Κυριακή 17 Οκτωβρίου 2010

BUZAĞI YETİŞTİRMEDE BAŞARI İÇİN !..

                                                       

BUZAĞI YETİŞTİRMEDE BAŞARI İÇİN !..

Dr. Onur ŞAHİN
Zıraat Yüksek Mühendisi
TDSYMB



Damızlık Sığır Yetiştiriciliği yapan işletmelerde buzağı yetiştirme önemli işlerin başında gelmektedir. Her yıl doğan buzağılarda meydana gelebilecek kayıplar, işletme ekonomisine oldukça büyük zararlar vermektedir. Doğan her buzağının sağlıklı ve verimli bir şekilde sürüye kazandırılması, başta yetiştiriciye olmak üzere, Türkiye ekonomisine önemli katkılar sağlamaktadır.

Başarılı bir buzağı yetiştirmenin ilk ve önemli aşamasını, buzağının doğumundan sütten kesimine kadar olan dönemde uygulanacak bakım ve besleme oluşturmaktadır.
Doğan buzağının işletme defterine kaydedilmesinin ardından hayati öneme sahip ilk uygulama, ağıt sütü ile beslemedir. Çünkü, buzağı yeni hayata başladığı an hastalık etmenlerine karşı yeterli vücut direncine sahip değildir. Ağız sütü sahip olduğu zengin protein, yağ muhtevasının yanısıra içerdiği antikorlar vasıtasıyla, buzağıya bu yeteneği kazandırmaktadır. Pasif bağışıklık olarak adlandırılan bu durum, annenin kanında mevcut olan ve hastalık etkenlerine karşı silah vazifesi gören antikorların kan damarları yolu ile meme bezine gelerek buradan ağız sütüne geçmesidir.

MANDA YETİŞTİRİCİLİĞİ

MANDA YETİŞTİRİCİLİĞİ


Manda, sığıra göre geç gelişen bir hayvandır. Gelişme 6.yaşa kadar devam etmektedir. Ömürleri 30 yıl kadardır. Cinsi olgunluğa ulaşma yaşı sığırdan geçtir; bundan dolayı 1 yaşına kadar erkek ve dişi mandalar bir arada tutulabilmektedirler. Manda düveleri 13-14 ay yaştayken cinsi olgunluğa ulaşır. Bu nedenle manda düveleri 22-24 ay yaştayken tohumlanabilir verilebilir. (sığırlarda olduğu gibi manda düveleri de ergin canlı ağırlıklarının ¾’üne ulaştığında to¬humlanabilir. Ancak erken yaşta elde edilen gebeliklerde yeterince beslenememe sonucunda gelişme geriliği, çok düşük süt verimi alın¬ması riski göz önünde tutulmalıdır.) Erkek mandalar ise 20-21 ay yaştan sonra boğa olarak 5-6 yaşa kadar kullanılabilirler. Boğaların damızlıkta kalma yaşı 2-15 yıldır.Manda ineklerinde kızgınlık sığırlardaki kadar belirgin değildir ve kızgınlık dönemi daha sakin geçer. Kızgın olan mandada, ineklerde olduğu gibi başka manda ineklerinin kendi üzerine sıçramasına izin verme yada başka manda ineklerin üzerine kendisinin sıçraması gibi belirtileri her zaman görmek mümkün olmamaktadır.

Kızgın olan mandada belirtiler, süt veriminde azalma, hareketlilik ve tedirginlik, vulvanın ödemli bir hal alması, çara akıntısının gelmesi ve boğanın sürekli kızgın mandanın peşinde dolaşması gibi belirtiler bulunur. (sonuncu hariç diğer belirtileri her zaman görmek mümkün değildir. Mandada kızgınlığı en kolay yöntem, arama boğası kullanmaktır. Mandaların gebelik süreleri ırk, iklim, yetiştirildiği ülke gibi du¬rumlara göre 299-346 gün arasında değişmekle beraber ortalama ola¬rak 10.5 ay yada 315-319 gün Gebelik rektal muayene ile saptanabil¬diği gibi sütteki değişiklikle de 20 gün gibi çok erken olarak da saptanabilmektedir. Doğum sığırlara göre daha kolay ve kısa sürede gerçekleşmektedir.

Πέμπτη 14 Οκτωβρίου 2010

Modern Süt Sığırlarında Fertiliteyi Geliştirmek İçin Stratejiler

                                                     

Modern Süt Sığırlarında Fertiliteyi Geliştirmek İçin Stratejiler

Özet

21. yüzyılın yüksek verimli süt sığırları laktasyon sırasında subfertildir. Amaçlarımız; karakterize fizyolojik periyotları sınırlayıcı reprodüktif performansı ve gebelik oranlarını geliştirmek için bütünleştirilmiş yönetim stratejilerini açıklamaktır. Normal yeniden meydana gelen östrüs siklusu ile birlikte ovarian aktivite ve fertilitenin yenilenmesi, azaltılmış periparturient metabolik ve reprodüktif düzensizlik ile ilgili ilk amacımızdır. Enerji dengesindeki gözeçarpan negatif değişiklikler ve azalmış immunokompetans(bağışıklık yeteneği),gonadotropik ve metabolik hormonlardan etkilenir. Harekete geçirilen ovarium inaktivitesi, arttırılmış uterus involüsyonu ile ilgilidir. Gebelik öncesi ve sonrasında by-pass lipitlerle zenginleştirilmiş doymamış yağ asitleriyle beslenmiş olanlarda, post-partum sağlık ve reprodüktif performans gelişmiştir. Birincil amacımız için daha en uygun dölleme zamanı programlarının geliştirilmesi amacıyla folikülün farmasötik kontrolü, CL ve uterus fonksiyonu ile PGF, GnRH ve intravajinal progesteron salgılatıcı eklenmesine izin verilmiştir. Aynı şekilde, birleştirilmiş gebe olmayan sığırların yeniden senkronize edilmesi ile erken gebelik teşhisi için ultrasonun kullanımı, gebe kalmadığının teşhisi konulmuş olanların 3 gün içinde ikinci kez tohumlaması için fırsat sağlar. Bovine somatotropin(bST) artışı;embriyo gelişimi ve embriyo canlılığı,bir dölleme zamanı veya östrusta olduğu tespit edilmiş sığırlar ile bağlantılıdır.Gelişmiş gebelik oranlarına,nutrasötiklere(nutraceuticals:doymamış yağ asitleri;by-pass lipitlerin içindeki eicosapentaenoic ve docosahexaenoic asit gibi) ve bST’ye yanıtta;genlerin ve proteinlerin endometrial ifadesi,başka bir kavramın varlığıdır.Progesterondaki postovulatuar artış,laktasyondaki sütçü sığırların hedeflenen populasyonlarındaki gebelik oranını arttırmalı ama zamanlama ve progesteron artışının büyüklüğü farmasötikliğe bağlıdır.

1.Giriş

Modern yüksek üretici, yaygın üretim sistemleri altında yönetilmiş olan Kuzey Amerika’daki laktasyondaki sütçü sığırlar subfertildir.Fertilitedeki kötüye gidiş için sebepler,süt üretimindeki bir artış ile tamamiyle birleştirilmemiş ve multifaktöriyeldir.Epidemiyolojik çalışmalar gösterir ki,reprodüktif hastalıklar(plasentanın tutulması,metritis ve ovaryum kistleri vb…) veya buzalığama sezonu gibi diğer faktörler;sözü geçen reprodüktif performansta süt ürünlerinden nispeten daha önemlidir.Bununla birlikte,açıkça laktasyon,fizyolojik bir süreç olarak,laktasyonda olmayan düvelerin düşük reprodüktif oranıyla ilgili olarak kıyaslanmıştır.Sürü deneyimi düşük gebelik oranı,akla yatan bir sığırın donanımı ve düşük sağlık,immun sisteme gölge düşmesi gibi yönetim eksikliği,östrusun gözlemlenmesi ve/veya tespit edilmesindeki zayıflık,uzayan anovulasyon periyotları,düşük gebe kalma oranları ve artan erken veya geç embriyonik ölümler ile karşılaşmalıdır.Daha yüksek verimli sığırlar genelde en sağlıklı sığırlardır.

Κυριακή 10 Οκτωβρίου 2010

SÜT İNEKLERİNİN BESLENME PROGRAMLARI

                          

SÜT İNEKLERİNİN BESLENME PROGRAMLARI

Hayvancılıktan para kazanmanın yolu dengeli ve ucuz beslemeden geçer. Süt sığırcılığında besleme çok önemlidir. Beslemeye ve yemlemeye ayrılan para toplam masrafların % 60-70’ini oluşturur. Aynı zamanda besleme süt verimini ve kalitesini etkiler. Holsten vb. kültür ırkları belli bir verim yönünde geliştirildikleri için yetersiz beslemeye şiddetli tepki gösterirler. Örneğin küçük bir stres veya besleme hataları hayvanların verimlerini büyük oranda etkiler.

Hayvanların hayati fonksiyonlarını sürdürmeleri, verimde bulunmaları, çoğalmaları ve sağlıklarını korumaları için ihtiyaçları olan besin maddelerini yemlerle almaları gerekir. Besin maddelerinin bazıları vücutta yapıtaşı olarak iş görür.(yağlı tohum küspeleri, baklagiller, mineral katkıları) Bazıları enerji kaynağı olarak iş görür.(tahıl taneleri, melas, yağ v.b.) Bazıları da hayati fonksiyonları düzenleyen anahtarlar olarak görev yaparlar.(vitamin ve mineral katkıları)

Τετάρτη 6 Οκτωβρίου 2010

Sütçü Ineklerde Dogum Felcinin Karaciger Yaglanması ile Ilgisi



Sütçü Ineklerde Dogum Felcinin Karaciger Yaglanması ile Ilgisi
Mutlu SEVINÇ, Veysi ASLAN
Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Konya-TÜRKIYE

Özet : Bu çalısma ülkemizde sık olarak görülen metabolik hastalıklardan, dogum felci’nin (hipokalsemi) karaciger yaglanması ile olan
ilgisini ortaya koymak, ayrıca plazma iyonize kalsiyum (ICa++), normalize kalsiyum (Norm Ca++), kan pH, HCO3, PO2, PCO2 ve BE
konsantrasyonu ve bazı metabolik (P, Mg, Na, K, ALT fosfolipid, protein CPK, albumin, kolesterol) profillerin belirlenerek, bunların
teshis ve tedavideki önemini ortaya koymak amacıyla yapıldı. Tüm hayvanların klinik ve laboratuvar muayeneleri yapıldı ve
karacigerlerinden perkutaneoz biopsi örnekleri alındı.
Tedavi öncesi kan pH, HCO3, BE, ICa++, TCa++, P, Mg, ALT, fosfolipid konsantrasyonları kontrollere oranla öneli derecede
(p<0.001) düsük, CPK ise aynı derecede yüksek bulundu. Biopsi örneklerinin analizi sonucu hayvanların % 70'inde çesitli derecelerde karaciger yaglanması saptandı.

Yüksek Verimli Süt Ineklerinde Yaglı Karaciger Sendromu Riskini Arastırmak AmacıylaUltrasonografik ve Biyokimyasal Muayeneler



Yüksek Verimli Süt Ineklerinde Yaglı Karaciger Sendromu Riskini Arastırmak Amacıyla Ultrasonografik ve Biyokimyasal Muayeneler


Özet:Fakültemiz Uygulama ve Arastırma Çiftligindeki yüksek verimli süt ineklerinde
(n:15) yaglı karaciger sendromu riskini arastırmak amacıyla sonografik olarak kantitatif ve
kalitatif karaciger ile biyokimyasal kan muayeneleri yapıldı. Karaciger dorsal-ventral sınırlarının
Proc.spinalis’ lere olan uzaklıgı, karaciger kalınlık ve ventral açıları, vena cava dorsal-ventral
sınırları, horizontal-vertikal çapları, alanı ve çevresi 12.-11.-10. interkostal aralıkta (IKA); vena
porta dorsal-ventral sınırları, horizontal-vertikal çapları, alanı ve çevresi 10. IKA.’ da; serum
AST, LDH, GGT, T.Protein, T.Bilirubin düzeyleri saptanarak dogum öncesi ve sonrası önem
kontrolleri arastırıldı.
Dorsal karaciger sınırının Proc.spinalis’ lere olan uzaklıgı 11.IKA.’ da; vena cava dorsal
sınırı 11.-10. IKA.’ da, vena cava ventral sınır, alan ve çevresi 10. IKA.’ da istatistiksel yönden
anlamsız(p<0.5); karaciger kalınlıgı 10. IKA.’ da p<0.01 düzeyinde dogum öncesi ile sonrası
arasında istatistiksel yönden anlamlı saptandı. AST, LDH, GGT ve T.Bilirubin seviyelerinde
dogum öncesi ve sonrası arasında istatistiksel yönden anlamlı bir farklılık ortaya konamadı.
Ancak, gıda alımının artmasına baglı olarak serum total protein seviyesinde dogum öncesi ve
sonrası arasında p<0.05 düzeyinde istatistiksel önem saptandı.
Sıgırlarda yaglı karaciger sendromunun belirlenmesinde sonografik ve biyokimyasal
testler yardımcı olabilirse de, kesin tanı için kullanımının sınırlı oldugu sonucuna varıldı.


G i r i s

Sıgır karacigerinin anatomik yapısı geregi klinik muayenesi mümkün olmadıgından,
hepatopatilerin tanısında laboratuvar muayeneleri yanında, sonografik olarak kantitatif
ölçümlerin ve kalitatif degerlendirmenin yapılması gerektigi bildirilmektedir (4,1l,16). Sıgırlarda
karacigerin 6. interkostal bosluktan 13. kostanın proksimaline kadar uzandıgı, kranial sınırın 13.
kostayı biraz astıgı, parietal yüzün diaframaya, visseral yüzün ventro-medialden, latero-dorsale
dogru; kranio-dorsalde rumenin kör kesesi, omazum, doudenumun pars caudalis' i, pankreas ve
sag böbregin kranial kutbu, kranialde ise kısmen akciger tarafından örtüldügü bildirilmekte

Sıgırlarda karaciger paransim hücreleri dejenerasyonlarını saptamak amacıyla yapılan
hepatospesifik enzim aktivite ölçümlerinin, enzimlerin az veya çok spesifikligi nedeniyle
güçlüklere neden oldugu; total bilirubin ve albumin yanında, biopsi, deneysel laparatomi,
radyolojik yoklama (küçük hayvanlarda mümkün), sintigrafi ve komputer tomografi gibi tanı
yöntemlerinin kullanılması gerektigi vurgulanmaktadır

MISIR SILAJINDA AFLATOKSIN B1 VARLIGININ VE SÜTE GEÇME DURUMUNUN ARASTIRILMASI

MISIR SILAJINDA AFLATOKSIN B1 VARLIGININ VE SÜTE GEÇME DURUMUNUN ARASTIRILMASI

TARTISMA VE SONUÇ


Bu çalısmada, Erzurum ili Pasinler ilçe merkezi ve köylerindeki 72 adet süt
sıgırcılıgı isletmesinden alınan mısır silajlarının aflatoksin B1 ve bu yemi tüketen
hayvanların sütlerinin aflatoksin M1 içerigi yönünden incelendi ve aflatoksinin yemden
süte geçis durumu arastırıldı

Küfler tarım ürünlerinin üretimi, islenmesi, depolanması ve tüketimi sırasında
ürünleri kontamine etmek sureti ile bozulmalara sebep olmaktadır. Son yıllarda
Erzurum ve çevresinde silaj tüketiminin artması nedeniyle yemlerde ve sütte aflatoksin
daha fazla bulunabilecegi düsünülmektedir. Bu nedenle çalısmada hayvan yemleri ile ve
bu yemleri tüketen hayvanların sütlerinde aflatoksin içeriginin belirlenmesi
amaçlanmıstır.

Yemlerde ve sütte aflatoksinlerin tespit edilmesi amacıyla çesitli yöntemler
(örn., TLC, HPLC ve ELISA ) kullanılmaktadır69. Analizlerde farklı yöntemlerin
kullanılması, yöntemlerin duyarlılık derecelerinin farklı olması da aflatoksinlerin
saptanma seviyelerinde farklı sonuçlar elde edilmesine neden olmaktadır. Bu nedenle bu
çalısmada daha yaygın yöntem olan ELISA sistemi tercih edildi

Aflatoksin M1, süt ve ürünlerinde besin hijyeni açısından ciddi sorunlar
olusturmaktadır. Sütten kremanın ayrılması islemi sırasında aflatoksin M1’in bir kısmı
kremaya geçer, geri kalan kısmı kazeine baglanma özelliginden dolayı sütte kalır

Bu çalısmada tüketilen yemdeki aflatoksin B1’ in %1.07 si aflatoksin M1 olarak
süte geçtigi saptandı. Bu durum benzer çalısmalarda9,14,43,47 da tüketilen yemdeki
aflatoksin B1’in %0.35 ile 5’inin süte aflatoksin M1 olarak geçtigini ortaya koymustur.

Yapılan çalısmada incelenen 72 süt örneginden hiç birisinde aflatoksin M1
miktarının Türk Gıda Kodeksine13 göre kabul edilebilir sınırların üzerinde olmadıgı
saptandı. Süt numunelerin 6 adedinde (% 8.33) ölçülebilir aflatoksin M1 tespit
edilemedi. 66 örnekte (%91.67) ise Türk Gıda Kodeksine13 göre kabul edilebilir
sınırların altında aflatoksin M1 belirlendi

Galvano ve ark.42 talya’da yaptıkları bir çalısmada 159 süt örnegi, 97 süt tozu
örnegi ve 114 yogurt örnegi olmak üzere toplam 360 numunede aflatoksin M1 yönünden
incelenmis sonuçta; sütlerin 136 (%86)’sında, süt tozunun 81 (%84) ‘inde ve yogurdun
91 (%80) ‘inde aflatoksin M1 tespit etmislerdir. Tespit edilen ortalama aflatoksin M1’in
süt örneklerinde 10.19 ppb, süt tozu örneklerinde 21.77 ppb, yogurt örneklerinde 18.08
ppb oldugunu kaydetmislerdir

Demirer70 yaptıgı bir arastırmada 150 süt, 24 süt tozu, 21 yogurt, 22 tereyagı ve
102 peynir örnegi olmak üzere toplam 334 örnegin hiç birisinde tespit edilebilir
seviyede aflatoksine rastlanmamıstır

Çoksöyler71, Türkiye’nin çesitli illerinden toplandıgı 101 adet çig süt, 9 adet
küflü çökelek ve 4 adet küflü tulum peyniri örnegini aflatoksin yönünden incelemistir.
Analiz ettigi süt, tulum peyniri ve çökelek örneklerinin hiçbirisinde tespit edilebilir
miktarda aflatoksine rastlamadıgını bildirmistir

Bu arastırmada sütlerde belirlenen aflatoksin M1 düzeyi birçok
arastırmacının42,48,61,62 bulgularıyla benzerlik göstermektedir

Aflatoksin açısından mısır, yerfıstıgı, pamuk tohumu, Brezilya fıstıgı, samfıstıgı
ve Hindistan cevizi yüksek risk tasıyan tarım ürünleridir. Yerfıstıgı pamuk tohumu ve
Hindistan cevizinden yenilebilir yag elde edildiginden daha fazla önem tasırlar


Yaglı tohumlar kontamine olduklarında, hem yagda hem de posada aflatoksin
bulunur. Bu posalar hayvan yemi olarak kullanıldıklarından, hayvanlarda önemli
sorunlar meydana getirirler. Samfıstıgı da aflatoksin seviyesi açısından insanlar için
tehlike olusturabilmektedir. ran’dan getirilen samfıstıklarının %70’inde 11–400 μg/kg
seviyelerinde aflatoksin bulunmustur


Fig, badem, ceviz ve pirinç aflatoksin kirliligi açısından daha az risk tasırlar.
Soya fasulyesi, sorgum, pirinç, bugday, yulaf ve darı, diger tarım ürünlerine göre
toprakta aflatoksin kontaminasyonuna karsı daha dirençlidirler. Ancak yüksek rutubet
ve ısıda depolanırsa kolayca aflatoksinle kontamine olurlar. Ayrıca kakao, zeytin, kavun
tohumu ve ayçiçegi tohumlarında da aflatoksin varlıgı rapor edilmistir

Tayland‘daki mısırların % 35’inde, Filipinler‘deki mısırların % 97’sinde ve
Uganda‘daki mısırların % 40’ında Aflatoksin B1 tespit edilmistir

Amerika Birlesik Devletleri’nde 644 mısır örnegi aflatoksin yönünden analiz
edilmis ve sonuçta örneklerin % 1.6’sında ortalama 300 ppb düzeyinde aflatoksin tespit
edilmistir

Chiou ve Tsao75, Tayvan’da yerfıstıklarında farklı yıllarda 60’ar örnekte
aflatoksin bakımından çalısmalar yapmıslar ve çalısmaların sonucunda 1994 yılında
alınan örneklerin %66.7’sinde 1.930-150 ppb, 1995 yılında alınan örneklerin %85’inde
4.040-160 ppb., 1996 yılında alınan örneklerin %61.7’sinde 4.10-32 ppb arasındaki
seviyelerde aflatoksin bulmuslardır.

Sanlı ve ark.76, Ankara ve Aydın yöresinden saglanan toplam 54 adet kuru incir
örnegini mikotoksin yönünden incelemisler ve ortalama kirlilik degerlerini; aflatoksin
B1 için 124 ppb, aflatoksin B2 için 27 ppb aflatoksin G2 için 59 ppb düzeylerinde tespit
ettiklerini bildirmislerdir

Tarım ve Köyisleri Bakanlıgının “Gıda ve yemlerde katkı–kalıntı ve
bulasanların izlenmesi” projesi kapsamında, 1990–1994 yılları arasında Türkiyede
üretilen veya ithal edilen bazı gıda maddeleri aflatoksin ve okratoksin yönünden
arastırılmıstır. Bu arastırmada yerfıstıgı ve mamullerinden 514, fındık ve
mamullerinden 334, antepfıstıgından 198, susam ve tahinden 175, incirden 92,
kırmızıbiberden 60 olmak üzere toplam 1414 adet gıda numunesi analiz edilmistir.
Analiz sonucunda yerfıstıgı ve mamullerinin %15.4’ünde, fındık ve mamullerinin
%0.3’ünde, antepfıstıgının %3.5’inde, susam ve tahin %0.6’sında, incirin %9.8’inde,
kırmızıbiberin %46.7’sinde Türkiye’de aflatoksin için verilen limitlerin üzerinde total
aflatoksin tespit edilmistir

Birçok arastırıcı78–80 gıda ve yem örneklerini aflatoksin yönünden incelemis ve
çalısmaların sonunda yem, fındık, mısır, esmer bugday, samfıstıgı, hindistancevizi,
kımızı biber, beyaz biber ve diger gıdalarda da aflatoksine rastladıklarını bildirmislerdir

Selim ve ark.79, inceledikleri örnekler arasında aflatoksin B1’in ortalama
düzeyinin en yüksek oldugu ürünler arasında, sifalı bitkiler, tıpta kullanılan bitkiler,
tahıllar ve baharatların oldugunu saptamıslardır

Incelenen 72 yem örneginin 3 adedinde (% 4.16) aflatoksin B1 saptanmamıstır.
Diger örneklerde ise Yem Yönetmeliginde33,34 belirtilen sınırın altında aflatoksin B1
saptanmıstır. Bu arastırmada yemlerde belirlenen aflatoksin B1 düzeyi birçok
arastırmacının59,73,74,77 bulgularıyla benzerlik arz etmektedir

Bu çalısmada, Erzurum Pasinler ilçesinden temin edilen mısır silajları aflatoksin
B1 ve bu yemi tüketen hayvanların sütleri aflatoksin M1 seviyeleri saptanmasına yönelik
olup, yem ile süt arasındaki aflatoksin iliskisini incelemek, saglık risklerini önlemek ve
tedbir almak amacıyla yapılmıstır. Süt hayvanlarının yemleriyle aldıkları aflatoksin
B1’in hayvanların sütüne geçtigi ve sütte aflatoksin M1 bulundugu anlasılmıstır.
Çalısmada yem ve sütlerde aflatoksin bulunması, Erzurum çevresinde tüketilen et, süt
ve ürünlerinin kronik saglık sorunlarına neden olabilecegini düsündürmektedir. Yemin,
özellikle silajın, üretim ve depolama esnasında sartlar uygun oldugu takdirde toksijenik
küf kontaminasyonu, dolayısıyla aflatoksin bulasma riski her zaman gözönünde
tutulmalıdır. Bu nedenle silajın üretiminden tüketimine kadar tüm islemler, küf
gelisimini en aza indirecek sekilde gerçeklestirilmelidir. Bu amaçla modern üretim
teknikleri uygulanmalı, uygun biçimde depolanmalı ve sürekli olarak kontrol
edilmelidir. Aflatoksin olusumuna uygun sartlar olusturulmamalıdır. Uygun sartlar
altında biçimi yapılan silajlık materyalin silolama islemi yapılırken; yemlerin arasında
fazla oksijen kalmayacak sekilde silolara doldurulmalıdır. Siloya doldurulan materyalde
oksijen yaklasık 6 saat içerisinde kullanılarak anaerobik ortam olusur. Bu ortamda
laktik asit bakterileri üreyerek laktik asit miktarı artar. Eger anaerobik sartlar iyi bir
sekilde devam ettirilirse, pH 4 civarında kalır ve önemli bir kontaminasyon olusmaz.
Fakat herhangi bir sekilde anaerobik sartlarda degisiklik olursa (örn., silo içerisine hava
ve su girmesi), silajda küfler üreyerek aflatoksin olusumuna yol açabilirler.

Yemlerde aflatoksin B1 ve sütlerde de aflatoksin M1’in kontrolü ve
detoksifikasyonu göz önünde bulundurulması gereken bir olgu olarak ortaya
çıkmaktadır. Yem ve sütlere periyodik kontrol programları uygulanarak kontrol altında
tutulmalı ve yüksek düzeyde aflatoksin içeren ürünlerin kullanılmaları önlenmelidir.

Ayrıca, silaj üretiminde hijyene ve teknolojiye özen gösterilmesinin gerekliligi de
ortaya çıkmıstır.

Yemlerde, yasal olarak aflatoksin B1’in 20000 ppt bulunmasına izin
verilmektedir. Bu çalısmada da belirlendigi gibi aflatoksin B1’in yaklasık %1’i süte
aflatoksin M1, olarak geçmektedir. Bu nedenle yasal miktarın azaltılması gerekli oldugu
düsünülmektedir.

Arastırma, Pasinler ilçesindeki yem ve sütlerde aflatoksin bulundugunu ortaya
koymustur. Bu durum, Erzurum çevresinde aflatoksinden kaynaklanan kronik saglık
sorunlarının olabilecegini göstermektedir. Ayrıca, yemdeki aflatoksin B1’in M1 olarak
süte geçtigi ortaya konulmustur. Bu nedenle halk saglıgı açısından, hayvana verilen
yemlerin aflatoksin içerigi de önemlidir. Silaj üretimi ve depolanma sartları küf
kontaminasyonunu en aza indirecek sekilde gerçeklestirilmelidir. Bölgede periyodik
kontrol programları uygulanmalıdır.


T.C.
ATATÜRK ÜNIVERSITESI
SAGLIK BILIMLERI ENSTITÜSÜ
BESIN HIJYENI VE TEKNOLOJISI
ANABILIM DALI


Arastırma Görevlisi
Yakup KARAKAYA

Tez Yöneticisi
Doç. Dr. Mustafa ATASEVER

KAYNAKLAR

1. Steyn PS. Mycotoxins, general view, chemistry and structure. Toxicology
Letters. 1995; 82/83: 843–851.
2. Sanlı Y. Mikotoksinler. In: “Veteriner Klinik Toksikolojisi” pp. 487-548.
Güngör Matbaacılık, stanbul, 2002; 808 s.
3. Topal S. Gıdalarda küf kontaminasyon riskleri ve önlemleri: Gıda Sanayinde
Mikrobiyoloji ve Uygulamaları. TÜB TAK Marmara Arastırma Merkezi Gıda
ve Sogutma Teknolojileri Bölümü Yayınları. TÜB TAK Marmara Arastırma
Merkezi Matbaası, Kocaeli, 1993; 124: 174–187.
4. Mello JPF, Macdonald AMC. Mycotoxins. Animal Feed Science Technology.
1997; 69: 155–166.
5. Marth EH. Aflatoxin in milk, cheese and other dairy products, Marschall Italian
& Specialty cheese seminars, 1979.
6. Sibanda L, De Saeger S, Van Peteghem C. Development of portable field
immunoassay for the detection of aflatoxin M1 in milk. International Journal of
Food Microbiology. 1999; 48: 203–209.
7. Govaris A, Roussi V, Koidis PA, Botsoglou NA. Distribution and stability of
aflatoxin M1 during processing, ripening and storage of Telemes cheese. Food
Additives and Contaminants. 2001; 5: 437–443.
8. Srivastava VP, Bu-Abbas A, Alaa-Basuny, Al-Johar W, Al-Mufti S and Siddiqui
MKJ. Aflatoxin M1 contamination in commercial samples of milk and dairy
products in Kuwait. Food Additives and Contaminants. 2001; 11: 993–997.
9. Veldman A, Meijst JAC, Borggreve GJ, Heeres-van der Tol JJ. Carry-over of
aflatoxin from cow’s food to milk. Animal Production. 1992; 55: 163–168.
10. Herrman T. Mycotoxins in Feed Grains and ngredients. Department of Grain
Science and Industry. 1995.
11. Arda M. Mikotoksinler ve mikotoksikosis. Veteriner Hekimleri Dernegi Dergisi.
1975; 45 (3):5–18.
12. Karapınar M. Mikotoksinler. Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dergisi.
1981; 2: 159–167.
36
13. Türk Gıda Kodeksi, Gıda Maddelerinde Belirli Bulasanların Maksimum
Seviyelerinin Belirlenmesi Hakkında Teblig, Resmi Gazete, 23.9.2002,
No: 2002/63.
14. Van Egmond HP. Aflatoxin M1: Occurence, toxicity, regulation. In: Van
Egmond HP(Ed.), Mycotoxins in Dairy Products. London, Elsevier,11–49, 1989.
15. Baskaya, R. ve Atasever, M. Civil Peynirinde Aflatoksin M1 Düzeyinin
Belirlenmesi. II. Ulusal Mikotoksin Sempozyumu, 23–24 Mayıs 2005, stanbul.
16. Baskaya, R. Civil Peynirinde Elisa Yöntemiyle Aflatoksin M1 Seviyesinin
Saptanması. Atatürk Üniversitesi Saglık Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans
Tezi, Erzurum, 2004.
17. Özturan K. Süt ve Süt Ürünlerinde ELISA Yöntemiyle Aflatoksin M1 Aranması.
Selçuk Üniversitesi Saglık Bilimleri Enstitüsü Besin Hijyeni ve Teknolojisi
Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Konya, 2005.
18. Çoksöyler N, Çakmakçı L. Deneysel depolama kosullarında yerfıstıgının
gelisimi. 9. Ulusal Biyoloji Kongresi 21–23 Eylül 1998, Kongre Kitabı, Sivas
Cilt. 1: 173–177.
19. Filtenborg O, Frisvad JC, Tharane U. Molds in food spoilage. International
Journal of Food Microbiology. 1996; 33: 85–102.
20. Karapınar M, Gönül SA. Gıda kaynaklı küf intoksikasyonları. Gıda
Mikrobiyolojisi (2.baskı), Mengi Tan Basımevi, zmir, 1999; 153-163.
21. Miller JD. Fungi and mycotoxins in grain: implications for stored product
research. Journal of Stored Production Resources. 1995; 31: 1-16.
22. Richard JL, Bennet GA, Ross PF, Nelson PE. Analysis of naturally occuring
mycotoxins in feedstuff and food. Journal of Animal Science. 1993; 71:
2563–2574.
23. Sert S. Bazı karma yem ve karma yem hammaddelerinin aflotoksin yönünden
arastırılması. Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi.1984; 15: 55-63.
24. Van-Egmond HP. Mycotoxins. International Dairy Federation Special Issue.
1991; 9101: 131–145.
25. Vural N. Toksikoloji. Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları,1984;
56, 391–395.
37
26. Peraica M., Radic B., Lucic A., Pavlovic M. Toxiceffects mycotoxins in human.
Bulletin of the World Health Organization. 1999; 77(9): 754–766.
27. Gillespie JR. Animal Nutrition and Feding. USA, Delmar Publisher Inc. 1987;
15: 278-287.
28. Bakırcı . Sütlerde aflatoksin M1 olusumu ve ürünlere geçisi üzerinde bir
arastırma. Yüzüncü yıl Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi,Van,
1995.
29. Whylie TD, Morehouse LG. Mycotoxic fungi and chemistry of mycotoxins.
Mycotoxic Fungi, Mycotoxins, Mycotoxicoses, Marcel Dekker Inc, b1, pp. 131-
135, New York, 1977
30. Aran N. Gıda kaynaklı mikrobiyal toksinler. Gıda sanayi. 1993; 7(11) : 42- 268.
31. Bullerman LB. Significance of mycotoxins to food safety human health. Journal
of Food Protection. 1979; 42: 65–86.
32. Çoksöyler N. çel Yöresinde Yetistirilmekte Olan Yerfıstıklarında Aflatoksin
Olusumu Üzerine Arastırmalar. Tarım Orman ve Köyisleri Bakanlıgı Ankara l
Kontrol Laboratuvarı Müdürlügü. Yayın No:6. Ankara, 1987, 28.
33. Resmi Gazete. Yem Yönetmeligi 15.5.1997 tarihli ve 22990 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanan, Ankara.
34. Resmi Gazete. Yemlerde istenmeyen maddeler tebligi, Teblig No: 2005/3,
Ankara.
35. Tunail N. Aflatoksinlerin detoksifikasyonu In, “Gıda mikrobiyolojisi ve
Uygulamaları” Sim Matbaacılık, Ankara, 2000; 522.
36. Sert S. Gıda ve yem maddelerinde aflotoksinler. Atatürk Üniversitesi Ziraat
Fakültesi Dergisi. 1983; 14: 181–187.
37. Kaya S. Veteriner Klinik Toksikoloji. Ankara, Medisan Yayınevi, 1995:
283–328
38. Applebaum RS, Marth EH. Inactivation of aflatoxin M1 in milk using hydrogen
peroxide and hydrogen peroxide plus riboflavin or lactoperoxidase. Journal of
Food Protection. 1982; 45(6): 557–560.
39. Betina V. Mycotoxins - chemical, biological and environmental aspects.
Elsevier Publishing, Amsterdam, 1989.
38
40. Sweeney MJ, and Dobson ADW. Myctoxin production by Aspergillus,
Fusarium and Penicillium specise. International Journal of Food Microbiology.
1998; 43: 141–158.
41. Rustom IYS. Aflatoxin in food and feed: occurrence, legislation and inactivation
by physicak methods. Food Chemistry. 1997; 59(1): 57–67.
42. Galvano F, Galofaro V, De Angelis A, Galvano M, Bognanno M, Galvano G.
Survey of the occurrence of aflatoxin M1 in dairy products marketed in Italy.
Journal of Food Protection. 1998; 61: 738–741.
43. Scott PM. Methods for determination of aflatoxin M1 in milk and milk products
review of performance characteristics. Food Additives and Contaminants. 1989;
6: 283–305.
44. Van Egmond HP, Paulch VH. Mycotoxins in milk and milk products.
Netherland milk and dairy journal. 1986; 40: 175–188.
45. Wood GE. Mycotoxins in foods and feeds in the United States. Journal of
Animal Science. 1992; 70: 3940–3949.
46. Martins ML, Martins HM. Aflatoxin M1 in raw and ultra high temperature
treated milk commercialized in Portugal, Food Additives and Contaminants.
2000; 17 (10): 871–874.
47. Oruç HH. Süt ve Süt Ürünlerinde Aflatoksin M1 ve Türkiye’deki Durumu.
Uludag Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dergisi. 2003; 22 (1-2-3): 121-125.
48. Blanco JL, Dominguez L, Gomez-Lucia E, Arayzabal JFF, Garcia JA, Suarez G.
Presence of Aflatoxin M1 in commercial Ultra-High-Temperature-Treated milk.
Applied and Enviromental Microbiology. 1988; 54 (6): 1622–1623.
49. Galvano F, Galofaro V, Galvano G. Occurrence and stability of aflatoxin M1 in
milk and milk products: A worldwide Review. Journal of Food Protection. 1996;
59 (10): 1079–1090.
50. Panariti E. Seasonal variations of aflatoxins M1 in the farm milk in Albania,
Arh. Hig. Rada Toksikol. 2001; 52: 37–41.
51. Piva G, Pietri A, Galazzi L, Curto O. Aflatoxin M1 occurrence in dairy products
marketed in Italy. Food Additives and Contaminants. 1987; 5: 133–139.
39
52. Kim EK, Shon DH, Ryu D, Park JW, Hwang HJ and Kim YB. Occurrence of
aflatoxin M1 in Korean dairy products determined by ELISA and HPLC. Food
Additives and Contaminants. 2000 17 (1): 59–64.
53. Galvano F, Galofaro V, Ritieni A, Bognanno M, De Angelis A and Galvano G.
Survey of the occurrence of aflatoxin M1 in dairy products marketed in Italy.
Food Additives and Contaminants, 2001; 18 (7): 644–646.
54. Roussi V, Govaris A, Varagouli A and Botsoglou NA. Occurrence of aflatoxin
M1 in raw and market milk commercialized in Greece. Food Additives and
Contaminants. 2002; 19 (9): 863–868.
55. Garrido NS, Iha MH, Santos Ortolani MR and Duarte Favaro RM. Occurrence
of aflatoxins M1 and M2 in milk commercialized in Ribeirao Preto-SP, Brazil.
Food Additives and Contaminants. 2003; 20 (1): 70-73
56. Nakajima M, Tabata S, Akiyama H, Itoh Y, Tanaka T, Sunagawa H, Tyonan T,
Yoshizawa T and Kumagai S. Occurrence of aflatoxin M1 in domestic milk
Japan during the winter season. Food Additives and Contaminants. 2004; 21 (5):
472–478.
57. Bakırcı . A study on the occurrence of aflatoxin M1 in milk and milk products
produced in Van province of Turkey. Food Control. 2001; 12: 47–51.
58. Barbieri G, Bergamini C, Ori E, Reska P. Aflatoxin M1 in parmesan cheese:
HPLC determination, Journal of Food Science, 1994; 56 (6): 1313–1331.
59. Pittet A. Natural occurance of mycotoxins in foods and feeds-an updated review.
Rev. Med. Vet., 1998; 149 (6): 479-492.
60. Blanco JL, Domingues L, Gomez-Lucia E, Garayzabal JFF, Garcia JA, Suarez
G. Presence of aflatokxin M1 in commerical ultra-high temparature treated milk.
Appl. Environ. Microbiology. 1993; 54 :1622-1623.
61. Domagala BJ, Kisza J, Blüthgen A, Heeschen W. Contamination of milk with
aflatoxin M1 in Poland. Milchwiss. 1997; 52 (11): 631-633.
62. Meerarani S, Ramadass P, Padmanaban CD, Nachimuthu K. Incidence of
aflatoxin M1 in milk samples Chennai (Madras) city. Journal of Food Science
Technology. 1997; 34 (6): 506-508.
63. Saitanu K. Incidence of aflatoxin M1 in Thai milk products. Journal of Food
Protection. 1997; 60 (8): 1010–1012.
40
64. Polzhofer K. Aflatoxinbestimmung in milch und milchprodukten. Z. Lebensm.
Unters.-Forsch. 163, 1977; 175-177.
65. Karaionnaglou P. Aflatoxin production on white brined Feta Cheese.
Milchwissencshaft. 1984; 39: 671-674.
66. Sabino M, Purchıo A, Zorzetto MAP. Variations in the levels of aflatoxin in
cow’s milk consumed in the city of Sao Paulo, Brazil. Food Additives and
Contaminants. 1989; 6: 321-326.
67. Sarımehmetoglu B, Çelik TH, Özdemir H. Pastörize sütlerde ELISA yöntemiyle
Aflatoksin M1 varlıgının ve düzeylerinin saptanması, IV. Ulusal Veteriner
Mikrobiyoloji Kongresi, 26–28 Eylül, Ankara, 2000, 16–17.
68. Anonym. Enzyme immunoassey for the guantitative analysis of aflatoxin M1.
Art.no:R.1101.R-Biopharm GmbH, darmstadt. Germany: 1999.
69. Scott PM. Recent develpoments in methods of analysis farmycotoxins
foodstuffs. Trends in Anal Chemistry. 1993; 12 (9): 373–380.
70. Demirer MA. Süt ve süt ürünlerinde aflatoksin M1 ve B1 aranması üzerine
arastırmalar. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dergisi. 1973; 20 (2): 421–
430.
71. Çoksöyler N, Kösker Ö. Süt ve mamüllerinde aflatoksin üretimi üzerinde
arastırmalar. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Diploma sonrası yüksek okul
ihtisas Tez özetleri, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1980; S.436–456.
72. Pier AC. Major biologcial consequences of aflatoxicosis in animal production.
Journal of Animal Science. 1992; 70: 3964–3967.
73. Concon JM.(1988). Contaminants and additives food toxicology part-B. Mavcel
Dekkes. Inc. Newyork. p. : 667–743.
74. Price WD, Lovell RA, Mc Chesney DG. Naturally occurring toxins in
feedstuffs: Center for Veterinary Medicine Perspective. Journal of Animal
Science. 1993; 71: 2556–2562.
75. Chiou RYY, Tsao HH. Aflatokxin content of single peanut kernels in
commerical lots and in kernels artificially infected with Aspergillus parasiticus.
Journal of Food Protection. 1997; 60 (7): 843–848.
76. Sanlı Y, Yavuz H, Akar F. Kuru incir örneklerinde mikotoksin kirlilikleri.
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dergisi. 1990; 37 (2) :293–308.
41
77. Anonym. Gıda ve Yemeklerde Mikotoksin Düzeylerinin Tesbiti T.C. Tarım ve
Köyisleri Bakanlıgı Koruma ve Kontrol Genel Müdürlügü, Gıdalarda Katkı-
Kalıntı ve Bulasanların izlenmesi, Bursa, 1996.
78. Demirer MA, Akkılıç M, Özalp E, Kaymaz S, nan T. Piyasada satılan bazı
karma yemlerin ve yem ham maddelerinin mycrofloralarının belirlenmesi ve
bunlarda bulunan Aspergillus suslarının aflatoksin yapabilme yeteneklerinin
arastırılması. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dergisi. 1979; 26 (3–4):
64–82.
79. Selim MI, Popenderf W, brahim MS, El Sharkawy S, El Kashory E. Aflatoxin
B1 in common Egyption foods Journal. AOAC Internatinal. 1996; 79 (5) :1124–
1129.
80. Tabata S, Kamimura H, Tamura Y, Yasuda K, Ushuyama H, Hasimoto H,
Nishijima M, Nishima T. Investigation of aflatoxins contamination in food and
foodstuffs. Journal of Food Hygien. Soc. Jpn., 1978; 28: 395-401

Τρίτη 5 Οκτωβρίου 2010

Süt Sığırcılığında Toplam Harmanlanmış Rasyon Uygulaması ve Vücut Kondisyon Testi

Süt Sığırcılığında Toplam Harmanlanmış Rasyon
Uygulaması ve Vücut Kondisyon Testi
Asım Kılıç Muazzez Polat
Ege Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, 35100 İzmir-Türkiye

                     

Özet :Toplam Hazırlanmış Rasyon (Total Mixed-Ration = TMR) hayvanlara farklı kaba ve
yoğun yem kaynaklı yem öğelerinin topluca tek bir karışım halinde verildiği bir yemleme
şeklidir. Özellikle sürü veya grup verimi yüksek, hayvan sayısı fazla olan işletmelerde
önerilmektedir. TMR uygulamasında hayvanların gruplandırılmasında mutlak yarar vardır.
Hayvanları gruplandırırken özellikle laktasyonun seyri ve süt verimleri dikkate alınır. Bu
uygulama olumlu yanları nedeniyle, başta süt sığırcılığı olmak üzere özellikle hayvansal üretim
bakımından ileri gitmiş ülkelerde gün geçtikçe daha geniş bir uygulama alanına sahip olmaktadır.
Bu makale, TMR uygulamasının olumlu ve olumsuz yanlarını karşılaştırmak ve bu uygulamada
vücut kondisyon testinin hayvanların gruplandırılmasında kullanılmasını göstermek amacıyla
yapılmıştır.

Τετάρτη 28 Ιουλίου 2010

RUMEN DUVARINDAN GLİKOZ EMİLİMİ VE LAKTİK ASİDOZ





Cengiz ATAŞOĞLU1 İsmail Yaman YURTMAN1


Glikoz, rumene giren karbonhidratların uçucu yağ asitlerine dönüşümü sırasında açığa çıkan bir ara ürün niteliğinde
olup, normal yemleme koşulları altındaki rumen glikoz konsantrasyonu gayet düşüktür (0.7 mmol/L). Buna karşın,
enerjice zengin yemleme koşulları altında rumen glikoz konsantrasyonu önemli düzeyde artmaktadır (12 mmol/L). Bu
koşullar altında rumende açığa çıkan glikoz rumen epitelyumunda yer alan ve glikoz taşınmasından sorumlu “Sodyuma
bağlı Glikoz Taşıyıcısı-1” (SGLT-1) aracılığı ile rumen lumeninden kana taşınmaktadır. Rumen epitelyumundan glikoz
emilimi ruminant hayvanın enerji metabolizmasını olumlu yönde etkilemesinin yanında, enerjice zengin yemleme
koşulları altında şekillenen ve hayvan sağlığı-refahını olumsuz yönde etkileyen laktik asidoz riskini azaltıcı bir özelliğe
de sahiptir. Rumen epitelyumunda yer alan SGLT-1 aktivitesinin kontrolüne ait mekanizmaların aydınlatılmasına yönelik
olarak yapılan çalışmalardan elde edilen bulgular, SGLT-1 aktivitesinin bazı önemli metabolik hormon(lar) (epinefrin)
tarafından düzenlendiğini ortaya koymaktadır. SGLT-1 aktivitesinin kontrolünde endokrinal mekanizmalarının yanı sıra,
epitelyumun kan yönünde yer alan ve glikoza duyarlı algılayıcı bir mekanizmanın da etkili olabileceği diğer bazı
araştırmalar sonucunda tespit edilmiştir. SGLT-1 aktivitesinin kontrolünde rol oynayan metabolik hormonlar ve
substratlar konusunda gelecekte yapılacak olan çalışmalar, ciddi düzeylerde ekonomik kayıplara neden olan laktik
asidoz sorununun çözümüne katkı sağlayarak ruminantlara dayalı üretim sektörünü olumlu yönde etkileyecek
potansiyele sahiptir.

Anahtar Kelimeler: rumen, glikoz, SGLT-1, laktik asidoz, substrat, hormon


Glucose Absorption from the Rumen and Lactic Acidosis

The concentration of intraruminal glucose, which is an intermediate in the breakdown of carbohydrates into volatile fatty
acids, is quite low under conventional feeding conditions (0.7 mmol/L). On the other hand, intraruminal glucose
concentration rises to significant levels under energy rich feeding conditions (12 mmol/L). Under such conditions,
glucose which appears during carbohydrate fermentation in the rumen is taken up by Sodium-dependent Glucose
Transporter-1 from the rumen side to blood. Glucose transport from the rumen via SGLT-1 not only affects the energy
metabolism of ruminant animals but also counteracts the risk of lactic acidosis, which often occurs under energy rich
feeding conditions and which causes considerable health-welfare problems in ruminants. The studies that were
undertaken to elucidate regulatory mechanisms of ruminal SGLT-1 demonstrated that SGLT-1 can be regulated by
hormone(s) (epinephrine). In addition to the regulatory effect of endocrinal system, some studies also indicated

ΕΚΔΟΣΕΙΣ ΑΘ. ΣΤΑΜΟΥΛΗΣ: Νεες Εκδοσεις - Ιατρικη

ΕΚΔΟΣΕΙΣ ΑΘ. ΣΤΑΜΟΥΛΗΣ: Νεες Εκδοσεις - Ιατρικη

Τρίτη 22 Ιουνίου 2010

SÜT SIĞIRLARINDA VERİM ÜZERİNE ETKİLİ BAZI İKLİMSEL STRES FAKTÖRLERİ



Savaş Atasever Hüseyin Erdem Ertuğrul Kul
O.M.Ü. Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü, Samsun

Özet:İklimsel çevre süt sığırlarında süt verimi, üreme performansı ve metabolizmayı olumsuz yönde etkileyebilen önemli
bir faktördür. Yüksek verimli sığırlar besin madde tüketiminde ve meme bezlerine kan akışında büyük oranda azalmaya
yol açan iklimsel stres koşullarına daha duyarlıdırlar. Özellikle yüksek sıcaklık ve bağıl nem, süt sığırlarında davranışsal
ve fiziksel değişimlere yol açabilmektedir. Süt sığırları için optimum çevre koşulları; orta derecede solar radyasyon, 5-8
km/saat rüzgar hızı, 13-18 oC sıcaklık ve %60-70 oransal nem olarak nitelendirilebilir.
Bu makalede bazı yaygın iklimsel stres faktörleri, verim üzerine etkileri ve bu etkilerin önlenebilme olanakları üzerinde
durulmuştur.

Anahtar Kelimeler: İklimsel stres, verim, süt sığırı.

Some Climatic Stress Factors Effective on Yield in Dairy Cows

Abstract:The climatic environment is a major factor that can negatively effects milk production, reproductive
performance and metabolism of dairy cows. High producing cows are more sensitive to climatic stres conditions that
cause reducing a large amount of nutritient intake and a decreasing in blood flow to the mammary gland. Especially,
high temperature and relative humidity can cause in behavioral and physical changes in dairy cows. Optimum
environmental conditions for dairy cows can be qualified as moderate solar radiation, 5-8 km/h air velocity, the ambient
temperature range of 13-18 oC and the relative humidity range of 60-70%.
In this review, some prevalent climatic stress factors, their effects on yield and possibilities to prevent their intensity
were discussed

Key Words: Climatic stress, yield, dairy cow.

1.GİRİŞ
Hayvancılıktan elde edilen geliri ekonomik sınırlar
içinde artırabilmek için, iklim etmenlerinin
hayvancılıkla ilişkisini iyi anlamak ve

Τετάρτη 2 Ιουνίου 2010

Laktasyondaki Süt Ineklerinde Beslemenin Metabolik Hastalıklar Üzerindeki Etkisi




Charles C. Stallings
Sütçülük Bilimi Profesörü
Virginia Tech. Üniversitesi
Blacksburg, Virginia USA


Buzagılamanın hem öncesi, hem de sonrasındaki besleme uygulamaları, laktasyondaki
süt ineklerinin saglıgını etkileyebilir. Metabolik hastalıklar, genellikle, yem alımının
sınırlı oldugu ve süt veriminin hızla arttıgı ilk laktasyon haftalarında bas gösterir. Rumen
asidozu ve abomasum deplasmanı gibi bazı metabolik hastalıklarsa, rasyodaki
dengesizliklere baglı olarak laktasyonun daha ileri haftalarında da ortaya çıkabilir.
Ayrıca, birçok metabolik hastalık birbiriyle iliskili olup bunlardan birinin ortaya çıkması
digerlerini de tetikleyebilir. En yaygın görülen hastalıklar, metabolik sebepleri ve
beslemeyle olan iliskileriyle birlikte asagıda tanımlanmıstır:

Yatalak Sığır (The downer cow)



Süt hummasına yakalanmış fakat başarılı sağıtım yapılmamış hayvanlar “yatalak sığırlar” (downer cows) olarak adlandırılır. Bu hayvanlar tez canlı görünür, isterler fakat arka ayakları felçli olduğundan ayağa kalkabilmeleri mümkün değildir. Bazıları ön ayakları üzerine kalkarak, sürünerek yürümeye çalışır. Yatalak sığır sendromu metabolik hastalıklardan farklı değildir. Sadece doğum felcinin devamı olan bir durumdur.

Hayvanın 4-6 saat kadar yatalak kalması bile, sert zemine temas eden vücut kısımlarında kan dolaşımı engellendiğinden, kas çürümelerine (işemik nekroz) ve sinirlerde iltihaba yol açar. Kan enzim profilinin ölçülmesi sonucu serum glutamik oxalo transaminase (GOT) ve creatine phosphokinase (CPK) gibi enzimlerin yıkıma uğramış kas hücrelerinden kana geçmesi ile yükseldiği görülür. İdrarda pozitif myoglobin reaksiyonunun görülmesi hastalığın ilerlemiş halini yansıtır ve böyle hayvanın iyileşmesi mümkün değildir. Doğum travması sonucu siyatik sinirin tahribi sonucu felç gelişebilir. Hayvanın ani düşmesi ile leğen kemiği kırılmış olabilir. En sonunda hayvanda meme ve döl yatağı iltihapları gelişir.

Δευτέρα 24 Μαΐου 2010

Strategies for Managing Reproduction in the Heat-Stressed Dairy Cowl



P. J. Hansen" and C. F. ArBchiga'y2
*Department of Dairy and Poultry Sciences, University of Florida, Gainesville 3261 1-0920 and
+Facultad de Medicina Veterinaria y Zootecnia, Universidad Autonoma de Zacatecas Zacatecas, Mexico

ABSTRACT

Establishment and maintenance of
pregnancy is difficult in lactating dairy cows exposed
to heat stress because of reductions in estrous
detection rate and the proportion of inseminated cows
that maintain pregnancy. The most common approach
to ameliorate heat stress in developed countries has
been to alter the cow's environment through provision
of shade, fans, sprinklers, and so on. Nonetheless,
seasonal variation in reproductive function persists.
Increased understanding of bovine reproductive function
and its alteration by heat stress has led to
additional strategies for reducing deleterious consequences
of heat stress on reproduction. These include
hormonally induced timed artificial insemination,
which can reduce losses in reproductive efficiency
caused by poor detection of estrus, and embryo
transfer, which can increase pregnancy rate by
allowing embryos to bypass the period when they

are most sensitive to elevated temperature (Le., in the
first 1 to 2 d after breeding).

Πέμπτη 20 Μαΐου 2010

The effects of bovine viral diarrhoea virus on cattle reproduction in relation to disease control




Abstract

Bovine viral diarrhoea virus (BVDV) is a major reproductive pathogen in cattle. Infection of the bull can lead to a fall in semen quality and the isolation of infectious virus in the ejaculate, while infection in the cow leads to poor conception rates, abortions and congenital defects. BVDV also reduces the animal's resistance to other respiratory and enteric pathogens. The prevalence of BVDV is primarily due to the efficiency with which the virus crosses the placenta of susceptible females. Calves that survive infection during the first trimester of pregnancy are born with a persistent and lifelong infection.

Τετάρτη 19 Μαΐου 2010

Sıgırlarda Kan Üre Nitrojen Düzeyinin Fertiliteye Etkisi

                                                
                                                 


                                                    Ibrahim AYDIN
Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Dogum ve Jinekoloji Anabilim Dalı, Konya-TÜRKIYE


Özet: Yüksek miktarda protein içeren rasyonlarla beslenen ineklerde kan üre nitrojen (BUN) konsantrasyonu artmakta,
artan BUN konsantrasyonu ise fertiliteyi olumsuz olarak etkilemektedir. Sıgırlarda normal BUN konsantrasyonu 12 ile
15 mg/dl arasındadır. BUN konsantrasyonu 19 ile 20 mg/dl’den yüksek olan ineklerde gebelik oranı %20 ile %25 arasında
azalmaktadır. Sıgırlarda yüksek BUN konsantrasyonları ya fertilizasyonda aksamalara ya da erken dönemde
embriyonik ölümlere yol açarak gebelik oranlarını düsürmektedir.

Anahtar Kelimeler: Fertilite, sıgır, üre nitrojen.

Effect of Blood Urea Nitrogen Level on Fertility in Cattle

Summary: Blood urea nitrogen (BUN) concentration increases in cattle fed with dietary including high amount of
protein. However, this increase is associated with decreased fertility. Normal value of BUN in cattle should be between
12-15 mg/dl. If BUN reaches at a level of 19-20 mg/dl, pregnancy rate decreases by 20-25%. It is suggested that high
BUN concentration either leads to failure in fertilization or causes early embryonic deaths.

Key Words: Cattle, fertility, urea nitrogen.

Giris

Ineklerde fertiliteyi etkileyen faktörler genital organlarda
fonksiyonel bozukluklar, enfeksiyonlar,
dogmasal-edinsel anomaliler ve bakım-besleme
gibi çevresel faktörlerdir.

Παρασκευή 14 Μαΐου 2010

The effect of temperature stress on dairy cows






J. Praks

When environmental temperatures move out of the thermoneutral zone (or comfort zone) dairy cattle begin to experience either heat stress or cold stress. Either stress requires the cow to increase the amount of energy used to maintain the body temperature and there is less energy available to produce milk. Thermoneutral zone is the range of environmental temperatures where normal body temperature is maintained and heat production is at the basal level. The ranges of thermoneutral zone are from lower critical temperature (LCT) to upper critical temperature (UCT). LCT is the environmental temperature at which an animal needs to increase metabolic heat production to maintain body temperature. UCT is the environmental temperature at which the animal increases heat production as a consequence of a rise in body temperature resulting for inadequate evaporative heat loss (Yousef, 1985). Thermoneutral zone depends on the age, breed, feed intake, diet composition, previous state of temperature acclimatization, production, housing and stall conditions, tissue (fat, skin) insulation and external (coat) insulation, and the behaviour of the animal. UCT is given as 25-26 ºC , LCT as a range from -16 to -37 ºC for dairy cows (Berman et al., 1985; Hamada, 1971). LCT for newborn calves is 10 ºC in dry and draught-free environment. LCT decreases to 0 ºC by the time the calf is 1 month old

Πέμπτη 13 Μαΐου 2010

SIĞIRLARDA ABOMASUM DEPLASMANI VE OPERATİF SAĞALTIMI





*Ali Said DURMUŞ *Emine ÜNSALDI

*Fırat Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı-ELAZIĞ


ÖZET
Bu çalışmada sığırlarda abomasum deplasmanlarının tanımlanması, oluşum mekanizması ve sağaltımı ile ilgili kısa bilgiler verilmiş ve kliniğimize gelen olgular üzerinde yapılan çalışmanın sonuçları tartışılmıştır.
Değişik ırk ve yaştaki, toplam 12 adet inekte abomasumun sola deplasmanı (LDA), olgularında sol fossa paralumbalisten, abomasumun sağa deplasmanı (RDA) olgularında ise sağ fossa paralumbalisten laparatomi yapılmış ve abomasopeksi uygulanmıştır. Sekiz adet olguda iyileşme görülürken diğer olgulardan 3 adedi kesime sevk edildi, 1 olgu ise hasta sahibi tarafından zayıfladığı gerekçesiyle kesilmiştir.
Çalışmadan elde edilen sonuçlar, abomasum deplasmanı bulunan olguların, özellikle abomasumun torsiyona uğradığı durumlarda erken şirurjikal girişimle abomasopeksi uygulanarak sağaltılabileceğini göstermektedir.

Anahtar kelimeler: Abomasum deplasmanı, Abomasopeksi, Sığır


ABSTRACT

SURGICAL CORRECTION OF DISPLACED ABOMASUM IN CATTLE

In the current study, brief explanation was given on identification, mechanism of occurence, and treatment of displacement of abomasum, and then, materials, methods and results of the experimental study were discussed.
This study was conducted on 12 cattle with different breed and age. The laparatomy was carried out in the left flank on left displaced abomasum (LDA), and in the right flank on right displaced abomasum (RDA), and abomasopexy was performed in both cases. Eight of the 12 cattle was recovered. Three cases were slaughtered, and one case was slaughtered for lose weight by the owner.
The results showed that early surgical attempts (abomasopexy) were useful in displaced abomasum, particularly torsioned abomasum.

Τετάρτη 12 Μαΐου 2010

İneklerde Tespit Edilen İlk Atlama Davranışından Suni Tohumlama Zamanına Kadar Geçen Sürenin Gebelik Oranları Üzerine Etkisi




Bu araştırma, ineklerde tespit edilen ilk atlama davranışından suni tohumlama zamanına kadar
geçen sürenin gebelik oranları üzerine etkisini araştırmak amacıyla yapıldı.
Çalışmada, toplam 94 inek kullanıldı. İnekler gözlem yoluyla günde 3 kez östrusun davranışsal
belirtileri yönünden kontrol edildi. Tohumlama anında ineklerin östrusta olup olmadıklarının
doğrulanması için progesteron test kitleri kullanılarak progesteron seviyeleri belirlendi. Östrusta
olduğu belirlenen inekler 3 gruba ayrılarak ilk atlama davranışının görülmesinden sonraki 0 ile 8.
saatler (Grup I), 8 ile 16. saatler (Grup II) ve 16 ile 24. saatler (Grup III) arasında tohumlandı.
Tohumlamayı takip eden 55–60. günlerde rektal palpasyonla gebelikler teşhis edildi.
Bu çalışmada, östrusun davranışsal belirtilerini göstermesine rağmen yüksek progesteron
düzeyine(>1 ng/ml) sahip ineklerin oranı %16,0 olarak kaydedildi. İlk atlama aktivitesinin
belirlenmesinden sonraki 8 saat içerisinde tohumlanan ineklerin gebelik oranının (%42,9) diğer
gruplardaki ineklerinkine göre (%78,1 ve %73,1) önemli derecede (p<0,05) düşük olduğu gözlendi. Sonuç olarak, ineklerde ilk atlama davranışından suni tohumlama zamanına kadar geçen süre gebelik oranları açısından önemli bir role sahiptir. Özellikle ineklerin tespit edilen ilk atlama davranışından sonraki 8 saat içerisinde tohumlanması gebelik oranlarının azalmasına yol açabilir.
 Anahtar Kelimeler: İnek, Atlama davranışı, Suni tohumlama, Gebelik oranı, Progesteron düzeyi 

The effect of interval from first detected mounting activity to artificial insemination on conception rates in cows

LABORATUVARSIZ OLMAZ




Çiftlik hayvanlarının sürü yönetiminde, teşhis, tedavi ve koruyucu hekimlik hizmetlerinde laboratuvarın yardımı kaçınılmazdır. Yapılacak laboratuvar analizlerinin yol göstericiliğinde karar vermek takip edilecek en akıllıca yöntemdir.
Sürü yönetiminde önleyici, kontrol edici, yönlendirici yol laboratuvardan geçer. Hastalık söz konusu olduğunda ise doğru teşhis yine laboratuvar yöntemlerinden yararlanılarak konulur.

NEOSPOROSIS



Doç.Dr.Gülay VURAL

Neosporosis, Neospora caninum tarafından olusturulan ve genis bir omurgalı
hayvan soyunda görülen protozoer bir hastalıktır. N. caninum ilk olarak 1988 yılında bir
köpeğin merkezi sinir sisteminden izole edilmistir. 1957 yılından bu yana saklanan doku
örneklerinde Neospora caninum‘un varlığı tespit edilmis olup, bundan önceki yıllarda
Toxoplasma gondii’’ye olan benzerliğinden dolayı yanlıs teshis edildiği bildirilmistir
(DUBEY ve LINDSAY, 1996).

Sınıflandırma
Neospora caninum’ un PCR çalısmaları ile nükleotid dizileri DNA sıklığı ve
ribozomal RNA’ları incelenmis ve asağıdaki sekilde sınıflandırılmıstır (DUBEY ve LINDSAY,
1996).

Anaç : Apicomplexa Levine , 1970
Sınıf : Sporozoa Leuckart, 1879
Sınıfaltı: Coccidia Leuckart, 1879
Takım : Eimeriina Leger , 1911
Aile : Sarcocystidae Poche, 1913
Cins : Neospora
Tür : Neospora caninum

MORFOLOJI
Neospora caninum ‘un takizoit ve doku kistleri ile bunların içlerindeki bradizoitler,
köpek dıskısı ile atılan ookistleri belirlenmistir.

Πέμπτη 6 Μαΐου 2010

Mastitis Olgularında Virusların Rolü

Uludag Univ.J.Fac.Vet.Med
28(2009),1:39-46
Geliş Tarihi : 26.06.2009
Kabul Tarihi :09.07.2009

 
    

 
                                            Gizem ALPAY*                  Kadir YEŞİLBAĞ
                  * Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Viroloji Anabilim Dalı, Görükle-Bursa


Özet: Bu derlemede özellikle sığır mastitis olgularının etiyolojisinde virusların rolleri irdelenmiştir. Viruslar
sığır mastitis olgularında hem hazırlayıcı hem de primer etiyolojik ajan olarak rol oynayabilirler. Bovine
herpesvirus 2, vaccinia virus, sığır çiçeği virusu, yalancı sığır çiçeği virusu, vesicular stomatitis virusu, şap hastalığı
virusu ve bovine papillomavirus memede lezyon oluşturarak memenin doğal savunma mekanizmasını
sekteye uğratırlar.

Τετάρτη 5 Μαΐου 2010

Süt Sığırcılığı Sürü Yönetiminde Döl Verimi



Özet
Süt sığırcılığında istenilen verimlerin elde edilmesi ve sürünün devamı, başarılı bir sürü idaresine bağlıdır. Sürü yönetimi
denildiğinde, bir süt sığırı işletmesinden sağlanan geliri en üst seviyeye çıkarmak amacıyla, sürü düzeyinde yapılması gereken
uygulamalar anlaşılmalıdır.

Τρίτη 4 Μαΐου 2010

Toxoplasma gondii benzeri protozoer enfeksiyonlar: Neospora caninum enfeksiyonu

Doç.Dr. Oğuz KUL

Kırıkkale Üniversitesi Veteriner Fakültesi

Patoloji Anabilim Dalı


Neosporozis, ilk kez 1988 yılında köpeklerde tanımlanan ve Toxoplasma gondii-benzeri lezyonlarla karakterize protozoer bir enfeksiyondur. Benzeri hastalık tablosu 1984’de Bjerkas ve ark., tarafından da rapor edilmesine rağmen, yalnızca toksoplazmozla olan benzerliğinden yola çıkılarak lezyonlar tanımlanmış, yeni bir hastalık olduğuna dair kanıtlar gösterilememiştir.

Δευτέρα 3 Μαΐου 2010

Escherichia coli

Genel Bilgiler



E. coli Enterobacteriaceae familyasına bağlı Escherichia cinsi içinde yer alan Gram negatif çomaklardır. Etkenin hayvanlarda yaptığı hastalıklar aşağıdaki gibidir.
1-Evcil hayvanlarda intestinal hastalıklar (kolibasillozisler): Yeni doğmuş ve genç hayvanların (buzağı, kuzu, domuz, yavrusu, tay, civciv gibi) infeksiyonları.
2- Evcil hayvanlarda ekstra intestinal hastalıklar: Bunlar
A- Ürogenital sistem infeksiyonları
a- Kedi ve köpeklerde E. coli ‘den ileri gelen sistitis ve piyelonefritis’ler
b- Köpek ve atlarda genital sistem infeksiyonları
B- Meme bezi infeksiyonları (mastitisler)
C- Akciğer yangıları (pnömoni)
D- Yara infeksiyonları
E. coli ile ilgili olarak klinik mikrobiyoloji ve gıda mikrobiyoloji bölümlerinde genel bilgi ve analiz yöntemleri bilgileri bulunmaktadır.

Κυριακή 2 Μαΐου 2010

Ορολογική διερεύνηση του Βόειου ερπητοϊου 1 (BHV-1) σε εκτροφές αγελάδων γαλακτοπαραγωγής



Η Λοιμώδης Ρινοτραχεΐτιδα των Βοοειδών (Λ.Ρ.Β) είναι ένα ιογενές νόσημα με παγκόσμια εξάπλωση. Οφείλεται σε ιό που ανήκει στην οικογένεια Herpesviridae, στην υποοικογένεια Alphaherpesvirinae και στον υπότυπο 1 (Bovine Herpes Virus-1, BHV-1). Ο BHV-1 προκαλεί νόσο που χαρακτηρίζεται από πυρετό, προσβολή της ανώτερης αναπνευστικής οδού (ρινοτραχεΐτιδα) και επιπεφυκίτιδα.

Σάββατο 1 Μαΐου 2010

Το διαρροϊκό σύνδρομο των νεογέννητων μόσχων




Εμφανίζεται κατά την διάρκεια των πρώτων τεσσάρων εβδομάδων της ζωής τους και αποτελεί μια από τις κυριότερες αιτίες οικονομικών απωλειών τόσο στις μονάδες κρεόπαραγωγής όσο και σε γαλακτοπαραγωγικής κατεύθυνσης.
Αυτό οφείλεται στο μειωμένο ρυθμό αύξησης, την καθυστερημένη ανάπτυξη των μόσχων, το αυξημένο κόστος εργατικών και η οικονομική αξία των μόσχων.
Οι κυριότεροι παθογόνοι μικροοργανισμοί που προκαλούν το διαρροϊκό σύνδρομο των μόσχων είναι κορώνα ιός, ροτάιος, το cryptosporidium parvum, E. Coli και η salmonella.

ΠΡΟΛΗΨΗ
Ένα αποτελεσματικό πρόγραμμα πρόληψης βασίζεται στη μεγιστοποίηση της φυσικής αντίστασης του ζώου μέσω πρόσληψης μητρικών αντισωμάτων, στη βελτίωση του περιβάλλοντος διαβίωσης του, στη μείωση του stress και στην αποτροπή της έκθεσης του ζώου στους παθογόνους μικροοργανισμούς.
• Συνιστώνται εμβόλια στις έγκυες αγελάδες την κατάλληλη περίοδο.
• Σωστός και έγκαιρος θηλασμός του νεογέννητου μόσχου.
• Τα μοσχάρια πρέπει να γεννιούνται σε στάβλο με παχιά στρωμνή, ο οποίος να έχει καθαριστεί και απολυμανθεί προσεκτικά πριν το τοκετό.
• Το περίνεο και ο μαστός των αγελάδων να πλένονται καλά πριν από τον τοκετό.

ΘΕΡΑΠΕΙΑ
1. Το πρώτο ζώο, που εμφανίζει διάρροια αποτελεί την κύρια πηγή μόλυνσης για την εκτροφή και η άμεση απομόνωση του παίζει σημαντικό ρόλο στον περιορισμό της εξάπλωσης και της σοβαρότητας του νοσήματος.
2. Υποστηρικτική αγωγή με υγρά και ηλεκτρολύτες.

Ο κίνδυνος θανάτου του μόσχου προέρχεται από την αφυδάτωση, την οξέωση και την νεφρική ανεπάρκεια.
Η χορήγηση υγρών από το στόμα αρκεί τις περισσότερες περιπτώσεις, παρόλο που σε σοβαρά περιστατικά χρειάζεται ενδοφλέβια χορήγηση. Η διακοπή χορήγησης του γάλακτος δεν βελτιώνει την κλινική εικόνα του ζώου και εκτός των άλλων το διατροφικό stress είναι δυνατό να εξασθενήσει ακόμα περισσότερο το μοσχαράκι.
Τα αντιβιοτικά πρέπει να χρησιμοποιούνται μόνο σε σοβαρά περιστατικά βακτηριακής αιτιολογίας.

Οι χωλότητες των αγελάδων γαλακτοπαραγωγής

Στην γαλακτοπαραγωγική αγελαδοτροφία το εύκολο βάδισμα της αγελάδας μεταφράζεται σε μακροζωία και σε ικανοποιητικές οικονομικές αποδόσεις. Αντιθέτως όταν η αγελάδα δυσκολεύεται στην μετακίνησή της, τότε παρατηρείται μείωση της καταναλισκόμενης ποσότητας ζωοτροφής που έχει σαν αποτέλεσμα :
Άμεση μείωση της παραγόμενης ποσότητας γάλακτος
Την προδιάθεση σε διάφορες ασθένειες, άρα την αύξηση των κτηνιατρικών εξόδων
Την πρόωρη απομάκρυνση της αγελάδας συνήθως με χαμηλή αξία σφαγίου
Η ικανότητα αυτή των αγελάδων στην εύκολη μετακίνηση (βάδισμα), οφείλεται κατά 10% στη γενετική (όπως εξάλλου και όλα τα γαλ/γωγικά χαρακτηριστικά), ενώ το υπόλοιπο 90% εξαρτάται από τις συνθήκες εκτροφής.
ΓΕΝΕΤΙΚΗ 10%
Γενετικό δυναμικό την στιγμή της γέννησης
ΠΕΡΙΒΑΛΛΟΝ 90%
Συνθήκες ενσταυλισμού-εκτροφής
Διατροφή
Προληπτική ποδοκομία
Αιτιολογία χωλοτήτων
Δακτυλική Δερματίτιδα
Η δακτυλική δερματίτιδα είναι μια μόλυνση που εμφανίζεται μεταξύ των οπλών και οφείλεται στο μικρόβιο Fusiformis nodosus (είναι το ίδιο μικρόβιο που προκαλεί την κουτσαμάρα των προβάτων). Η μετάδοση της ασθένειας είναι πολύ γρήγορη, αλλά περνά απαρατήρητη σε πολλές εκτροφές αν και η παρουσία της είναι πάρα πολύ συχνή.

Παρασκευή 30 Απριλίου 2010

SÜTÇÜ INEKLERDE SICAKLIK STRESININ DÖL VERIMI ÜZERINE ETKISI

Özet: Bu derlemede; yaz aylarında sütçü ineklerde artıs gösteren infertilitede
etkili olan sıcaklık stresinin döl verimi üzerine olan olumsuz etkileri, etki etme sekilleri
ve bu olumsuz etkileri azaltmanın yolları tartısılmaktadır.
Anahtar kelimeler: inek, sıcaklık stresi, döl verimi

Giris
Sıcaklık stresi yazın son aylarında tohumlanan sütçü ineklerdeki düsük
fertilitenin önemli sebeplerinin basında gelmektedir (1, 2, 4). Kıs aylarıyla
karsılastırıldıgında yaz döneminde gebelik oranları % 20–30 oranında azalmaktadır (3).
Yaz aylarında östrusun tam tespit edilememesine baglı olarak ilk tohumlama süresinde
uzama ve gebelik oranlarında süreklilik gösteren bir düsüs görülmektedir (1, 3).
Yılın sıcak aylarında görülen infertilite olgusunun etkisi, ineklerin sıcaga maruz
kalmadıkları sonbaharda da devam etmektedir (9). Bu olumsuzlugun

İneklerde Prenatal Embriyonik/Fotal Cinsiyetin Belirlenmesi

Ozet: Gebe ineklerde doğacak yavruların cinsiyetlerinin onceden belirlenmesi, yetiştiricilikte bazı avantajları beraberinde
getirmektedir. Cinsiyet tespiti, et veya sut uretimi yapan işletmelerin uretim stratejilerini onceden planlamalarına
olanak sağladığı gibi, biyoteknolojik calışma (suni tohumlama, embriyo transferi vs.) programlarının da onceden yapılmasını
kolaylaştırmaktadır. Gunumuzde prenatal embriyonik ya da fotal cinsiyetin belirlenmesine yonelik calışmalar
spermatozoa, embriyo ve fotusler uzerinde değişik yontemler uygulanarak gercekleştirilmektedir. Sunulan derlemede
bu yontemler hakkında ayrıntılı bilgiler verilecektir.
Anahtar Kelimeler: Cinsiyet, inek, prenatal.


Giriş
Besicilik yapılan işletmelerde doğacak yavruların
erkek, sut uretimi yapılan işletmelerde de dişi olması
arzu edilir. Bu yuzden gebe ineklerde doğacak
yavruların cinsiyetlerinin onceden belirlenmesi,
yetiştiricilikte bazı avantajları beraberinde getirir.

Πέμπτη 29 Απριλίου 2010

İnfeksiyοz Bovine Keratokonjunktivitisin Tedavisinde Florfenikol ve Sefuroksim Sodyum Uygulaması

Ozet: Bu calışmada, sut sığırlarında infeksiyoz bovine keratokonjunktivitisin klinik, bakteriyolojik ve virolojik yonden
incelenmesi ile tedavide florfenikol ve sefuroksim sodyumun etkinliklerinin saptanması amaclandı. Klinik olarak incelenen
450 hayvandan 27 (% 6)’sinde blefarospazm, epifora, korneal opasite ve konjunktivitis saptandı. İnfekte hayvanların
gozlerinden alınan svap orneklerinden Moraxella bovis, Escherichia coli, Proteus spp. ve Staphylococcus
aureus izole edildi. İnfekte sığırlardan alınan kan serumlarının mikronotralizasyon testi ile incelenmesi sonucu 3 (%
11.1) sığırda Bovine Herpesvirus-1 (BHV-1) antikoru tespit edildi. Florfenikol ve sefuroksim sodyumun etkinliğini saptamak
amacıyla hayvanlar biri kontrol olmak uzere uc eşit gruba ayrıldı. Deneme gruplarındaki hayvanlara 48 saat ara
ile 3 defa subkonjunktival yolla florfenikol ve sefuroksim sodyum uygulandı. Kulturel yoklama sonuclarına gore florfenikol
ve sefuroksim sodyumun tedavideki etkinliği sırasıyla % 78 ve % 67 olarak saptandı.
Sonuc olarak, keratokonjunktivitisli sığırlardan infeksiyonun primer etkeni olarak M. bovis izole edildi. İnfeksiyoz bovine
keratokonjunktivitisin tedavisinde subkonjunktival yolla florfenikol uygulamasının sefuroksim sodyuma oranla daha etkili
olduğu saptandı.
Anahtar Kelimeler: Florfenikol, keratokonjunktivitis, Moraxella bovis, sefuroksim sodyum, sığır

Giriş
İnfeksiyoz bovine keratokonjunktivitis (IBK), sığırlarda
bir veya her iki gozde konjunktivitis ve ulseratif
keratitis ile karakterize bir goz hastalığı olup
infeksiyonun primer etkeni Moraxella bovis’dir (25).
Hastalıkta nadir olarak olumler gorulmekle birlikte
ozellikle genc hayvanlarda gelişme geriliğine, sut
verimi ve dol veriminin azalmasına, besi performansının
duşmesine ve bircok hayvanda kalıcı

Τετάρτη 28 Απριλίου 2010

SIĞIRLARDA ÖNEMLİ HASTALIKLAR

SIĞIRLARDA ÖNEMLİ HASTALIKLAR

İneklerde süt, et ve döl verimini hızla artarken bu artışlara paralel olarak hayvanın organizmasında da bazı değişikliklerçoğu zaman hayvanın aleyhine olmakta ve hastalıklara karşı dirençleri azalarak sık sık hastalanmaktadırlar.

ŞAP (TABAK) :

Sığırlarda yüksek ateş, ağızda akıntı, ağız ve ayaklarda döküntülü yaralarla kendini gösteren çok bulaşıcı bir hastalıktır. Hastalık bazen memelere de bulaşır ve memelerin üzerinde kabarcıklar şekillenir. Ağızdaki yaralardan dolayı hayvanlar yem yiyemezler ve çok kısa zamanda zayıflarlar. Memelerdeki kabarcıklar ağrı verir sağdırmak istemezler ve süt verimi düşer.

INFEKSİYÖZ BOVİNE RHİNOTRACHEİTİS

INFEKSİYÖZ BOVİNE RHİNOTRACHEİTİS
İNFEKSİYÖZ PUSTÜLER VULVAVAGİNİTİS / PUSTULÖZ BALONOPOSTİTİS
(IBR/IPV)


TANIM
IBR/IPV hastalığı sığırlarda görülen son derece bulaşıcı, akut ve latent seyirli viral bir hastalıktır. IBR/IPV hastalığı sonucu ağırlık kaybı, süt veriminde azalma, yavru atma, ölü doğum, fertilite bozuklukları görülmektedir. Hastalık; üst solunum yolunda klinik semptomlar (IBR) ile dişilerde infeksiyöz pustüler vulvavaginitis (IPV) ve erkeklerde infeksiyöz pustüler balonopostitise (IPB) sebep olur. Solunum ve genital kanal hastalıkları ayrı olarak meydana gelebildiği gibi, bazen birlikte de görülebilir.

Τρίτη 27 Απριλίου 2010

İNEKLERİN DAVRANIŞLARI:


İNEKLERİN DAVRANIŞLARI:
İnekler akıllı ve duyarlı hayvanlardır. Davranışları ile bizlere birçok şey söylerler. İnekleri iyice izlersek dertlerini, streslerini erkenden sezer ve önlem alabiliriz.

TOXOPLASMOSİS

TOXOPLASMOSİS

Doç.Dr. Serpil NALBANTOĞLU, Arş.Gör. Sırrı KAR, Prof.Dr. Zafer KARAER
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Parazitoloji Anabilim Dalı., Ankara
Toxoplasmosis insan ve hayvanlarda Toxoplasma gondii tarafından şekillendirilen sistematik bir enfeksiyondur. Özellikle çocuklarda doğmasal ve immun süpresif bireylerde oportunistik olarak karşımıza çıkan toxoplasmosis, dünya genelinde en sık karşılaşılan zoonoz hastalıklardan biridir (Dubey ve Beattie, 1988; Tenter ve ark., 2000; Krauss ve ark., 2004).

Modern Süt Sığırlarında Fertiliteyi Geliştirmek İçin Stratejiler

Modern Süt Sığırlarında Fertiliteyi Geliştirmek İçin Stratejiler
Özet
21. yüzyılın yüksek verimli süt sığırları laktasyon sırasında subfertildir. Amaçlarımız; karakterize fizyolojik periyotları sınırlayıcı reprodüktif performansı ve gebelik oranlarını geliştirmek için bütünleştirilmiş yönetim stratejilerini açıklamaktır. Normal yeniden meydana gelen östrüs siklusu ile birlikte ovarian aktivite ve fertilitenin yenilenmesi, azaltılmış periparturient metabolik ve reprodüktif düzensizlik ile ilgili ilk amacımızdır. Enerji dengesindeki gözeçarpan negatif değişiklikler ve azalmış immunokompetans(bağışıklık yeteneği),gonadotropik ve metabolik hormonlardan etkilenir.

Κυριακή 25 Απριλίου 2010

Süt Sığırlarının su ihtiyaçları

Süt Sığırlarının su ihtiyaçları
• Süt sığırlarına yeterli miktarda uygun kalitede su sağlanamaması halinde süt verimi düşer, büyüme yavaşlar ve sağlık problemleri ortaya çıkar.
• Temiz ve yeterli miktardaki su, normal rumen fonksiyonlarını sağlar, yem tüketimi, yemlerin sindirilebilirliği ve besin maddelerinin emilimini artırır.
• Su, kanın yapısında yer alır, dokulardaki madde alışverişini sağlar, ve sütün % 87 sini oluşturur. Isı regülasyonu da su vasıtasıyla olur.
• Günlük su tüketiminin 0.5-1 l kısıtlanması halinde kuru madde (yem) tüketimi 1 kg, süt verimi 1-2.5 l azalır. Laktasyondaki inekler her litre süt üretimi için 4.5-5 l suya ihtiyaç duyar.
• Su ihtiyacının bir kısmı yemlerdeki nemle karşılanır

İneklerde Doğumdan Sonra Oluşabilecek Problemler

İneklerde Doğumdan Sonra Oluşabilecek Problemler


Bu problemler “ineklerde enerji metabolizması ile ilgili problemler” ve “Calcium/Fosfor metabolizması ile ilgili problemler” olarak da sayılabilir.

Hipokalsemi = Süt Humması
Retentio Secundinarum = Sonun atılamaması
Şirdenin (Abomasum) yer değiştirmesi
Ketosis
Metritis
Mastitis