrson B, 1994. The<br />
influence of the dietary balance between<br />
energy and protein on milk urea concentration.<br />
Experimental trials assessed by two different<br />
protein evaluation systems. Acta Vet Scand,<br />
35: 2, 193-205.<br />
15. Carroll DJ, Barton BA, Anderson GW and<br />
Smith RD, 1988. Influence of protein ıntake<br />
and feeding strategy on reproductive<br />
performance of dairy cows. J Dairy Sci, 71:<br />
12, 3470-3481.<br />
16. Chalupa W, 1984. Discussion of protein<br />
symposium. J Dairy Sci., 67: 1134-1146.<br />
17. Coskun B, Erdogan S ve Inal F, 1997. Hayvan<br />
Besleme Ders Notları, Konya: Selçuk Üniversitesi<br />
Veteriner Fakültesi Yayın Ünitesi. p.1-<br />
59.<br />
18. Elrod CC and Butler WR, 1993. Reduction of<br />
fertility and alteration of uterine pH in heifers<br />
fed excess ruminally degradable protein. J<br />
Anim Sci, 71:3, 694-701.<br />
19. Elrod CC, Van Amburgh M and Butler WR,<br />
1993. Alterations of pH in response to<br />
ıncreased dietary protein in cattle are unique<br />
to the uterus, J Anim Sci, 71:3, 702-706.<br />
20. Ferguson JD, 1996. Diet, production and<br />
reproduction in dairy cows, Anim Feed Sci<br />
Tech, 59:1-3, 173-184.<br />
21. Ferguson JD and Chalupa W, 1989. Impact of<br />
protein nutrition on reproduction in dairy cows,<br />
Symposium: Interactions of nutrition and<br />
reproduction. J Dairy Sci, 72: 746-766.<br />
22. Ferguson JD, Blanchard T, Galligan DT,<br />
Hoshall DC and Chalupa W, 1988. Infertility in<br />
dairy cattle fed a high percentage of protein<br />
degradable in the rume., JAVMA, 192:5, 659-<br />
662.<br />
55<br />
Erciyes Üniv Vet Fak Derg 4(1) 49-56, 2007 I. AYDIN<br />
23. Ferguson JD, Galligan DT, Blanchard T and<br />
Reeves M, 1993. Serum urea nitrogen and<br />
conception rate: The usefulness of test<br />
information. J Dairy Sci, 76: 12, 3742-3746.<br />
24. Folman F, Neumark H, Kaim M and Kaufmann<br />
W, 1981. Performance, rumen and blood<br />
metabolites in high-yielding cows fed varying<br />
protein percents and protected soybean. J<br />
Dairy Sci, 64:759-768.<br />
25. Garcia-Bojalil CM, Staples CR, Risco CA,<br />
Savio JD and Thatcher WW, 1998. Protein<br />
degradability and calcium salts of long-chain<br />
fatty acids in the diets of lactating dairy cows:<br />
Reproductive responses. J Dairy Sci, 81:5,<br />
1385-1395.<br />
26. Garcia-Bojalil CM, Syaples CR, Thatcher W<br />
and Drost M, 1994. Protein intake and<br />
development of ovarian follicles and embryos<br />
of superovulated nonlactating dairy cows. J<br />
Dairy Sci, 77:9, 2537-2548.<br />
27. Godden SM, Kelton DF, Lissemore KD,<br />
Walton JS, Leslie KE and Lumsden JH, 2001.<br />
Milk urea testing as a tool to monitor<br />
reproductive performance in ontario dairy<br />
herds. J Dairy Sci, 84:6, 1397-1406.<br />
28. Gustafsson AH and Carlsson J, 1993. Effects<br />
of silage quality, protein evaluation systems<br />
and milk urea content on milk yield and<br />
reproduction in dairy cows. Livestock<br />
Production Sciences, 37:91-105.<br />
29. Gustafsson AH and Palmquist DL, 1993.<br />
Diurnal variation of rumen ammonia serum<br />
urea, and milk urea in dairy cows at high and<br />
low yields. J Dairy Sci, 76: 475-484.<br />
30. Hammon DS, Holyoak GR and Dhiman T,<br />
2005. Association between blood plasma urea<br />
nitrogen levels and reproductive fluid urea<br />
nitrogen and ammonia concentrations in early<br />
lactating dairy cows. Anim Reprod Sci, 86,<br />
195-204.<br />
31. Hof G, Vervoorn MD, Lenaers PJ and<br />
Tamminga S, 1997. Milk urea nitrogen as a<br />
tool to monitor the protein nutrition of dairy<br />
cows. J Dairy Sci, 80:12, 3333-3340.<br />
32. Howard HJ, Aalseth EP, Adams GD and Bush<br />
LJ, 1987. Influence of dietary protein on<br />
reproductive performance of dairy cows. J<br />
Dairy Sci, 70:8, 1563-1571.<br />
33. Jordan ER, Chapman TE, Holtan DW and<br />
Swanson LV, 1983. Relationship of dietary<br />
crude protein to composition of uterine<br />
secretions and blood in high-producing<br />
postpartum dairy cows. J Dairy Sci, 66:9,<br />
1854-1862.<br />
34. Kaim M, Folman Y and Neumark H, 1983. The<br />
effect of protein intake and lactation number<br />
on post-partum body weight loss and<br />
reproductive performance of dairy cows. Anim<br />
Prod, 37: 229-235.<br />
35. Kenny DA, Humpherson PG, Leese HJ, Morris<br />
DG, Tomos AD, Diskin MG and Sreenan JM,<br />
2002. Effect of elevated systemic<br />
concentrations of ammonia and urea on the<br />
metabolite and ionic composition of oviductal<br />
fluid in cattle. Biol Reprod, 66: 1797-1804.<br />
36. Larson SF, Butler WR and Currie WB, 1997.<br />
Reduced fertility associated with low<br />
progesterone postbreeding and increased milk<br />
urea nitrogen in lactating cows. J Dairy Sci,<br />
80:7, 1288-1295.<br />
37. Laven RA and Drew SB, 1999. Dietary protein<br />
and the reproductive performance of cows.<br />
Vet Rec, 145:24, 687-695.<br />
38. Mccormick ME, French DD, Brown TF, Cuomo<br />
GJ, Chapa AM, Fernandez JM, Beatty JF and<br />
Blouın DC, 1999. Crude protein and rumen<br />
undegradable protein effects on reproduction<br />
and lactation performance of holstein cows. J<br />
Dairy Sci, 82:12, 2697-2708.<br />
39. McEvoy TG, Robinson JJ, Aitken RP, Findlay<br />
PA and Robertson IS, 1997. Dietary excesses<br />
of urea influence the viability and metabolism<br />
of preimplantation sheep embryos and may<br />
affect fetal growth among survivors. Anim<br />
Reprod Sci, 47:1-2, 71-90.<br />
40. Melendez P, Donovan A and Hernandez J,<br />
2000. Milk urea nitrogen and infertility in<br />
florida holstein cows. J Dairy Sci, 83:3, 459-<br />
463.<br />
41. O’Callaghan D and Boland MP, 1999.<br />
Nutritional effects on ovulation, embryo<br />
development and the establishment of<br />
pregnancy in ruminants. Anim Sci, 68: 299-<br />
314.<br />
42. Rajala-Schultz PJ, Saville WJA and Frazer<br />
GS, 2001. Association between milk urea<br />
nitrogen and fertility in Ohio dairy cows. J<br />
Dairy Sci, 84:2, 482-489.<br />
56<br />
Sıgırlarda kan üre nitrojen ve fertilite Erciyes Üniv Vet Fak Derg 4(1) 49-56, 2007<br />
43. Refsdal AO, Baevre L and Bruflot R, 1985.<br />
Urea concentration in bulk milk as an indicator<br />
of the protein supply at the herd level. Acta<br />
Vet Scand, 26, 2, 153-163.<br />
44. Rhoads ML, Rhoads RP, Gilbert RO, Toole R<br />
and Butler WR, 2006. Detrimental effects of<br />
high plasma urea nitrogen levels on viability of<br />
embryos from lactating dairy cows. Anim<br />
Reprod Sci, 91, 1-10.<br />
45. Roche JF, Mackey D and Diskin MD, 2000.<br />
Reproductive management of postpartum<br />
cows. Anim Reprod Sci, 60-61, 703-712.<br />
46. Ropstad E and Refsdal AO, 1987. Herd<br />
reproductive performance related to urea<br />
concentration in bulk milk. Acta Vet Scand, 28:<br />
1, 55-63.<br />
47. Ropstad E, Vik-Mo L and Refsdal O, 1989.<br />
Levels of milk urea, plasma constituents and<br />
rumen liquid ammonia in relation to the<br />
feesing of dairy cows during early lactation.<br />
Acta Vet Scand, 30: 2, 199-208.<br />
48. Roseler DK, Ferguson JD, Sniffen CJ and<br />
Herrema J, 1993. Dietary protein degradability<br />
effects on plasma and milk urea nitrogen and<br />
milk nonprotein nitrogen in holstein cows. J<br />
Dairy Sci, 76: 525-534.<br />
49. Rusche WC, Cochran RC, Corah LR,<br />
Stevenson JS, Harmon DL, Brandt RT and<br />
Minton JE, 1993. Influence of source and<br />
amount of dietary protein on performance,<br />
bloodmetabolites, and reproductive function of<br />
primiparous beef cows. J Anim Sci, 71:3, 557-<br />
563.<br />
50. Sonderman JP and Larson LL, 1989. Effect of<br />
dietary protein and exogenous gonadotropinreleasing<br />
hormone on circulating progesterone<br />
concentrations and performance of holstein<br />
cows. J Dairy Sci, 72: 8, 2179-2183.<br />
51. Spain JN, Lucy M and Hardin DK, 1997.<br />
Effects of nutrition on reproduction in dairy<br />
cattle. Youngquist RS ed. Current Therapy in<br />
Large Animal Theriogenology. Philadelphia:<br />
Lea-Febiger. pp 416-423.<br />
52. Studer E, 1998. A veterinary perspective of<br />
on-farm evaluation of nutrition and<br />
reproduction. J Dairy Sci, 81:3, 872-876.<br />
53. Tamminga S, 2006. The effect of the supply of<br />
rumen degradable protein and metabolisable<br />
protein on negative energy balance and<br />
fertility in dairy cows. Anim Reprod Sci, 96,<br />
227-239.<br />
54. Trevaskis LM and Fulkerson WJ, 1999. The<br />
relationship between various animal and<br />
management factors and milk urea and its<br />
association with reproductive performance of<br />
dairy cowws grazing pasture. Livestock<br />
Production Sciences, 57: 255-265.<br />
55. Visek WJ, 1984. Ammonia: Its effects on<br />
biological systems, metabolic hormones and<br />
reproduction. J Dairy Sci, 67, 481-498.<br />
56. Wittwer FG, Gallardo P, Reyes J and Opitz H,<br />
1999. Bulk milk urea concentrations and their<br />
relationship with cow fertility in grazing dairy<br />
herds in Southern Chile. Prev Vet Med, 38:<br />
159-166.RUSTEM BAYRAM OGLUhttp://www.blogger.com/profile/14717989559050705971noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4579075721014937835.post-8598747836755730712010-05-14T22:30:00.000+03:002010-05-14T22:30:05.678+03:00The effect of temperature stress on dairy cows<div class="separator" style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none; clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj97OzMgee5e8hyphenhyphenGV4JgGDTICh57meEgPIdNBIaJEetvF8NcrxkLH_fdri25eI9mrdk-jMEO_TDgkJRhvxUE3RQbw6h56g0_qeuSX5tX2L5A8FG0nIc0T1kaRNhyphenhyphenIRgco3mQ8_Wo_L3/s1600/images.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="135" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj97OzMgee5e8hyphenhyphenGV4JgGDTICh57meEgPIdNBIaJEetvF8NcrxkLH_fdri25eI9mrdk-jMEO_TDgkJRhvxUE3RQbw6h56g0_qeuSX5tX2L5A8FG0nIc0T1kaRNhyphenhyphenIRgco3mQ8_Wo_L3/s200/images.jpg" width="200" wt="true" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgrf-7jPbGfuHtzp6dnBky7vM_0wb8zbPx3R0Kwj29OS3e-PAdTA61lS6c_58nnzdkpgTRMOsvSbN4to5B2Ah63Np4QfWWN0yaPiqv_dlUu4ODcN0u5AVnjmBe-bfneUnInVPNLgHpn/s1600/images-111.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgrf-7jPbGfuHtzp6dnBky7vM_0wb8zbPx3R0Kwj29OS3e-PAdTA61lS6c_58nnzdkpgTRMOsvSbN4to5B2Ah63Np4QfWWN0yaPiqv_dlUu4ODcN0u5AVnjmBe-bfneUnInVPNLgHpn/s320/images-111.jpg" wt="true" /></a></div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><br />
</div><br />
<br />
<br />
<br />
J. Praks<br />
<br />
When environmental temperatures move out of the thermoneutral zone (or comfort zone) dairy cattle begin to experience either heat stress or cold stress. Either stress requires the cow to increase the amount of energy used to maintain the body temperature and there is less energy available to produce milk. Thermoneutral zone is the range of environmental temperatures where normal body temperature is maintained and heat production is at the basal level. The ranges of thermoneutral zone are from lower critical temperature (LCT) to upper critical temperature (UCT). LCT is the environmental temperature at which an animal needs to increase metabolic heat production to maintain body temperature. UCT is the environmental temperature at which the animal increases heat production as a consequence of a rise in body temperature resulting for inadequate evaporative heat loss (Yousef, 1985). Thermoneutral zone depends on the age, breed, feed intake, diet composition, previous state of temperature acclimatization, production, housing and stall conditions, tissue (fat, skin) insulation and external (coat) insulation, and the behaviour of the animal. UCT is given as 25-26 ºC , LCT as a range from -16 to -37 ºC for dairy cows (Berman et al., 1985; Hamada, 1971). LCT for newborn calves is 10 ºC in dry and draught-free environment. LCT decreases to 0 ºC by the time the calf is 1 month old <br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Temperature-humidity index (THI) could be used as an indicator of thermal climatic conditions. THI is determined by equation from the relative humidity and the air temperature and is calculated for a particular day according to the following formula (Kadzere et al., 2002):<br />
<br />
THI=0.72 (W+D) +40.6<br />
Where W – wet bulb temperature ºC<br />
D – dry bulb temperature ºC<br />
<br />
The principle of THI is that as the relative humidity at any temperature increases, it becomes progressively more difficult for the animal to cool itself. (RCI Technical Information. The influence of temperature humidity index on cow performance).<br />
<br />
THI values of 70 or less are considered comfortable, 75 – 78 stressful, values greater than 78 cause extreme stress<br />
(http://www.guaranteedweather.com/page.php?content_id=25)<br />
<br />
<br />
Heat stress<br />
<br />
Heat stress for the dairy cow can be understood to indicate all high temperature-related forces that induce adjustments occurring from the sub-cellular to the whole animal level to help the cow avoid physiological dysfunction and for it to better fit its environment (Kadzere et al., 2002). <br />
<br />
Signs of heat stress<br />
<br />
• Restlessness <br />
• Crowding under shade or at water tanks<br />
• Panting (open-mouthed breathing)<br />
• Increased salivation<br />
• Increased respiration rate (gasping):<br />
80 to 120 breaths per minute moderate heat stress<br />
120 to 160 breaths per minute strong heat stress<br />
Over 160 breaths per minute severe heat stress<br />
• Rates of gut and ruminal motility are reduced<br />
• Lethargy<br />
• Decreased activity<br />
• Reduced feed intake<br />
Under continuous heat stress lactating cows begin to show a decline in the intake at 25-27 ºC with a marked decline of 40% above 30 ºC. (RCI Heat stress in dairy cattle). <br />
<br />
• Increased sweating<br />
<br />
In dairy cows two types of sweating can be distinguished: both are involved in heat dissipation. The first type is insensible sweating or perspiration that leaves the body at all times, unless the relative humidity is 100%. The other type, thermal sweating, occurs as the principle evaporative cooling mechanism of the cow when the ambient temperature rises. <br />
<br />
• Rise of rectal temperature<br />
<br />
Rectal temperature is an indicator of thermal balance and may be used to assess the adversity of the thermal environment. In severe cases of heat stress the rectal temperature rise. The effect is increased when the relative humidity is greater than 50%. A rise of 1 ºC or less is enough to reduce performance in most livestock species (McDowell et al., 1976). <br />
<br />
• Reduced heart rate<br />
<br />
Initial increase in heart rates slows down when the heat stress persists. Reduced heart rate is more typical in heat-stressed cows as it is associated with the reduced rate of heat production as a response to high environmental temperatures<br />
<br />
• Increased water intake <br />
Heat stress increases water consumption by at least five times the normal level in temperate zones. Water and macro-mineral needs, influenced heavily by demands to maintain homeostasis and homeothermy, are altered for lactating dairy cows during heat stress. Milk is about 87% water, and contains large concentrations of the electrolytes Na, K, and CI. Therefore, lactating dairy cows have large turnover of water and these electrolytes (Shalit et al., 1991). <br />
<br />
• Drop in daily milk production<br />
It is accepted that heat stress is the major cause of lost production in dairy cattle in hostile regions. Some authors reported declines in the productions of milk and fat as a direct result of high environmental temperatures. This may be explaned by the negative effects the heat stress has on the secretory function of the udder (Silanikove, 1992). Some authors suggested that milk production is reduced 15%, accompanied by a 35% decrease in the efficiency of energy utilization for productive purposes, when a lactating Holstein cow is transferred from an air temperature of 18 to 30 ºC. Milk fat, solids-not-fat, and milk protein percentage decreased 39.7, 18.9 and 16.9% respectively (quoted by Kadzere et al., 2002). <br />
<br />
Metabolic responses<br />
Under heat stress metabolism is reduced, which is associated with reduced thyroid hormone secretion and gut motility, resulting in increased gut fill. Plasma growth hormone concentration and secretion rate declines with hot temperature (35 ºC). Ruminal pH is typically lower in heat stressed cattle (quoted by Kadzere et al., 2002).<br />
<br />
There are great changes in dietary electrolyte balance and acid/base balance associated with heat stress. The major electrolytes involved in dietary electrolyte balance are Na+, K+, CL¯ and the buffer HCO3¯. S= is not considered so critical in the equation of dairy cattle. Na+, K+, CL¯ are the main ions involved in sweat<br />
<br />
The effects of heat stress on dietary electrolyte balance may be summarised as: <br />
<br />
• Appetite is depressed, there is some indigestibility of feed and gut motility is slowed <br />
• Milk yield - at 35 ºC there is up to 33 % depression and at 40 ºC, as much as 50% <br />
• Loss in milk quality - fat and protein content declines <br />
<br />
• Loss in body weight <br />
<br />
• Incidence of milk fever increases <br />
<br />
• Metritis is more widespread <br />
<br />
• Uterine prolapse is more common <br />
<br />
• Mammary gland infections increase <br />
<br />
• Uterine infections increase<br />
<br />
• Udder oedema is more severe <br />
<br />
• Laminitis is more frequent<br />
<br />
• Keto-acidosis is a recurring problem <br />
<br />
• Fertility is lowered - insemination success rate falls, embryo mortality <br />
increases<br />
<br />
• Calves are often premature and small<br />
<br />
• Growing animals have markedly reduced weight gains<br />
<br />
• Drinking water intake increases<br />
<br />
• Nutrient deficiencies occur in marginally adequate diets <br />
(RCI Heat stress in dairy cattle). <br />
<br />
Water metabolism <br />
<br />
The total body water is estimated to range between 75 and 81% of the body weight for lactating dairy cows. Temperature is among the most important environmental factors controlling water intake in lactating dairy cows. Heat stress simultaneously influences both energy and water metabolism (Silanikove, 1992). Under thermal stress cows tend to have increased water content in the rumen as a result of an accelerated water turnover rate. Water loss from an animal is a continuous process; taking place all the time and increasing during the heat stress because of additional evaporative water loss. Water intake of a dairy cow under heat stress increases significantly<br />
<br />
Steps to reduce heat stress<br />
<br />
There are two main management practices that have been proposed to ameliorate the effects of heat stress: physical protection and nutritional dietary manipulation<br />
<br />
Physical protection<br />
<br />
• Natural shade<br />
Trees are an excellent natural source of shade on the pasture. Trees are not effective blockers of solar radiation but the evaporation of moisture from leaf surface cools the surrounding air. <br />
<br />
• Artificial shade<br />
Solar radiation is a major factor in heat stress. Blocking its effects through the use of properly constructed shade structures alone increases milk production remarkably. Two options are available: permanent shade structures and portable shade structures (Shearer et al., 2005).<br />
<br />
Permanent shade structures<br />
Major design parameters for permanent shade structures (orientation, floor space, height, ventilation, roof construction, feeding and water facilities, waste management system) depend on climate conditions. In hot and humid climates the alignment of the long-axis in an east-west direction achieves the maximum amount of shade and is the preferred orientation for tied animals, its north-south orientation is better where cows are free to move. Space requirements are essentially doubled in hot climate. Natural air movement under the permanent shade structure is affected by height and width, the slope of the roof, the size of the ridge opening etc. Painting metal roofs white and adding insulation directly beneath the roof will reflect and insulate solar radiation and reduce thermal radiation on cows. <br />
<br />
Portable or temporary shades<br />
Portable shades offer some advantages in their ability to be moved to a new area in different pastures. Portable shade cloth, as well as light roofing material, may be used on the temporary shades<br />
<br />
• Cooling by reducing ambient air temperature <br />
Air temperature of micro-environment can be lowered by air conditioning or refrigeration but the expense of such types of air cooling make these impractical.<br />
<br />
The evaporative cooling pad (corrugated cardboard or similar material) and a fan system which uses the energy of air to evaporate water is a more economically feasible method to cool the micro-environment.<br />
<br />
Fine mist injection apparatus – recent design of micro-environment evaporative cooling systems. This apparatus injects water under high pressure into a stream of air blown downward from above. Coolers are positioned in the roof of the shade structures or cowsheds and air is pulled through the cooler at very high rates. This system is effective in arid climates.<br />
<br />
High pressure foggers disperse a very fine droplet of water which quickly evaporates, cooling the surrounding air and raising the relative humidity. The typical design incorporates a ring of fogger nozzles attached to the exhaust side of the fan. As fog droplets are emitted they are immediately dispersed into the fan's air stream where they soon evaporate. Animals are cooled as the cooled air is blown over their body and as they inspire the cooled air.<br />
<br />
Misters. A mist droplet is larger than a fog droplet but cools air by the same principle. These systems do not work well in windy conditions or in combination with fans in humid environments, where mist droplets are too large to fully evaporate before setting to the ground. The consequence is wet bedding and feed.<br />
<br />
<br />
<br />
Enhancing the cow's natural mechanism of heat loss<br />
<br />
Cooling in hot and humid climates emphasizes shade, wetting the skin, and moving air to enhance the cow's major mechanism for the dissipation of heat – evaporative cooling from the skin.<br />
<br />
Sprinkler and fan cooling systems (Direct evaporative cooling)<br />
Sprinkling uses large water droplet size to wet the hair coat to the skin. Cooling is accomplished as water evaporates from the hair and skin. Upper body sprinkling followed by forced-air ventilation reduces body temperature, increase feed intake and milk yield.<br />
<br />
<br />
<br />
Sprayers in parlour exit lanes<br />
Exit lane sprayers are designed to automatically spray water onto the cows as they pass through.<br />
<br />
Nutritional dietary manipulation<br />
<br />
Evaporative heat loss through sweating and panting is the primary mechanism for heat loss at high environmental temperatures. As a result of water loss from sweating at high temperatures thirst is increased, more urine is excreted and the huge waterflux resulting from increased water consumption also causes heavy loss of electrolytes. Potassium (K+ ) loss from the skin increases by 500% in unshaded cattle. In attempts to conserve K+, cows increase urinary excretion rates of Na+. <br />
<br />
In high temperature there is panting respiration (an important reaction to cool the body by evaporative cooling). The rapid loss of C02 results in respiratory alkalosis. Cows compensate by increasing urinary output of HC03-. Constant replacement of this ion is critical to management of blood chemistry. Heat stress increases dietary requirements for the key electrolytes, Na+, K+ and HC03-. <br />
<br />
Dietary electrolyte balance is especially important in locations where environmental temperatures exceed 24 ºC and is exacerbated if relative humidity exceeds 50%.<br />
<br />
Management of the dietary electrolyte balance is based on adding essential body salts and electrolytes to the drinking water and feed. It stabilises the dietary electrolyte balance, promotes homeostasis, assists the osmoregulation of body fluids, stimulates appetite, ensures normal skeletal development etc.(RCI Heat Stress in Dairy Cattle; <br />
http: //www.rci.com.au/)<br />
<br />
Cold stress<br />
<br />
European cattle tend to be tolerant to cold. It is the reason why the impact of cold stress on nutrient utilization and animal performance in cattle has received less research attention. Dairy cattle are housed in the cowsheds that minimize the impact of environmental temperature fluctuations on the animals. <br />
During the last decade uninsulated loose housing cowsheds for dairy cattle have become common also in northern countries. The temperature in the animal's rooms is only a few degrees higher than the temperature outside the cowshed. This trend in dairy cattle keeping increases the importance of cold stress investigations<br />
<br />
The effects of cold stress on metabolic and physiological adaptations<br />
<br />
The next systemic reactions take place in animals suffering from cold stress:<br />
• Increased dry matter intake<br />
• Increased rumination<br />
• Increased gastrointestinal tract motility<br />
• Increased rate of passage of feed and liquid in the rumen and digestive tract <br />
• Increased basal metabolic rate and maintenance energy requirements<br />
• Increased body oxygen consumption<br />
• Increased cardiac output<br />
• Increased adrenalin, cortisol and growth hormone levels<br />
• Increased lipolysis, glyconeogenesis, glycogenolysis<br />
• Increased hepatic glycose output<br />
<br />
• Decreased rumen volume<br />
• Decreased dry matter digestibility<br />
• Decreased insulin response to a glucose infusion<br />
• Decreased temperature of skin, ears, legs<br />
<br />
There are a number of factors that alter the effects of cold temperatures on animals: wind, hair depth, hair coat conditions etc. It is important to emphasize the value of a clean, dry hair coat and clean, dry environment with minimal wind for animals exposed to low temperatures<br />
<br />
For the dairy cows cold should be considered as a local problem. Direct chilling of the udder depends as much on the thermal properties of the floor as on the temperature<br />
<br />
The potential problems in cold weather<br />
<br />
• Make sure the waterers or water tanks are not frozen<br />
• Cold weather increases feed needs of cows. Hay provides more heat during digestion than concentrate feeds. <br />
• Do not close eave inlets. This will restrict the ventilation rate and create wet, damp conditions.<br />
• Prevent draught. Cows need dry, draught-free resting area.<br />
• Use ample amount of good, dry bedding<br />
• Having dry teats when the cow leaves the parlor is important. One way to lessen the risk is to dip the teats, allow the dip of about 30 seconds and then blot dry using a paper towel.<br />
(University of Minnesota Extension Service, 2004.) <br />
<br />
Recommended literature<br />
<br />
Berman, A., Folman, Y.M., Kaim, M., Mamen, Z., Herz, D., Wolfenson, A., Grabber, Y. Upper critical temperatures and forced ventilation effects for high-yielding dairy cows in a tropical climate. J. Dairy Sci. 1985, 68, 488-495.<br />
Hamada, T. Estimation of lower critical temperatures for dry and lactating dairy cows. J. Dairy Sci., 1971, 54, 1704-1705.<br />
Kadzere C.T., Murphy M.R., Silanikove N., Maltz E. Heat stress in lactating dairy cows: a review. Livestock Production Science 77 (2002) 59-91.<br />
McDowell, R.E., Hooven, N.W., Camoens, J.K.. Effects of climate on performance of Holsteins in first lactation. J. Dairy Sci., 1976, 59, 965-973.<br />
National Research Council,. Nutrient Requirements of Dairy Cattle. National Academy Press, Washington, 1989.<br />
RCI Heat stress in dairy cattle. http://www.rci.com.au<br />
Shalit, O., Maltz, E., Silanikove, N., Berman, A. Water, Na, K, and Cl metabolism of dairy cows at onset of lactation in hot weather. J. Dairy Sci., 1991, 74, 1874-1883.<br />
Shearer J.K., Bray D.R., Bucklin R.A. The management of heat stress in dairy cattle> what we are learned in Florida.<br />
Silanikove, N. Effects of water scarcity and hot environment on appetite and digestion in ruminants: a review. Livest. Prod. Sci., 1992, 30, 175-194.<br />
Turnpenny, J.R., Wathes, C.M., Clark, J.A., McArthur, A.J. Thermal balance of livestock. 2. Applications of a parsimonious model. Agricultural and Forest Meteorology, 2000,m 101, 29-52.<br />
University of Minnesota Extension Service. Managing Dairy Cows in Cold Weather, 2004.<br />
Yousef, M.K. Basic Principles. Stress Physiology in Livestock. Vol. 1. CRC Press, Boca Raton, Fl, 1985).RUSTEM BAYRAM OGLUhttp://www.blogger.com/profile/14717989559050705971noreply@blogger.com24tag:blogger.com,1999:blog-4579075721014937835.post-30625340884570818522010-05-13T22:46:00.000+03:002010-05-13T22:46:29.131+03:00SIĞIRLARDA ABOMASUM DEPLASMANI VE OPERATİF SAĞALTIMI<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgZFi1a0rHjKGUfDk9aStbG9iXpU7W5miOTYlZsFw1QFhC2w5lGSxLkAlong4FlRHNdTZfjLilnitnA23q-RAfZ-pfXLs1NgFnuqIH4ed95nAz76BQxr514WvtOOD4N32BEAElJ-3Po/s1600/AF62EOCAW0MUXECA5L8LSBCAJS1P01CAKFT1W4CA8IAAX3CA0RCQNZCADAI209CA87845KCABPB09ACA7NEZ2BCA9G10UJCANF81NACAITQR2SCA20MK3DCAIDFWR6CAAMXDZ1CA3EP1C0CA3OYLGHCA8OT1YQ.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="248" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgZFi1a0rHjKGUfDk9aStbG9iXpU7W5miOTYlZsFw1QFhC2w5lGSxLkAlong4FlRHNdTZfjLilnitnA23q-RAfZ-pfXLs1NgFnuqIH4ed95nAz76BQxr514WvtOOD4N32BEAElJ-3Po/s320/AF62EOCAW0MUXECA5L8LSBCAJS1P01CAKFT1W4CA8IAAX3CA0RCQNZCADAI209CA87845KCABPB09ACA7NEZ2BCA9G10UJCANF81NACAITQR2SCA20MK3DCAIDFWR6CAAMXDZ1CA3EP1C0CA3OYLGHCA8OT1YQ.jpg" width="320" wt="true" /></a></div><br />
<br />
<br />
<br />
*Ali Said DURMUŞ *Emine ÜNSALDI<br />
<br />
*Fırat Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı-ELAZIĞ<br />
<br />
<br />
ÖZET<br />
Bu çalışmada sığırlarda abomasum deplasmanlarının tanımlanması, oluşum mekanizması ve sağaltımı ile ilgili kısa bilgiler verilmiş ve kliniğimize gelen olgular üzerinde yapılan çalışmanın sonuçları tartışılmıştır. <br />
Değişik ırk ve yaştaki, toplam 12 adet inekte abomasumun sola deplasmanı (LDA), olgularında sol fossa paralumbalisten, abomasumun sağa deplasmanı (RDA) olgularında ise sağ fossa paralumbalisten laparatomi yapılmış ve abomasopeksi uygulanmıştır. Sekiz adet olguda iyileşme görülürken diğer olgulardan 3 adedi kesime sevk edildi, 1 olgu ise hasta sahibi tarafından zayıfladığı gerekçesiyle kesilmiştir. <br />
Çalışmadan elde edilen sonuçlar, abomasum deplasmanı bulunan olguların, özellikle abomasumun torsiyona uğradığı durumlarda erken şirurjikal girişimle abomasopeksi uygulanarak sağaltılabileceğini göstermektedir.<br />
<br />
Anahtar kelimeler: Abomasum deplasmanı, Abomasopeksi, Sığır<br />
<br />
<br />
ABSTRACT <br />
<br />
SURGICAL CORRECTION OF DISPLACED ABOMASUM IN CATTLE <br />
<br />
In the current study, brief explanation was given on identification, mechanism of occurence, and treatment of displacement of abomasum, and then, materials, methods and results of the experimental study were discussed.<br />
This study was conducted on 12 cattle with different breed and age. The laparatomy was carried out in the left flank on left displaced abomasum (LDA), and in the right flank on right displaced abomasum (RDA), and abomasopexy was performed in both cases. Eight of the 12 cattle was recovered. Three cases were slaughtered, and one case was slaughtered for lose weight by the owner.<br />
The results showed that early surgical attempts (abomasopexy) were useful in displaced abomasum, particularly torsioned abomasum.<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Key words: Abomasal displacement, Abomasopexy, Cattle<br />
<br />
<br />
1. GİRİŞ <br />
Abomasum ruminantlarda dördüncü veya asıl mide olup reticulum’un kaudalinde, karın boşluğunun ventral duvarı üzerinde yer alır (Anteplioğlu ve ark. 1986; Aslanbey ve Candaş, 1994; Hesselholt ve Grymer, 1984; Hickman ve ark., 1995). <br />
<br />
Abomasumun biriken sıvı ve gaz nedeniyle genişlemesi ve mekanik olarak normal pozisyonundan ayrılarak rumen ve sol lateral abdominal duvar arasında yer alması durumuna abomasumun sola deplasmanı (LDA) adı verilir (Raizman ve Santos, 2002). Abomasumun yer değiştirmesi ile birlikte mide genişler ve içinde gaz birikir. Bu tür olgularda abomasumda dilatasyon ile hipotonik bir durum da saptanır (Anteplioğlu ve ark. 1986). Bu yer değiştirme, omasumun da yerinin değişmesine ve duedonumun aşağı doğru inmesine neden olur (Yücel 1992). Abomasum’un dilatasyonu ile birlikte sağa doğru yer değiştirmesi ve organın karın duvarı ile ince bağırsaklar arasında değişik derecelerde yer alması durumuna ise abomasumun sağa deplasmanı (RDA) denilir (Anteplioğlu ve ark. 1986, Yücel 1992). <br />
LDA’nın oluşumunda pek çok faktör rol oynar. Alınan yiyecek miktarı, doğum sonrası karın boşluğundaki ani artış, fazla miktarda yedirilen konsantre yemler, hipokalsemi, metritis, mastitis, retensio sekundinarum, diyare, ketozis, yetersiz kaba yem alınması, yüksek ham proteinli diyetler, abomasum ülserleri, abomasum atonisi ve genetik predispozisyonlar abomasumun yer değiştirmesin-de etkili olurlar (Rohrbach ve ark., 1999). <br />
<br />
<br />
<br />
Yaş ve mevsim faktörleri de etiyolojide rol oynamak-tadır (Constable ve ark., 1992).<br />
LDA olgularında abomasum içeriğinde minimal azalma olabilir. Hafif bir hipokloremi, hipokalemi ve metabolik alkaloz görülebilir (Robertson, 1966).<br />
RDA olgularında, pyloris spazmları ve stenozları ile duedenal ileusların primer olarak etkili olduğu bilinmektedir. Ayrıca vagus paralizileri, abomasitisler, yabancı cisim hastalıkları, rumen atonileri ve dolgunlukları ile gebe uterustaki pozisyon değişiklikleri mekanik olarak hastalığın oluşmasında etkili olurlar (Anteplioğlu ve ark. 1986).<br />
RDA olgularında abomasum’un fundus bölümü ventralde, pars pylorica bölümü ise dorsalde yer alır. En sık rastlanan şekli 180o lik torsiyona uğramış formudur (Anteplioğlu ve ark. 1986). Abomasumun sağa torsiyonu (RTA) olgularında; abomasum longitudinal aksisi ve mezenterik veya omental aksisi olmak üzere 2 şekilde bükülür. Pyloris ve duedonumun proksimal kısmı abdomenin sağ kranial bölgesi içerisine girer. Abomasumda sıvı birikimi sonucunda ince bağırsaklara geçişin engellenmesi, hipokloremik ve hipokalemik metabolik alkalozla sonuçlanır. Torsiyon olmadan abomasumun sağa dilatasyonu ve deplasmanı RTA’ya benzer klinik belirtiler gösterebilir. Bununla birlikte farklılık; deneysel celiotomi, abomasumun pozisyonu ve torsiyonun palpasyonu ile belirlenebilir (Simpson ve ark., 1985; Smith, 1978).<br />
<br />
Abomasum deplasmanı olgularının sağaltımı için hayvanı aç bırakma, döndürme ve yuvarlama gibi konservatif sağaltım yöntemleri bulunduğu gibi, bu yöntemlerin sonuç vermediği olgularda operatif olarak yer değiştirmiş olan abomasumun normal konumuna getirilmesi yoluna da başvurulabilir. Operasyonla normal konumuna getirilen abomasum, omentopeksi veya abomasopeksi ile karın duvarına dikilir (Aslanbey ve Candaş, 1994). <br />
Bu çalışmada sığırlarda gözlenen LDA ve RDA olguları, ve operatif sağaltım yöntemlerinin tanımlanması ve sonuçlarının tartışılması amaçlanmıştır.<br />
<br />
<br />
<br />
2. MATERYAL VE METOT<br />
Çalışmada iştahsızlık ve kabızlık şikayeti ile kliniğimize getirilen farklı ırk ve yaşta, 12 adet inekte rastlanan abomasum deplasmanları konu edildi. <br />
<br />
Operatif sağaltımına karar verilen hayvanların deplasmanın olduğu taraftaki fossa <br />
paralumbalis bölgesi karın bölgesinin median hattına kadar tıraş ve dezenfekte edildi. Bütün olguların operatif sağaltımı abomasopeksi ile gerçekleştirildi.<br />
LDA olgularında, laparatomi abomasum’a daha kolay ulaşabilmek amacıyla sol fossa paralumbaliste, yabancı cisim operasyon bölgesinin 5-10 cm daha ventralinden gerçekleştirildi. Deri ve kaslar bilinen yöntemlerle ensize edildikten sonra yara dudakları iki tarafa ekarte edildi. Yaklaşık olarak iki metre uzunluğunda 3 numara ipek iplik ile ipliğin orta kısmına denk düşecek şekilde abomasumun curvatura major’u üzerine 15 cm’lik sero-musculer dikiş uygulandı. İpliğin serbest olan iki ucu, cartilago xiphoidea’nın önü ve sağ tarafında deriye yapılan küçük bir ensizyondan dışarıya çıkarıldı. Bir taraftan abomasum kranio-ventral yöne doğru itilirken, diğer taraftan ipliklerin uçları yavaş bir şekilde dışarıya çekilerek abomasumun karın boşluğunun ventral duvarında parietal peritona temas etmesi sağlandı. Normal konumunu alan abomasum kontrol edildikten sonra ipliklerin uçları deri üzerinde düğümlendi. İpliklerin deriyi kesmemesi için deri ile iplik arasına yeteri miktarda gazlı bez yerleştirildi (Aslanbey ve Candaş 1994).<br />
<br />
RDA olgularında ise, laparatomi sağ fossa paralumbaliste gerçekleştirildi. Gazla dolu abomasumun boşaltılması için punksiyon yapılacak yere iç içe iki adet sero-muskuler dikiş uygulandı. Bu dikişlerin tam ortasına lastik boru takılmış kanül batırılarak abomasum içeriği yeteri miktarda dışarıya alındı. Daha sonra bu sirküler dikişler büzülerek düğümlendi. Abomasum torsiyon durumu düzeltildikten sonra, sola deplasmanlarda olduğu gibi curvatura majora dikiş uygulanarak normal yerine alındı ve tespit işlemleri gerçekleştirildi. <br />
<br />
RDA’lı olgulardan birinde retikulumda yabancı cisim bulunmaktaydı ve bu nedenle aynı zamanda rumenotomi uygulandı. <br />
Olguların tümünde postoperatif 3 gün süre ile sıvı desteği sağlandı. Operasyondan sonra hayvanlara 1 hafta süreyle parenteral antibiyotik uygulandı. İyileşen olguların deri dikişleri 10 gün sonra alındı.<br />
Olgularla ilgili özet bilgiler Tablo 1’ de verilmiştir. <br />
<br />
3. BULGULAR<br />
Abomasum deplasmanı tanısı ve operatif sağaltım istemi ile kliniğimize getirilen sığırların hepsi dişi olup, bunlardan 5 adedi Holstein, 4 adedi Montofon ve 3 adedi de Simental ırkına aitti ve yaşları 1 ile 5 arasında değişmekteydi<br />
<br />
Olguların 5 tanesinde abomasumun sola, diğer 7 tanesi ise sağa doğru oluşmuştu.<br />
Olguların oluşum süresi 3 gün ile bir hafta arasında değişmekteydi. Alınan anamnezlerde olguların hepsinin 4 gün ile 40 gün arasında değişen süreler öncesinde doğum yaptıkları, bazı olgularda bu süreler içerisinde yem değişiklikleri yapıldığı ve çoğu olguda ahırlarda yalama taşı bulundurulmadığı belirlendi. <br />
Yapılan klinik kontrollerde hayvanlarda dehidrasyon bulunduğu, rumen hareketlerinin <br />
azaldığı belirlendi. Beden ısısı, solunum sayısı ve nabız normal sınırlar içerisindeydi. <br />
<br />
Operatif sağaltım uygulanan olguların tümünde değişen miktarlarda gaz birikimi ve kötü kokulu bir içerik bulunduğu belirlendi. Sağa deplasman olgularında torsiyonun derecesine göre abomasumda iskemik bölgeler saptandı. İskeminin yoğun olduğu ve üzerinden uzun süre geçmiş olgularda yer yer nekroze bölgeler gözlendi.<br />
<br />
Tablo 1. Olgularla İlgili Özet Bilgiler<br />
<br />
<br />
Olgu No Irk Yaş Tanı Bulgular Sağaltım Sonuç<br />
1 Holstein 5 LDA Abomasumun rengi normal görünümde. Abomasopeksi uygulandı İyileşti<br />
2 Holstein 5 RDA Abomasumda torsiyon var Abomasopeksi uygulandı İyileşmedi<br />
3 Montofon 3 RDA Abomasumun rengi normal görünümde. Abomasopeksi uygulandı İyileşti<br />
4 Holstein 5 LDA Abomasumun rengi normal görünümde. Abomasopeksi uygulandı İyileşti<br />
5 Holstein 2 LDA Tam deplasman, omentumla örtülü, sıvı az, abomasumun rengi normal Abomasopeksi uygulandı İyileşti<br />
6 Simental 4 RDA+ reticulumda yabancı cisim Abomasumun rengi normal görünümde, fazla miktarda gaz ve sıvı birikimi var. Abomasopeksi uygulandı<br />
+ Rumenetomi İyileşti<br />
7 Simental 5 RDA Abomasum’da nekrotik bölgeler mevcut, sıvı içeriği az, bağırsak bölümünde kum birikintisi var. Abomasopeksi uygulandı İyileşti<br />
8 Simental 3 RDA Nekrotik bölgeler var.<br />
Fazla miktarda gaz ve sıvı birikimi var. Abomasopeksi uygulandı İyileşmedi<br />
9 Montofon 1 RDA Nekrotik bölge yok, Abomasumda torsiyon var. Abomasopeksi uygulandı İyileşmedi<br />
10 Montofon 3 LDA Abomasumun rengi normal görünümde. Abomasopeksi uygulandı İyileşmedi<br />
11 Holstein 5 RDA Abomasumda nekrotik bölge yok, torsiyon var. Abomasopeksi uygulandı İyileşti<br />
12 Montofon 5 LDA Abomasumun rengi normal görünümde. Abomasopeksi uygulandı İyileşti<br />
<br />
<br />
Yapılan operatif sağaltım sonucunda olguların 8 tanesinde tam iyileşme sağlanırken, diğer 4 olgudan 3 tanesi iyileşme görülmemesi nedeniyle kesime sevk edildi. Bir olgu ise hasta sahibi tarafından 4. günde iştahsız olduğu ve kilo kaybettiği gerekçesiyle kesilmiştir. İyileşen olguların 4 tanesini sağa, diğer 4 tanesini ise sola deplasman olguları oluşturdu<br />
<br />
<br />
4. TARTIŞMA VE SONUÇ<br />
Abomasum deplasmanları ile sığır yetiştiriciliğinde önemli bir sorun olarak sıklıkla karşılaşılmaktadır.<br />
Karatzias (1992), yaptığı çalışmada abomasum deplasmanlarının genellikle 5-6 yaş-larında görüldüğünü bildirmiştir. Bu çalışmada ise 12 olgu 1-5 yaş arasında değiş-mekteydi ve bulgular araştırmacının bildirdiği ile uyumlu değildi. <br />
<br />
Çalışmayı oluşturan olguların tümünün hastalık oluşmadan 4 ile 40 gün önce doğum yapmaları ve ayrıca RDA’lı olguların birinde retikulumda yabancı cisim bulunması araştırmacı-ların (Anteplioğlu ve ark.,1986; Rohrbach ve ark., 1999; Yücel, 1992), hastalığın etiyolojisi ile ilgili bildirdiklerini hatırlatmaktadır. <br />
<br />
Abomasum deplasmanlarının sağaltımındaki esas amaç abomasumun normal anatomik pozisyonuna getirilmesidir. Şirurjikal olmayan yöntemler abomasumun stabilizasyonunda yetersiz kalırlar ve nüks olayları gözlenebilir (Grymer ve Sterner, 1982; Hickman ve ark., 1995). Fiksasyon tekniklerinin maliyetinin pahalı oluşu başlıca dezavantajdır.<br />
Abomasum deplasmanlarının sağaltımında yuvarlama, yuvarlama ve toggle pin veya bar dikişi (Raizman ve Santos, 2002), yuvarlama ve kapalı dikiş uygulaması (Grymer ve Sterner, 1982), <br />
<br />
sağ omentopeksi (Bückner, 1995) ve sol abomasopeksi, sağ paramedian abomasopeksi (Petty, 1981), sol omentopeksi ve sol abomasopeksi (McCreath ve Anderson, 1983), uygulanabilmektedir. Sadece yuvarlamada genellikle 2 hafta içerisinde, hatta genellikle 2 saat içerisinde deplasman nükseder. Ayrıca yuvarlama tekniğinde, abomasal ve intestinal volvulusun en ciddi komplikasyonlar olarak gözlenebildiği bildirilmiştir (Raizman ve Santos, 2002). Bu nedenle yapılan bu çalışmada konservatif sağaltım yöntemleri denenmemiştir.<br />
<br />
LDA olgularında sağ paralumbar abomasopeksi, sol paralumbar abomasopeksi ve sağ paramedian abomasopeksi olmak üzere 3 şirurjikal yaklaşım yöntemi bulunduğu bildirilmektedir (Fubini ve ark., 1992; Lowe ve ark., 1965; Pearson, 1973; Petty, 1981; Robertson ve Boucher, 1966). LDA’lı olgularda uygulanan sağ laparatomilerde enfeksiyon ve şirurjikal travma görülebilmektedir (Bückner, 1995; Grymer ve Sterner, 1982; Robertson ve Boucher, 1966). Kapalı dikiş tekniğinde peritonitis, cellulitis, abomasum deplasmanının nüksetmesi veya eviscerasyon, bağırsak obstrüksiyonu, subkutanöz abdominal ven’in tromboflebitis’i ve süt üretiminde azalma görülebilmektedir (Raizman ve Santos, 2002). Sağ paramedian abomasopeksi uygulanan olgularda ise abomasum fistülü en sık bildirilen komplikasyonlardandır (Petty, 1981; Robertson ve Boucher, 1966; Yücel, 1992). <br />
<br />
Yapılan bu çalışmada, araştırmacıların (Aslanbey ve Candaş, 1994; Görgül, 1991; Hickman ve ark., 1995; Vlaminck ve ark., 1996; Yücel, 1992), bildirdiklerine uygun olarak; LDA’lı olgularda uygulanan laparatomi sol fossa paralumbaliste, RDA’lı olgularda ise sağ fossa paralumbaliste gerçekleştirilerek abomasopeksi uygulandı. Bu şekilde deplase olan abomasuma ulaşımın ve operasyonun kolaylıkla yapılabildiği saptanmıştır. Hiçbir olguda operasyona ilişkin komplikasyon gözlenmedi. <br />
RDA’lı sığırların prognozunun abomasum volvuluslu olanlara göre daha iyi olduğu bildirilmektedir. Bunun nedeni ise ilk durumda abomasumda daha az vasküler tehlike ve dolayısıyla daha az metabolik düzensizlik bulunması olarak açıklanmaktadır (Fubini ve ark., 1991a,b). Smith (1978), RTA’nın operatif sağaltımında iyileşmenin %35-80 arasında değiştiği bildirilmektedir. Bu çalışmada ise RDA’lı olup sağaltıma yanıt vermeyen 3 olguda da abomasumun değişik derecelerde torsiyona uğramış olması literatür bilgilerle desteklenmektedir. Ayrıca RDA’lı olguların <br />
<br />
iyileşmeyenlerinde hastalığın erken döneminde olmaması sağaltımdaki başarı şansını olumsuz yönde etkilemiştir. Oysaki Constable ve ark. (1991), abomasal volvuluslu olguların erken dönemde operasyonla düzelme şansının yüksek olduğunu bildirmektedir. Bu olguların daha erken dönemlerde operasyona alınmaları ile iyileşme oranlarının artacağı düşünülmektedir.<br />
Tüm olgularda operasyon öncesi iştahsızlık ve kabızlık bulunmaktaydı. İyileşme görülen olgularda operasyon sonrası 2-3 gün içerisinde iştahlarının önemli derecede artış göstermesi ve defekasyonun başlaması Constable ve arkadaşları-nın (1991) bulguları ile benzerlik göstermektedir. <br />
<br />
Çalışmada elde edilen sonuçlar, abomasum deplasmanı bulunan olguların, özellikle abomasu-mun torsiyona uğradığı durumlarda erken şirurjikal girişimle ve abomasopeksi uygulanarak sağaltılabi-leceğini göstermektedir<br />
<br />
<br />
5. KAYNAKLAR<br />
1. Anteplioğlu H., Samsar E. ve Akın F. 1986. Veteriner Özel Şirurji. A.Ü. Vet.Fak. Yay.: 406. Ankara.<br />
2. Aslanbey D. ve Candaş A. 1994. Veteriner Operasyon. Medisan Yayınevi, Ankara.<br />
3. Bückner R. 1995. Surgical correction of left displaced abomasum in cattle. Vet.Rec. 136:265-267.<br />
4. Constable P.D., Jean G., Hull B.L., Rings D.M. and Hoffsis G.F. 1991. Prognostic value of surgical and postoperative findings in cattle with abomasal volvulus. JAVMA, 199(7): 892-898.<br />
5. Fubini S.L. Gröhn Y.T. and Smith D.F. 1991. Perioperative evaluation of cows with right abomasal displacement and abomasal volvulus. The Bovine Practitioner, 25: 131-132.<br />
6. Fubini S.L. Gröhn Y.T. and Smith D.F. 1991. Right displacement of the abomasum and abomasal volvulus in dairy cows: 458 cases (1980-1987). JAVMA, 198(3): 460-464.<br />
7. Fubini S.L. Ducharme N.G., Erb H.N. and Sheils R.L. 1992. A comparison in 101 dairy cows of right paralumbar fossa omentopexy and right paramedian abomasopexy for treatment of left displacement of the abomasum. Can.Vet.J., 33: 318-324.<br />
8. Görgül O.S. 1991. Karın ve pelvis bölgesin-deki operasyonlar. Sığır Hatalıkları, 2. Baskı, TÜMVET, İstanbul.<br />
9. Grymer J. and Sterner K.E. 1982. Percutaneous fixation of left displaced abomasum, using a bar suture. JAVMA, 180(12): 1458-1461.<br />
10. Hesselholt M. and Grymer J. 1984. Left displacement of the abomasum therapy. Dansk Veterinaertidsskrift., 67, 12: 551-559. <br />
11. Hickman J., Houlton J. and Edwards B. 1995. An Atlas of Veterinary Surgery. Blackwell Science, London.<br />
12. Karatzias H. 1992. Occurrence of abomasal displacement among dairy cows in Greece. Monatshefte fur Veterinarmedizin, 47, 1: 35-40.<br />
13. Lowe J.E., Loomis W.K. and Kramer L.L. 1965. Abomasopexy for repair of left abomasal displacement in dairy cattle. JAVMA, 147(4): 389-393.<br />
14. McCreath C.F.P. and Anderson K.W. 1983. Correcting the displaced abomasum. Vet. Rec., 112, 23: 554. <br />
15. Pearson H. 1973. The treatment of the surgical disorders of the bovine abdomen. Vet.Rec., 92: 245-254. <br />
16. Petty R.D. 1981. Surgical correction of left displaced abomasum in cattle: a retrospective study of 143 cases. JAVMA, 178, 12:1274-1276.<br />
17. Raizman E.A. and Santos J.P.E. 2002. The effect of left displacement of abomasum <br />
corrected by Toggle-pin suture on lactation, reproduction, and health of Holstein dairy cows. J.Dairy Sci., 85: 1157-1164.<br />
18. Robertson J.M. and Boucher W.B. 1966. Treatment of left displacement of the bovine abomasum. JAVMA, 149(11): 1423-1429.<br />
19. Robertson J.McD. 1966. Left displacement of the bovine abomasum laboratory findings. JAVMA, 149(11).1430-1434.<br />
20. Rohrbach B.W., Cannedy A.L., Freeman K. and Slenning B.D. 1999. Risk factors for abomasal displacement in dairy cows. JAVMA. 214(11): 1660-1663.<br />
21. Simpson D.F., Erb H.N. and Smith D.F. 1985. Base excess as a prognostic indicator in cows with abomasal volvulus or right displacement of the abomasum. Am.J.Vet.Res., 46(4): 796-797.<br />
22. Smith D.F. 1978. Right-side torsion of the abomasum in dairy cows: classification of severity and evaluation of outcome. JAVMA, 173(1): 108-111.<br />
23. Vlaminck L., Martens A., Steenhaut M., Gasthuys F, Desmet P., Moor A. and De-Moor A. 1996. Surgical correction of abomasal displacement in cows: a review of 163 cases. Cattle Practice, 4, 2: 201-207. <br />
24. Yücel R. 1992. Veteriner Özel Cerrahi. Pethask Yayınevi. Kocaeli.RUSTEM BAYRAM OGLUhttp://www.blogger.com/profile/14717989559050705971noreply@blogger.com4